Читать книгу Cervantes'in hayatı (Henry Edward Watts) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Cervantes'in hayatı
Cervantes'in hayatı
Оценить:
Cervantes'in hayatı

4

Полная версия:

Cervantes'in hayatı

Cervantes’in savaşta verdiği hizmet (her ne kadar bu hizmet sıradan bir asker seviyesine indirgenmiş olsa da), yirmi bin kişiden sadece biri olduğunu düşündüğümüzde oldukça kayda değer bir hal almaktadır.

Aylık maaşına altı altın zam yapıldı. Hasta ve yaralıların götürüldüğü ve uzun bir süre kaldığı Messina’daki hastanede bizzat Don John tarafından ziyaret edilmişti. Göğsündeki ve elindeki yaraların iki yıl boyunca ona acı çektirdiğini kendi sözlerinden biliyoruz. Tunus’ta, Don John’un komutası altında La Goleta’yı ele geçirmek için savaşırken elinden “halen kan damlıyordu”. “Bin yerden parçalanmış” bu sol elini bir daha kullanamadı, fakat sahte portreler ve yalancı heykellerin yarattığı, sol elini bir mermi ya da ameliyat sonucu tamamen kaybettiği yönündeki yaygın inanç da doğru değildir. Kendi sözleriyle “el movimiento de la mano izquierda13”, yani sol elini hareket ettirme ya da kullanma kabiliyetini kaybettiğini söylemektedir, elini tamamen kaybettiğini değil. Sol elini tamamen kaybetmiş olsa dört sene boyunca orduda asker olarak görev yapması mümkün olamazdı. 29 Nisan 1572 günü Messina’daki hastaneden taburcu olabilecek kadar iyileşmişti. Daha sonra eski bölüğü Moncada kadar ünlü olan Figueroa bölüğüne katılarak Don John’un sonuçsuz kalan ikinci Levant deniz seferine katıldı. Don Kişot’un ikinci kısmındaki “Esirin Hikâyesi” bölümünde, bu seferin oldukça detaylı bir anlatımı verilmiştir. Ertesi yıl Tunus’a yapılan sefere katıldı. 1573’ün sonundan Mayıs 1574’e kadar bölüğüyle birlikte Sardunya Adası’ndaydı, daha sonra ise Don John’un emri üzerine Lombardiya’ya gönderildi. Ağustos 1575’te Napoli’de olduğunu görüyoruz. Don John, Afrika’da bir imparatorluk kurma planlarını kıskanan üvey kardeşi tarafından geri çağırılmıştı ve Haçlı ordusu dağıtılmıştı. Aktif görevde olmayan Cervantes anavatanını ziyaret etmek için izin aldı. Kendisine birçok sertifika ve referans mektubu verildi ki Cervantes’in basit bir onbaşı olduğunu, mektupların ise çağın en ünlü komutanları ve aydınları tarafından yazıldığını göz önünde bulundurunca bu başarının olağanüstü olduğunu göreceğiz. Don Carlos de Aragon, Sesa Dükü ve Sicilya Naibi, Kral’a ve konseye “soylu erdemleri ve nazik tavırlarıyla hem silah arkadaşlarının hem de komutanlarının saygısını kazanan, talihsiz olduğu kadar ödüle de layık olan bir asker14” olduğunu yazdı. Komutan Don John ona bizzat krala yazmış olduğu mektupları verdi. Bu mektuplarda iyi bir bölüğe atanmasını şiddetle tavsiye ettiğini “cesur, erdemli ve birçok başarılı hizmete imza atmış bir adam” olduğunu yazdı. Beklediği avantajları yaratmak yerine başına çok büyük dertler açan mektuplarla birlikte Cervantes, El Sol isimli kadırgayla İspanya’ya yelken açtı. Yanında birkaç başarılı asker daha vardı, bunların içinde kardeşi Rodrigo ve Goletta’nın eski valisi Don Pero Diaz de Quesada15 da vardı.

