Читать книгу Ablam – Ustam Emine Işınsu (Hasan Kallimci) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Ablam – Ustam Emine Işınsu
Ablam – Ustam Emine Işınsu
Оценить:
Ablam – Ustam Emine Işınsu

4

Полная версия:

Ablam – Ustam Emine Işınsu

(Bu mektupta Işınsu; Töre’ye gönderdiğim, orada yayımlanmayan “Girdap” adlı hikâyem üzerindeki görüşlerini belirtmektedir. Bu vesileyle ustamın, arkadaşı (merhum) Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun hikâyeleri hakkındaki görüşlerini de öğreniyoruz.)

“15 Mart 1979

Kardeşçiğim, “Düğün”ün başına gelene üzüldüm. Yalçın’da gelen her yazıya kendinden bir şey ilâve etmek huyu vardı. Gereksiz tenkide uğramışsın, Elazığlıya da yaz bunu… Şimdi gelelim Girdap’a, işin doğrusu ben bunu hikâye diye koymam. Baştanbaşa nutuk, kör gözü gördürecek propaganda! Fakat bu Tekin eğer Cengiz Şen5 ise –ki öyle görünüyor-. Bu yazdıklarını hatıra diye yazıp, çocuğun asıl ismini verip, mümkün olduğu kadar propagandadan uzak, -olay zaten yeterli her şeyi anlatmaya- daha sıcak ve bilhassa samimî yazamaz mısın?

Çocuğun sana gelişleri, yazıları bilhassa girdap üzerine konuşması, dış görünüşü, heyecanı, ümitleri vs vs… çok iyi olur. Ama senin gazetede neler yaptığın, gazoz faslı, çimento bilmem nesi, deprem (bu eğer Cengiz’le ilgisi varsa girebilir) falan gereksiz. Neye ağırlık veriyorsun, Tekin’e mi, senin gazete çalışmaların ve gençleri yetiştirmekteki hünerine mi, yoksa çimento yolsuzluğu, deprem yolsuzluğu mu?… Pek çok şeyi bir araya koymuşsun, hepsine aynı derecede önem vermişsin, asıl mesele kaynayıp gitmiş.

Gel sen şunu hatıra olarak yeniden ele al. Yahut hikâyeyi, hikâye yap, uzun uzun ders vermeğe kalkma… Bak Hacıeminoğlu da öyle yapar hikâyelerinde. Tartışırız. O, gençler için bu yolun çok faydalı olduğunu söyler. Kendince haklı. Fakat onun da Londra’dan yazıp gönderdiği bir hikâyeyi ben basmamış, Hisar’a yollamıştım, o da basmadı, Devlet’e verdik. Onlar da yüz vermediler. Hikâye kaynayıp gitti. Hacıeminoğlu dehşetli kızdı ama ne yapalım her yazının bir yeri var.6 Girdap bu haliyle Töre’ye girmez. Ama kıyamıyorsan değiştirmeğe, başka bir yere yolla… Belki mahalli gazetede falan iyi gider, ne de olsa, o mahallin hikâyesi, bu yüzden ilgi çeker. İşte böyle kardeşçiğim, sana hayırlı günler, başarılar diliyor, sevgi ve selâmlarımı yolluyorum.

E. Işınsu Öksüz”

-6-

Yine “Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazdığı bir mektup:

(Işınsu bu mektubunda, “Bu İnsanlar” adlı hikâyem hakkındaki görüşlerini belirtmiş.)