Durumu ne kadar iyi görünüyor olsa da Cervantes’in eve dönerken keyfi yerinde olamazdı. Altı yıl boyunca dinlenmeden hizmet etmesine rağmen maddi açıdan daha iyi bir duruma gelmemişti. Askeri zafer hayalleri berbat bir şekilde yıkılmış olmalıydı. Romantik kahramanların hem kişilik hem de görüntü bakımından bir temsili olan Don John’un Doğu’da komutayı eline almasıyla başlamış gibi görünen şövalyelik dönemi, aniden geri çağrılarak ardında yarım kalmış zaferler bıraktığında bitmişti. Unutulmaz bir Ekim sabahı büyük donanma düşmanla karşılaştığında genç askerin gözleri önünde oluşan şövalyelik hayali yok oldu. Osmanlılar yenilmişti, fakat ertesi sene çok daha güçlü bir şekilde geri dönmüşlerdi. Afrika’daki zaferleri hızla yenilgilere ve felakete dönüşmüştü. Hıristiyan şampiyon, diğer bir deyişle “Tanrı’nın gönderdiği adam”, Paynim16 karşısında ne yazık ki düello daha yarıdayken sırtını düşmana dönmeye zorlanmıştı. Son derece hevesli ve zafer dolu bir şekilde başlamış olan bir sefere hiç yakışmayan bu son, Miguel de Cervantes gibi bir askerin heyecanını öldürebilir ve hatta ruhunu sonsuza dek şövalyeliğin geleceği için endişeyle doldurabilirdi.

Fakat umutlarını yok edip hayatını mahvedecek daha büyük bir dert, hayalleri yıkılmış ve yaralanmış kahramanımızı bekliyordu. Neredeyse İspanyol ufuklarında belirmek üzere olan El Sol kadırgası, dar denizlere17 korku salan Arnavut haydut Arnaut (Arnavut) Mami’nin komutasındaki Cezayirli korsanlar tarafından ele geçirildi. El Sol ile korsanların en hızlı üç gemisi arasında gerçekleşen bir kovalamacadan sonra (Cervantes ve arkadaşlarının bu savaşta çok cesurca davrandıkları kayıtlara geçmiştir) İspanyollar yenildi ve teslim olmak zorunda kaldılar18. Tahmin edilen değerlerine (yani fidye ederlerine) göre korsanlar arasında dağıtıldılar. Cervantes aşırı zalim davranışları yüzünden haydutların arasında bile ismini duyurmayı başarmış bir Yunan haydudu olan Déli Mami’ye verildi. Don John ve diğer komutanların mektupları Cervantes’in çok önemli biri olduğuna, bu sayede de kendisinden çok yüksek miktarda bir fidye alınabileceğine inanmalarına neden olmuştu. Bu nedenle Cervantes’in cesur hizmetine karşılık ödül olarak aldığı övgüler, kaderin bir cilvesi neticesinde acısını artırmış oldu. Önemli birisi olduğu düşünüldüğü için zincirlere vurularak Cezayir’e getirildi ve korsan politikasına göre, özgürlüğünü satın almaya daha da istekli olsun diye son derece zalim şartlar altında yaşamak zorunda kaldı.