“25 Haziran 1979

Sevgili kardeşim Kallimci,

İşte hikâyen. Ruhuna dokunmadan, bazı teferruatları atarak ve senin vurgulamak isteyip de ayrıntılar arasında kaybettiğin fikirleri vurgulayarak yeniden yazdım. Dursun’un ruh hâliyle ilgili bir iki şiirli cümle. Daha iyi oldu sanıyorum. Dün bütün öğleden sonra çalıştım üzerinde, bugün Allah’ın izniyle Ercilasun’a ulaştırmaya çalışacağım. Eğer vakit ciddî olarak geçmişse, sana bildiririm. Hisar veya Türk Edebiyatı’na yollarsın… Çocuğum, (yaşın her neyse bir yerde çocuğum sayılırsın) dinle bak; sende olması lâzım gelen hırs yok. Yazıp göndermişsin hikâyeni, ben vicdan azabı çekiyorum, belki nezaketinden “Aman abla boş ver, uğraşma…” diyorsun. Hayır… “Lütfen uğraş abla” diyeceksin. Bu bir. İkincisi, fazla teferruata kaçıyorsun, dediydi, dedimdi… ıvırdı zıvırdı. Bunlar roman işi. Öyle uzun hikâye basan dergilerimiz olsa, neyse. Fakat biliyorsun, kısa hikâyeyi tercih ediyorlar. Az, öz… Çok güzel konular buluyorsun, dikkatle işlemiyorsun. Kelime haznen dar… Vermek istediğin manaya en uygun kelimeyi ara mutlaka, düşün üzerinde. Yahya Kemal, bir şiirin üzerinde, bir kelime üzerinde yıllarca düşünürmüş. Düşünürmüş de, bulduğu kelimeler bu yüzden istediği anlamları tam verebilmekteler. Sonra bir savrukluğun var, imlâya dikkat etmemişsin, kopyanın 8. sayfasını da müsabakaya gönderdiğin hikâyeye eklemişsin. Dikkatli ol. Titiz ol… Bak, ilk hikâyende tenkit ettiğim nutuk faslını atmışsın burada, çok iyi… Şimdi lütfen çocuğum şu sözlerimi de ciddiye al… Cümleler hep tek-düze gitmesin. Oyna üslûpla. Ben kendimce oynadım; anlatım daha hareketlendi sanırım. Aslında sen kendin, kendi üslûbunu bulacak, seçeceksin… Ben hikâyeci değilim, biliyorsun. Yazmaktan da sıkılırım. Yani demek istiyorum ki, sana daha fazla yardımcı olmaya, yeteneğim, bilgim kâfi değil. Belki Sevinç Çokum, sana daha iyi yardımcı olurdu. O, esaslı.

Ama işte, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Çünkü Allah şahidimdir, gerçekten senin çok iyi yetişmeni istiyorum. (Sigara içmesen de!) Şimdilik eyvallah… Allah yardımcın olsun. Hâne halkına selâm, sevgi.

E. Işınsu Öksüz”

-7-

“Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazılmış mektup:

“4 Eylül 1979

Değerli kardeşim, Dün gece yarısı tatilden döndük, bugün yazıhanede mektubunu buldum. Sağ olasın, sıhhatimle ilgilenmen beni çok duygulandırdı. Fakat çocuğum, kime bırakabilirim dergiyi?… Bu işin meraklısı, aşırı meraklısı Yalçın İzbul bile, bir yılda “pes” dedi. Hem de iyi değil, kötü çıkarıyordu Töre’yi maalesef. Aslında memleket iyi şartlarda olsa, çocuklarıma bilhassa Yağmur’a karşı duyduğum sorumluluk hafiflese, bir sürü işi kıvırabilirim. Senin başına gelen, hafifi güya, bir sürgün, az mı üzücü? Her ölenle ölmek, işkence çekenlerle işkence çekmek, geleceğe güven duymamak, şu zavallı ve aptal milletimiz için ıstırap çekmek. “Allah’ın dediği olur, ahmak derdinden ölür.” Çok doğru bir lâf, ancak ben ezelî ve dahî ebedî bir “ahmak” olmaya mahkûmum galiba!

Ayşe Hanım’ın7 bende hiç yazısı yoktu ki basmamış olayım. Bir zahmet kendisine izah et durumu. Bir yıl dergiyi Yalçın’ın çıkardığını, benim hiç karışmadığımı falan. Yoksa kendisine hürmetim var, gıyabî sevgim ve takdirim var. Lütfen yazsın.

Senin yazın girecek inşallah.

Ne münasebet bana niçin zahmet vermiş olasınız, Töre’de kalmakla. Bunu ben istedim samimi olarak. Ve sizi akşam yemeğine davet edemediğim için ziyadesiyle mahcup oldum. Ancak gerçekten eve gidip misafir için yemek hazırlayacak vaktim ve gönlüm müsait değildi.

Mektubu kesiyorum, avukat arkadaşına, soranlara selâm.

Yeni yerinde Allah seni muvaffak etsin, hayırlı günler ihsan etsin.

Ailene ve sana selâmlar kardeşim.