Üçüncü Bölüm

Cervantes’in hayatının hiçbir bölümü Cezayir’de esir olarak geçirdiği beş sene kadar acı dolu ve talihsiz geçmemiştir. Yazarların Felaketleri’nde çok acı verici birçok bölüm vardır; fakat hiçbir yazar, Don Kişot’un mutsuz yazarı kadar acı dolu bir hayat sürmek zorunda kalmamıştır. Camoens’in ilerleyen yaşlarda, yarı kör ve sakat bir halde Lizbon sokaklarında ekmek parası için dilenmesi oldukça acınası bir tablodur. Fakat Camoens en azından kendi halkı arasındaydı ve onurlandırıp yüceltmeye çalıştığı Portekizliler tarafından köşeye atılıp aç bırakılmıştı. Hem fiziksel hem de ahlaki açıdan Lusiads adlı şairle birçok ortak noktası olan Cervantes ise yetişkinliğinin altın çağındaydı. Askeri başarıları henüz çok yeniydi ki esir olarak alınıp ülkesinin ve soyunun ataları tarafından zincire vurularak köle yapıldı. Hem askerlik hem de şairlik becerileri bahşedilmiş Cervantes’in çok başarılı olacak gibi görünen kariyerinin başlangıcında başına gelen bu kadersizliği kavramak mümkün değildir. Küstahça en güçlü Hıristiyan devletlerin önünde yükselip içdenizlere giden yolu kapatan korsan yuvası Cezayir, o sıralarda altın çağını yaşıyordu. Hiçbir donanma onlara karşı koymaya cesaret edemiyordu. Osmanlılara karşı kullanılmış olan silahlar Cezayir’i yıkmaya yeterdi. Fakat ülkelerin politikalarını yorumlayan uzmanların açıklamakta başarısız olduğu bir nedenden ötürü Hıristiyan ülkelerin hiçbiri Hıristiyanlık dünyasının huzuru ve sağlığı için Konstantinopolis’teki padişahtan on kat daha tehlikeli olan Cezayir’e saldırma girişiminde bulunmadı. Haydutların girişimlerinden en çok zarar gören İspanya olsa da V. Charles zamanından beri hiçbir İspanyol hükümdar denizi bu haydutlardan temizlemenin emek harcamaya değer bir şey olacağını düşünmedi. Cervantes’in döneminde Cezayir, Osmanlı idaresi altında bir beylerbeyliğiydi. 1516 yılında Barbaros kardeşlerden biri tarafından Mağribilerin elinden alınmıştı. Konstantinopolis’ten atanan naip, genellikle haydutların ileri gelenlerinden seçiliyordu ve korsan komutanından pek de ileri gitmiyordu. Yetkisi, korsan kadırgalarının kontrolünde olan kıyı çizgisine kadardı ve geliri denizden ele geçirilen ganimetten ibaretti. Korsan kaptanları genellikle serserilerdi. 1575 yılında Cezayir’in naibi Sardinyalı bir haydut olan Rabadan Paşa19 idi. Papaz Haedo’ya (Cezayir’le ilgili konularda en güvenilir ve en yetkin olan kişi) göre komutası altındaki kişiler 100.000’i geçmiyordu ve bunların üçte biri içlerinde Hıristiyanların bulunduğu haydutlardan oluşuyordu. Haedo’nun kayda geçtiği otuz beş korsan kaptanın yirmi dört tanesi haydut ya da haydut çocuğuydu, on tanesi Osmanlılardan, bir tanesi ise Yahudiydi. Hıristiyan esirlerin sayısının yaklaşık 25.000 olduğu tahmin ediliyordu ve bu esirler arasında oldukça nitelikli insanlar vardı, özellikle İspanyollar ve İtalyanlar arasında. Normal zamanlarda bu esirlere yumuşak sayılabilecek biçimde davranılıyordu. Daha kaba olan esirler efendileri için çalıştırılıyordu fakat fidye beklenen isimler belli lükslere sahipti. Naibin malı olan esirler angarya işler yapmıyordu. İnançlarının gereklerini serbestçe yerine getirmelerine izin veriliyordu, hatta tiyatro20 oynamalarına ya da başka şekilde eğlenmelerine izin veriliyordu. Esirlerin işleyebileceği tek affedilmez suç kaçmaya çalışmaktı. Sahipleri bu girişimleri maddi haklarına tecavüz olarak değerlendiriyordu. Her kölenin değeri ve kalitesi yerel boyutta değerlendirilerek başına bir fiyat konuyordu. Fidye alma işi düzenli bir takas olduğundan belli prensiplere göre yapılıyordu ve iki tarafta da tanınmış temsilcileri vardı.

Cervantes’in Cezayir’e gelişinden kısa bir süre sonra Hasan Paşa naip olarak Rabadan Paşa’nın yerine geçti. Bu Venedikli paşa, o kadar zalimdi ki Cezayirliler arasında bile öne çıkan bir isimdi. Cervantes kişiliğini Don Kişot’taki Esir’in ağzından anlatmıştır: “Açlık ve çıplaklık arada sırada, hatta neredeyse sürekli bizi rahatsız etse de hiçbir şey bizi efendimizin Hıristiyanlara gösterdiği eşi benzeri görülmemiş zalimlikleri görmek ya da duymak kadar rahatsız edemezdi. Her gün birini asıyor, başka birini mızraklıyor, üçüncü birinin ise kulaklarını kesiyordu ve bunları çok ufak bahanelerle, hatta bazen hiçbir bahane olmadan yapıyordu. Osmanlılar da efendimizin yalnızca canı istediği için böyle davrandığını ve doğası gereği vahşi bir adam olduğunu düşünüyorlardı.”

Kendi eğlencesi için işkence ettiği söylenen bu tiran, Cervantes’in esir olduğu beş yıl boyunca Cezayir’in efendisiydi. Cervantes esir alındıktan çok kısa bir süre sonra, hâlâ Déli Mami’nin kölesiyken yapacağı birçok kaçma girişiminin ilkini denedi. Bazı arkadaşlarıyla birlikte (o zamanlar İspanyol yerleşkesi olan) Oran’a karadan ulaşmaya çalıştılar; fakat grup, rehber olarak kiraladıkları Mağribi tarafından terk edilince Cezayir’e geri dönmek zorunda kaldılar. İki ya da üç girişimde daha bulunuldu, Cervantes bunları Cezayir’de Hayat’ta bizzat anlatmaktadır. İnanılmaz bir kurnazlık ve planlamada olağanüstü bir beceri sergilemesine rağmen her seferinde arkadaşlarından birinin ihaneti ya da korkaklığı nedeniyle planı suya düştü. Girişim başarısız olduğunda Cervantes ilk teslim olan ve suçu üstlenen kişi oluyordu.

Esirliğinin ikinci yılında Cervantes anavatanındaki bazı arkadaşlarıyla iletişim kurup onlara kendisinin ve kardeşinin acınası durumunu anlatmayı başardı. Babası Rodrigo yardım çağrısına para toplayıp Cezayir’e göndererek cevap verdi. Déli Mami bu meblağın Miguel kadar ileri gelen biri için yeterli olmayacağını söyleyerek Miguel’i serbest bırakmayı reddetse de kardeşi özgürlüğüne kavuşmayı başardı. Büyük kardeş serbest kalınca iki kardeş Miguel ve birkaç arkadaşını kurtarmak için bir plan yaptılar. Belli bir tarihte kıyıda belirecek silahlı bir İspanyol gemisinden yardım alacaklardı. Bu plan da diğerleri gibi inanılmaz derecede soğukkanlı, cesur ve fedakâr davranan Miguel’in elinde olmayan bir hata yüzünden suya düştü. Hasan adındaki bir Yunan haydudun bahçesinde, Cezayir’den üç kilometre uzakta, deniz kıyısında bir mağara vardı. Burada, çoğunluğu eski centilmenlerden oluşan kırk ya da elli kişilik bir grup saklanıyordu. Cervantes, Juan adında Navarreli bir köleyle onlara yemek gönderiyordu. Burada İspanya’dan gelip onları götürecek geminin gelmesini beklediler. Cervantes mağarada saklanan son kişi oldu. Belirlenen gün geldi. Mallorca’dan gönderilen bir fırkateyn esirlerle iletişim kurmayı başardı. Fakat Mağribi bir balıkçı korsanları uyardığı için gemi tekrar denize açılmak zorunda kaldı. Bu sırada Cervantes’in kurtarmak için sayısız fedakârlıkta bulunduğu insanlar arasında bir hain vardı. El Dorador (Yaldızcı) adında bir haydut korkmuş ve planı Naip’e bizzat bildirmişti. Naip mağaraya silahlı adamlarından oluşmuş kalabalık bir grup göndermişti. Planının başarısız olduğunu anlamakta gecikmeyen Cervantes, askerlerin önünde tüm planı kendisinin yaptığını ve diğerlerinin hiçbir suçunun olmadığını cesurca belirtti. Naip’in huzuruna getirildiğinde de ifadesini tekrarladı ve boynuna bir ip geçirilip, işkence görerek öldürülmekle tehdit edildiğinde bile kaçış planını tek başına yaptığını söyledi.