E. Işınsu Öksüz”

-8-

“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı mektup:

“21 Nisan 1980

Kardeşçiğim,

Mektubunu şimdi aldım, derhal cevap vermesem yine kaynayacak. Kasıtlı kaynamıyor. Sağlığım hiç iyi değil. Ameliyatlı dizimi çok yormuşum, tekrar şişti, topallık falan. Doktor kesin istirahat diyor, bir sürü ilaç alıyorum vs vs. Romanım ilerlemiyor, bu yüzden de moralim bozuk. Her neyse, yazıhaneye az geliyorum. Ve mektuplara cevap veremiyorum. Ben, K. B.’lığı Çocuk ve Halk Kurulu’na seçilince, zaten Ekrem’e8 söylemiştim. “Kallimci’nin hikâyelerini toplayalım, bir de dilekçe yazalım, ben imzasını atarım, kurula havale edelim.” diye. Derken senin mektubun geldi. Düşündüğümü yapmışsın. Bu ay İstanbul’da iki gün önce toplantı yapıldı, tabi ki gidemedim. Bilmiyorum senin kitaplar geldi mi? Önümüzdeki ay inşallah Ankara’da olursa toplantı, katılacağım ve senin kitaplardan bir ikisini alırım tetkik için. Merak etme. Çokum’a, Cilasun’a falan da –nazımın geçtiği kimseler- söylerim, tesir edebilirim.

Müsabakaya gelince, vallahi beni seçici kurula almışlar, ancak kuralları hakkında hiçbir fikrim yok. Ayrıca hikâyeler Atatürk’le mi ilgili olacak, onu da bilmiyorum. Melin Hanım’a bir sorayım, sana bildiririm… Eğer Atatürk’le doğrudan ilgi olmayacaksa, Divan’a katıldığın hikâyeyi, burada mutlaka değerlendir. Sana yolladığım kopya üzerinden, bir de sen geç, öyle. Divan’dan bir çocukla görüştüm, o müsabakayı bir hayli kaynatmışlar, anladığım kadarı ile. Çocuk, “En güzeli Kallimci’nindi, fakat galiba geç kaldı, hikâye Divan’daydı,9 yayınlanacaktı” falan gibi lâflar etti. Şimdi senden ricam, katılacağın hikâyeleri yine önce bana bir yolla, tenkitlerimi al, sonra temize çekip K. Bakanlığı’na yolla… Şimdi öbür hikâye üzerindeki eleştirilerimi hatırlamıyorum, sen hatırlıyor isen, lütfen onları nazarı itibara al.

Şimdi netice: 1-Bakanlık müsabakası hakkında ayrıntılı bilgi edinince, sana yazacağım. Ama sen beni beklemeden, hikâyelerini yazmaya koyul. 2-Kurula gelen eserlerin için ancak iki kişiye tesir edebilirim, bir de ben, üç. İnşallah, şu geçtiğimiz toplantı, -ki üçümüz de yoktuk- dağıtılmamıştır kitapların. Doktor da bana sigarayı yasak etti, yine de içiyorum! Bu konu seni ilgilendirdiği için, özellikle yazdım!!! Sana hayırlı çalışmalar, hayırlı başarılar kardeşim. Işınsu”

-9-

20 Mayıs 1980 tarihli, “töre” antetli kâğıda kırmızı tükenmez kalem ile yazdığı, iki yaprak-dört sayfalık- mektup:






“20 Mayıs 1980

Kardeşçiğim,

Bu kalemle yazdığım için kusura bakma başkasını bulamadım. Daktilo da evde… Hikâye kitabını dolduracak şekilde 3 hikâyeden meydana gelecekmiş ve I. mükafat 25 bin TL. Roman 50 bin TL. Asıl mühimi 30-50 sayfalık film hikâyesi. İskenderler buna 75 bin TL. mükâfat verirler. Gayet saçma! Bana şartnâme getireceklerdi, daha gelmedi. Bu ayki toplantı İstanbul’da idi, ayın 18’inde. Oysa biz İzmir’deydik. Kayınbiraderim evlendi 17’sinde. Bugün döndük Ankara’ya.