Naip’in bu esirle karşı karşıya geldiğinde sergilediği bazı davranışlar için hiçbir açıklama yok. Gazabından kimsenin kurtulamadığı, Cezayirlileri de rahatsız eden bir hayal gücü olduğu söylenen bu zalim adam, Cervantes’in cesareti karşısında ne yapacağını bilememiş gibi görünüyor. Cervantes’in zamanında Cezayir’de köle olanların ifadelerini eserinde derleyen Papaz Haedo’nun olağanüstü ifadesine göre Paşa sık sık “kendini bu sakat İspanyol’dan koruyabilirse adamlarını, gemilerini ve şehrini güvende tutabileceğini” söylerdi. Cervantes Don Kişot’ta göz yumulabilecek bir kibirle şöyle yazmıştı: “Ona karşı koyabilen tek kişinin özgürlüğünü kazanmak için unutulmayacak şeyler yapan, fakat efendisinin bir kere bile vurmadığı, kimseye dokundurtmadığı, hatta hakkında tek kötü söz bile söylemediği bir İspanyol askeri -Saavedra adında biri (Cervantes’in kendisi)– olduğu söyleniyordu.” Cervantes’in gördüğü bu tuhaf, benzersiz muafiyeti nasıl açıklayabiliriz? Onu olduğundan daha yüksek rütbeli sandıklarına şüphe yok; fakat yüksek bir fidye ihtimali, diğer değerli kölelerin maruz kaldıkları işkenceler ve aşağılanmalardan muaf tutulmasını açıklamaya yetmez. Bazıları, cesur ve korkusuz olduğunu gördükleri için onu Müslümanlığa geçirmek niyetinde oldukları tahmininde bulundu. Fakat Cervantes’in hayatında ya da Cezayir’deki davranışlarında gördüğümüz hiçbir şey bu teoriyi desteklemiyor. Başka bir teori ise Cervantes’in güçlü bir korsan kaptanıyla arkadaş olduğudur: Maltrapillo (Slovak) takma isimli Morato (Murat). Murcialı bu haydudun Hasan Paşa’nın en sevdiği haydutlardan biri olduğu iddia ediliyor. Bu iddia Cervantes’in köleliği sırasında Naip üzerinde gösterdiği etkiyi açıklamıyor; fakat belki de bunun sonucu olarak Hıristiyan köleler üzerinde gösterdiği etkiyi açıklıyor.

Korku saçan esirini kendine daha yakın tutmak isteyen Hasan Paşa, onu efendisi Déli Mami’den 500 altın karşılığında satın aldı. Artık Naip’in esiri olan Cervantes geleneğe göre tüm angarya işlerden muaftı, fakat hâlâ zincire vurulması gerekiyordu. Köle olmasının üzerinden iki yıl geçmişti. İspanya kralının kâtibi Mateo Vasquez’e şiirsel mektubunu yazdı. Bu mektup yirmi beş yıl kadar önce Altamira ailesinin arşivlerinde keşfedildi ve Cervantes’in biyografisiyle bağlantılı en önemli belgelerden biri haline geldi. Seksen bir bentten oluşan ve Parnassus’a Yolculuk’un hece ölçüsünü kullanan bu şiir, otobiyografik bir tasvirle başlar. Şair, denizde ve karada yaptığı işleri anlatır ve Cezayir’deki Hıristiyan kölelerin ayaklanmasını, İspanyol donanmasının da onlara yardım etmesini teklif ederek bitirir. Kralın olağanüstü babası V. Charles’ın başladığı işi bitirmesi için yalvarır. İspanyol donanmasının gelip hücre kapılarını açmasını dört gözle bekleyen zavallı Hıristiyanlara acıması için ona yakarır. Şair anavatanlarının kutsal kıyısını neredeyse görebilecek kadar yakın olan fakat zincirler içinde kıvranan zavallıların durumunun soylu kalpleri acımayla dolduracağına emindir.