Senin hikâyeni Sadık K. Tural’a söyledim. “Divan’da olduğundan haberim yok. Ercilasun onu geciktirmiş. Müsabakaya girmedi. Sonra kime vermiş bilmem!” dedi. Ercilasun da “birisine” verdiğini iddia ediyor. Anlayacağın o iş karışık. Herhalde gençlerin elinde bir kenara atıldı. İstanbul’da benimle konuşan Şevket Çalık; “Divan’da basacaklarını ve güzel bulduğunu” söylemişti. Her neyse ben Sadık’a; bulunsa dahi yayınlanmamasını söyledim. İstersen o hikâyeyi, film hikâyesi hâline getir.10 Ama 30-50 sayfaya uzatmak bir felâket olur! Aslında film hikâyesi 4-5 nihayeti 7-8 sayfayı geçmez. Senaryo ise en azından 100-150 sayfa olur. Ne halt edip de böyle bir kural koydular anlamadım. İkisi arası bir şey olacak herhalde. Yazabilir misin? Mamafih elin hikâyeye yatkın, onu da deneyebilirsin. Uzun boylu sahne düzenlemelerine filan kalkışma. Sahnede dekor bir hayli mühim. Çok sade halletmeye, icabında sahneyi 2’ye 3’e bölerek, ev-sokakdükkân falanı yerleştir. Basit dekor kullan. Modern tarzda yani… Herifler çıplak sahnede bile oynuyorlar biliyorsun.

Haydi canım, kalemine kuvvet; aklına, yeteneğine sağlık, gönlüne huzur.

Selâmlar, T.T.K.

E. Işınsu Öksüz

Mühim Not: Sait Faik’i okudun mu? Mutlaka oku. Adamın şusu busu bir tarafa gerçekten çok iyi bir hikâyeci. Tesir altında kalma ama faydalanacak şekilde oku”.

-10-

“Töre” antetli beyaz kâğıda, daktilo ile yazdığı bir başka mektup:

“26 Ocak 1981

Değerli kardeşim,

Ne iyi ettin de yazdın, sana cevap verememiş olmak içimde bir yara gibiydi. Tahmin edersin eylülden beri son derece kesif bir sıkıntıya girdim, adetâ bir bunalım… Hayır yavrucuğum, Kültür Bakanlığı’ndaki işlerinin iyi gitmesi ile benim hiç ilgim yok, orası ile çoktan kestiler ilgimi. Başarını tamamıyla kendine borçlusun.

Sorularına cevap vereyim: Sözcü’nün çıkması için fikrî yardımda, ilgi ve teşvikte bulunduk ama dergiyi biz çıkarmıyoruz. Tamamıyla Avni Özgürel çıkarıyor, finanse ediyor falan. Dedikodu yazmaya kendim talip olmuştum ama Avni bana malzeme verecekti. Bu çeşit yazılar için ortada bulunmak, oraya buraya girip çıkmak, sosyal-siyasî bir yaşantıyı sürdürmek gerek ki benim yapabileceğim iş değil… Böylece malzeme sıkıntısı çektim, baktım yazdıklarım bir şeye benzemiyor. Ayrıca benim dedikodu yazmamı yadırgayanlar da oldu, Bilge Erdem vs gibi. Eğer yazdıklarımdan memnun olsaydım, başkalarının fikri ilgilendirmezdi, çünkü bu çeşit yazı, romanın bir parçası gibi, roman üslûbumu bozmuyor. Fakat işte beğenmedim ve vazgeçtim… Hiç kimse de, “İyi oluyordu devam etseydin” demedi, demek ki sahiden lüzumsuzmuş o köşe. Böylece bitti.

Kayıhan galiba Almanya’da imiş, bize bir eyvallah bile demeden gitti. Alper11 dergisini çıkarıyor, o, beni hiç sevmez, pek arada sırada işi olursa arar. İyidir. Burhanettin, AP’lilerin çıkardığı bir dergide çalışıyor, HÜRYURT ismi…

Evet romanım 28 Ağustosta bitmişti, hemen temize çekip, şu günlerde yayınlamayı düşünüyordum. O zamandan bu zamana ancak 30 sayfa kadar temize çekebildim. İçimde hiçbir arzu yok, yazmak için. Beğenmedim romanı galiba. Ve galiba artık romancılığım da bitti diye düşünüyorum. Görüyorsun ya, hiç de iyi değilim. Töre için göstermelik bir arama yaptılar, İskender’i beş altı saat götürdüler, sonra sorgusuz sualsiz bıraktılar. Derginin çıkmaması matbaa meselesi… Çıktı. Kasım ve Aralık birlikte şu sıralarda postalanıyor. Ocak ve Şubat bir arada inşallah Şubat’ın ilk haftasında çıkıyor. Güzel bir sayı oldu, bundan böyle zamanında ve güzelliğini muhafaza ederek çıkacağını sanıyorum, Allah izin verirse. Genel sıkıntılara ilâve olarak bazı özel sıkıntılarım da oldu, Yağmur’un lise son sınıftan okulu terk etmesi gibi… Allah beterinden saklasın. Şu günlerde “genel sıkıntılar” konusunda bazı iyileşme havadisleri alıyoruz, isterim ki doğru olsun.

Şükrü Elçin (Prof. Dr.) zaten eskiden de, bizim kurulun başkanı idi. Nilüfer Hanım için, Ahmet Bican “iyidir” dedi… Başka fikrim yok.

Çalışmalarına devam etmen çok çok iyi bir şey. Allah senden razı olsun. Sağlığının ve neşenin yerinde oluşuna da çok sevindim, daim olsun.

Sevgili çocuğum sen bana bakma, arada sırada bilhassa genel sıkıntılar dolayısıyla böyle bunalıma girdiğim olur. Düzelmek için gayret sarf ediyorum.

Sana cevap veremediğim için lütfen kusuruma bakma, arada sırada yazıp, kendinden haber ver. Ailecek, hepinize sevgi ve selâmlarımı gönderirim.”

(İmzasını kara kalemle atmış ve alt tarafa yine aynı kalemle şunu yazmış:)



“Hikâye I.si enfes, ne yazık ki Yunanistan vatandaşı imiş, Batı Trakya’da oturan bir zat yazarı. İsim, tabii ki müstear.”

-11-

Emine Işınsu’nun el yazısı ile yazdığı, bir başka mektup.

(Üzerinde tarih yok. Bana posta ile gönderdiği “Atlıkarınca” kitabını bana imzaladığı tarih Haziran 1990 olduğuna; ayrıca Denizli’deki edebiyat sohbeti ve imza günü ile ilgili bant ve resimden de bahsettiğine göre; bu mektup 1990 Haziranında yazılmış olmalı.)



“Değerli kardeşim, İLESAM kartını bu kadar geç yolladığım için lütfen kusura bakma.

Video bantı, resimleri aldık, pek çok teşekkür ediyoruz.

Senin ve Ruhi Şirin’in kitapları için bir yazı yazdım, genel oldu. İstediğim gibi beceremedim. Çünkü çocuk kitabı okumaktan, gerçekten nefret ediyorum. Bu kadarcık da olsa, okuyucuya bir hatırlatma oldu, hoş gör. T. Edebiyatı’na yolladım.

Tatlı karına, güzel çocuklarına ve sana hayırlı günler dilerken, en içten sevgi ve selâmlarımızı iletiriz.

E. Işınsu Öksüz

*Atlıkarınca’yı aldınız mı?

*Eylül’den itibaren yeni adresimiz: Kenedi Cad. Nu: 142 / 16 Gaziosmanpaşa – ANK.”

-12-

El yazısı ile yazdığı bir mektup daha:



15 Ocak 1992

“Sevgili çocuk,

Aman ne güzel yazmışsın, ellerine sağlık. İnşallah hemen neşrederler.

Nasılsınız, neler yazıyorsunuz. Eşin ve çocuklar ve sen iyisinizdir inşallah.

Ben yeni bir romanla uğraşmaktayım.

İskender’lerin “damla”12 iflâs etti, İskender artık bilgisayar programları yapmakla meşgul.

Güzel Denizli hatıralarını hâlâ yâd etmekteyiz.

Ömer Beyle, Doktor Beyler13 ve bütün arkadaşlara selâm.

1992’nin cümlenize hayırlar getirmesi temennisiyle… Allah’a emanet olunuz.

E. Işınsu Öksüz”

-13-

Bilgisayarda yazarak ve çıktı alarak gönderdiği iki sayfalık mektup:

(Birinci sayfa tam dolu, ikincisinde üç satır var. Bu aynı zamanda son mektup. Bundan sonra, mektupların yerini telefon konuşmaları aldı. Konuşulan pek çok şey de ne yazık ki uçup gitti.)