Düşmanın ülkesi zayıftı, şehirleri iyi savunulmuyordu, muhafızları soy ve ırk olarak farklıydı, yalnızca ortak bir inanç ve kazanç tutkusuyla bir arada duruyorlardı. Bu macera umutsuz sayılmazdı ve II. Philip şövalyelikten ya da ulusal görev duygusundan bir nebze bile etkilenmiş olsaydı Cezayir’i almakta başarılı olurdu. Haedo şu öngörüde bulunur: “Cervantes’in cesareti, çalışmaları ve projeleri, eğer kaderi kadar yüce olsaydı Cezayir günümüzde Hıristiyanlara ait olurdu.” Fakat Mateo Vasquez’e yazılan mektubun21 kraliyetin eline ulaştığına dair hiçbir kanıt yok. O “sevecen yürek” (Cervantes’in II. Philip’e yönelttiği ifadeler hep ironi ihtimali taşımaktadır) o sırada daha güvenli ve daha cazip bir macerayla (Portekiz’in alınması) meşguldü. Bu krallığın tahtı, ele avuca sığmayan Don Sebastian ve ordusunun Alcàzarquiver’de yaşadığı felaket nedeniyle boş kalmıştı.


Cervantes, Hasan Paşa’nın huzuruna götürülüyor.


Her adımını izliyor gibi görünen talihsizliğin cesaretini kırmasına izin vermeyen Cervantes bu dehşet verici hapishaneden kaçmak için birkaç girişimde daha bulundu. Son başarısızlığından kısa bir süre sonra Oran valisine gizli bir mesaj göndererek sınırda kendisi ve bir grup köleyle buluşması için ona yalvardı. Cervantes’in mektubunu taşıyan adam yakalanıp Naip’in huzuruna çıkarıldı; Naip birinin kazığa oturtulmasını, diğerinin ise falakaya yatırılıp iki bin sopa yemesini emretti. Cervantes bir kez daha bağışlanarak tüm Hıristiyan ve Müslümanları şaşırttı ve kurtuluş girişimlerine bir kez daha devam etti. Eylül 1578’de Abdurrahman adında bir İspanyol haydutla karşılaştı. Granada’da eğitim görmüş olan Abdurrahman ve Cezayir’de yaşayan iki Valencialı tüccarla birlikte kaçış planı yaptı. Tüccarlar kendi paralarıyla silahlı bir gemi sağlayacaktı. Bu gemi altmış önemli köleyle birlikte, Cervantes’in komutası altında yola çıkacaktı. Bu girişimdeki hain Blanco de Paz adında Argonalı Dominikan bir rahipti. Kutsal Engizisyon ajanı olduğu söylenen de Paz, bilinmeyen bir nedenden ötürü Cervantes’e karşı derin bir nefret duyuyordu. Gizemli davranışları nedeniyle Cervantes’e Cezayir’de çok sorun yaratmış olan bu adam, Naip’in huzuruna çıkarak planı anlattı ve yazara hakaret etti. Kutsal Engizisyon’un Cervantes’in hayatına müdahalesi (bu ilk veya son değildi) İspanyol biyografi yazarlarının inanç konularındaki alışılmış tutuculukları nedeniyle atlanan bir detaydır. Kutsal Engizisyon’un Cezayir’de istediği zaman Naip’in huzuruna çıkabilen bir ajanı olduğu gerçeği bile başlı başına tuhaf. Blanco de Paz’ın verdiği bilgiler üzerine Cervantes bir kez daha Hasan Paşa’nın huzuruna çağırıldı ve ona yardım eden herkesin öldürüleceği duyuruldu. Cervantes gönüllü bir şekilde geldi ve kendini Naip’e takdim ettiğinde yakalanarak elleri ve ayakları bağlandı. Daha sonra boynuna bir halat geçirildi ve ölümle tehdit edildi. Bir kez daha korkusuz davranışları ve “zeki cevapları” nedeniyle Naip’in onu affettiğini görüyoruz; fakat bu sefer onu kendi sarayında bulunan Mağribiler zindanına kapattı, üzerine fazladan zincirler vurdurdu ve muhafızların ona özellikle dikkat etmesini emretti. Cervantes’in davranışlarına şahit olan esirlerden biri olan Luis de Pedrosa, bu cezalara ve tükenmek bilmeyen talihsizliğine rağmen Cervantes’in neşeli, kararlı ve dayanıklı oluşunun Naip’in hoşuna gittiğini, Cervantes’in “Hıristiyanlar arasında büyük bir üne, övgüye ve onura kavuştuğunu” söylüyor. Cezayir’in Topografyası eserini yazarken Cezayir’de esir düşmüş yüksek rütbeli insanlarla söyleşen Haedo’nun yazıları, Cervantes’in olağanüstü enerjisi, cesur kaçma girişimleri ve diğer köleler üzerindeki eşi benzeri görülmemiş etkisi nedeniyle fazlasıyla dikkat çektiğini kanıtlıyor. Haedo (kitabı 1612 yılına kadar basılmamış olsa da kanıtlara göre Don Kişot’tan önce yazıldığı için Cervantes’in yazarlık ününden etkilenmesi mümkün değildir) Cervantes’in esaretinin “Cezayir’deki en kötü esaretlerden biri” olduğunu açıkça belirtir. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı dikkat çekmesi, Cezayirlilerin değerini olduğundan fazla sanması ve ailesinin fidyeyi ödeyememesi gibi nedenlerle gerçekleşen bu durum, neyse ki yakında sona erecekti. 1579 yılında II. Philip’in Portekiz’i işgal etmek için yaptığı büyük hazırlıklar, amacının Cezayir’e saldırmak olduğunu düşünen Berberiler arasında büyük bir korku yarattı. Daha fakir olan kölelerin durumu, savunmalarını güçlendirmek isteyen Cezayirlilerin koşulları daha da ağırlaştırması nedeniyle kötüleşmişti. Öte yandan efendiler kölelerini paraya dönüştürmek için daha istekli hale gelerek fidyeleri düşürmeye başladılar. Cervantes’in arkadaşları, serbest bırakılması için talep edilen parayı biriktirmeye çalışmaktan asla vazgeçmediler; fakat mevcut imkânlarıyla bunu başarmaları mümkün değildi. Mart 1578’de baba Rodrigo Cervantes, kralın konseyiyle görüşerek oğlunun hizmetlerini hatırlatıp onu kölelikten kurtarmaları için yalvardı. Sesa Dükü, Cervantes’in kral için savaşmış cesur bir asker olduğunu, onu terfi için bizzat önerdiğini ve kendisinin tüm iyilikleri hak ettiğini söyleyerek babanın sözlerini destekledi. Baba Rodrigo Cervantes, 1579 yılında ölünce Miguel’i serbest bırakma görevi Miguel’in annesi ve dul kardeşi Andrea’ya kaldı. İki kadın kendi aralarında 300 duka (İngilizlerin 35 pounduna denk bir meblağ) toplamayı başardı. Başka kaynaklardan, büyük oranda borç olarak (Miguel bu yükü yıllarca taşımak zorunda kaldı) 300 duka daha toplandı ve tüm meblağ Kastilya’nın resmi vergi memuru olan Papaz Juan Gil’e teslim edildi. Cervantes duyduğu minnettarlıktan ötürü bu iyi, dindar adamı ölümsüzleştirmiştir.

Papaz Gil, Mayıs 1580’de 600 dukayla Cezayir’e geldi. Fakat Hasan Paşa, Cervantes için belirlediği 1000 dukanın altına düşmemekte kararlıydı. Kendisi köleyi eski efendisi Déli Mami’den almak için bu paranın yarısını ödemişti. Hasan, hükümeti tarafından geri çağırıldığı ve Konstantinopolis’e dönmek üzere olduğu için Cervantes’i çoktan pranga ve zincire vurulmuş halde kadırgalarından birine yerleştirmişti. Son anda, kadırgalar demir alırken Papaz Gil, yerel tüccarlar ve diğerleri arasında (bunların arasında arkadaş canlısı “Slovak”ı da sayabildiğimiz için sevinmeliyiz) gösterdiği çaba sayesinde 500 İspanyol altını daha toplamayı başardı ve Hasan bu ödemeyi kabul etti. Böylece Cervantes beş yılını köle olarak geçirdikten sonra bir kez daha özgürlüğüne kavuştu.

İspanya’ya gidemeden önce eski düşmanı Blanco de Paz’ın bitmek bilmeyen kötü niyeti, Cervantes’in Cezayir’de kalış süresini bir kez daha uzattı. Cezayir’de Cervantes’in hayatına kastetme girişimleri başarısız olan adam, İspanya’da Cervantes’in köleyken yaptıkları hakkında yalan haberler yayıyordu. Hizmetleri nedeniyle kralın kendisine iyi davranacağını düşünen ve İspanya’ya döndükten sonra sivil ya da askeri bir iş bulma umudu taşıyan Cervantes için anavatanına döndüğünde insanların hakkında iyi şeyler düşünmesini sağlamak çok önemliydi. Yargılama o sıralarda olağandışı olarak değerlendirilmiştir, fakat bugün çoğumuza gereksiz görünecektir. Yine de Papaz Juan Gil’in huzurunda toplanan bir yargı kurulu Miguel de Cervantes’in kölelik sırasındaki davranışlarını incelemeye koyuldu. İçlerinde Cezayir’de köle olmuş ya da halen köle olan yüksek rütbeli kişilerin de olduğu birkaç tanık çağırıldı ve dava Blanco de Paz’ın Cervantes’e iftira attığını düşünen yargıç Papaz Juan Gil’in kutsal ifadesiyle sonlandı. Davanın raporlarıyla tanıkların listeleri günümüze ulaşmıştır ve bu belgelerden Cervantes’in Cezayir’de geçirdiği hayat hakkında son derece detaylı, canlı ve acınası bir tablo çizmek mümkündür. Aralarında o sırada Cezayir’de olan hatırı sayılır kişilerin de bulunduğu tanıkların hep bir ağızdan hevesli ve istekli bir şekilde sevgili silah arkadaşlarını korumaları oldukça dokunaklıdır. Ondan, tüm romantizm şövalyelerini onurlandıracak şekilde bahsederler; tehlike karşısındaki cesaretini, acı karşısındaki sarsılmaz duruşunu, sıkıntıdaki sabrını, eyleme geçerken sergilediği korkusuzluğunu ve becerisini överler. Miguel de Cervantes beş yıllık esareti sırasında tiranların öfkesini dindirdiği, sinirlerini yumuşattığı kadar diğer kölelerin kalbini kazanmayı da başarmıştır22.

Böylece dünyanın gözünde henüz sadece bir asker olan “Lepanto sakatı” geçmesi gereken çetin sınavı ardında bırakmıştır. Biyografi yazarlarının genellikle aceleyle geçtiği bu esaret kısmı detaylı bir şekilde anlatılmalıdır, çünkü asker bu sıkıntıyla boğuşurken bir yazara dönüşmüştür. Hayatını mahvedip romantizm hayallerine son veren Cezayir, Don Kişot’u yaratacak kaliteli insanlığını ortaya çıkarmıştır. Tüm hayatında ve tüm eserlerinde Cezayir’de aldığı zorlu eğitimin izlerini görmek mümkündür. Cezayir’de insan doğasını daha geniş bir açıdan görmesini sağlayan, bilgisini artırıp hoşgörüsünü yükselten deneyimlerin onu ne kadar etkilediği, tüm ırklardan ve soylardan insanların toplandığı bu ilginç küçük dünyaya, esaretine ve oradaki karakterlere yaptığı göndermelerden anlaşılmaktadır. Birçok oyununda mekân Cezayir, konu ise kendisinin ve arkadaşlarının maceralarıdır. Birçok romanında Cezayirli korsanlar ve Hıristiyan köleler görülmektedir. Don Kişot’ta esir Luis de Viedma’nın başından geçenleri anlatan bir bölüm (Cervantes’in arkadaşlarından birinin gerçek hikâyesi olduğuna şüphe yoktur) ile Morisco Ricote ve kızının dokunaklı hikâyesi vardır. Tüm eserlerinde Doğu fikirleri ve ifadelerinin tekrarlandığını görebiliyoruz. Cezayir’de yaşadıklarının en dikkat çekici sonucu ve kendi iyi niyetiyle gönül zenginliğinin en büyük kanıtı ise o insanlara karşı hoşgörü ve merhamet göstermekten asla vazgeçmemesidir. Bu, o dönem için oldukça olağandışıdır ve büyük İspanyol yazarları arasında onu eşsiz kılan bir özelliktir.

bannerbanner