“28 Nisan 1994, Ankara

Aleykümselâm kardeşim,

Aa, hayırlı olsun, çok erken değil mi, dünkü çocuklar, “emekli oldum” derler mi?… Sahi neden? Sizler emekli olursanız, bizler ne yapacağız, ölelim bari! Evinde ve bahçesinde vaktini geçiren bir emekli olman hiç hoşuma gitmedi. İnsanı pek yıpratan, içten içe kemiren bir durum. Bana kalırsa, sonbahara doğru kendine bir münasip iş ara. Emeklilik ikramiyenle bir küçük dershane aç, meselâ? Yetmez mi para?… Evinde de ders verebilirsin ama maksat evden çıkmak, dünya ile ilişkiyi kesmemek… Aman yavrum, yazı bahçenle uğraşarak geçir ama sonbahara doğru seni bir “işde” görmek istiyorum, öyle fazla para getirmese de olur, maksat çalışman, paslanmaman… Ağabeyim erken emekli oldu, yaşlandı, şimdi bol bol uyumaktan başka bir şey yapmıyor, oysa fotoğrafçılık, ressamlık, müzik gibi de hobileri vardı, hepsini bıraktı, çok kötü. Allah etmesin, insan böyle bunar. Yahut hastalık hastası olur. Kendine iyi bak çocuk, maddî manevî kendini geliştirmeye çalış… Gelişmenin, tekâmülün yaşı yok, insan isterse her gün yeni şeyler öğrenebilir… Öğrenecek öyle çok şey var ki… Oku, yaz ama bir işin de olsun. Eğer dışarı meşguliyetin olmazsa, yarın okuma yazma da seni tatmin etmeyebilir… İşte sana abla nasihati.

Cumhuriyet Türküsü hakkındaki sözlerine çok teşekkür ederim, okuyup, fikirlerini yazman beni çok duygulandırdı… Hemen hiç sözü edilmedi bu romanın… Kimi Atatürk’ü övdüm diye kızdı, kimi dilini beğenmedi, sıkıcı bulanlar oldu falan filan. Her neyse ben o romanı yazdığım için memnunum. Keşke daha iyi olabilseydi, ama işte bu kadar yazabildim. Bence biz yazarların görevi bu… Osmanlı’nın çöküş sebeplerini irdelememiz lâzım… Lâzım, lâzım, dediğin gibi bir Vietnam edebiyatını geçemedik ne romanda, ne filmde. Kurtuluş’u seyrettin mi, fena değildi ancak yüzeysel bir anlatım, derinlere insan psikolojisine inmemiş pek. Konu geniş, detaylı, uzun… Bir tarafından, bir açıdan bakıp anlatmak lâzım. Ben elimden geldiği kadar tarafsız olmaya, hak yememeye gayret ettim. Keşke sen de çocuklar için yazsan bu konuları, fazla hamasi olmadan, onların anlayacağı gibi, insafla, sevgiyle.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi

2

Eserlerinin listesi, Ihlamur Yayınları arasında yayımlanan Emine Işınsu Armağanı (2020) adlı eserden alınmıştır.

3

Burhanettin ÖZBİLİCİ

4

Ülkücü Düğünü, Töre Dergisi, sayı 90, Kasım 1978

5

Cengiz Şen, Denizli’nin ilk ülkücü şehididir (1979).

6

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Ocağı’nın davetlisi olarak Denizli’ye geldiğinde, şube başkanı Şadi Çetinkaya ile birlikte, yemekte, “Hocam, dergilerde hikâyelerini görmez olduk.” demiştim. Merhumun yarasını deşmişim. “Hikâyeleri edebî toplantılar için gittiğim yerlerde yazmaya ancak fırsat bulabiliyorum. Fakat bizimkiler benim hikâyelerimi basmıyorlar.” diye yakınmıştı.

7

Denizlili yazar Ayşe Özdemir.

8

Ekrem TEKTAŞ

9

Yeni Divan dergisi

10

Bahse konu olan, “Bu İnsanlar” adlı hikâyemdir. Ablam, Ustam Emine Işınsu tashih ve düzeltmeleri yaptıktan sonra Yeni Divan dergisinin Eylül 1980 tarihli 5. sayısında yayımlanmıştır. (Bu madde Prof. Dr. İskender Öksüz tarafından yazılmıştır.)

11

Alper AKSOY

12

Damla Animasyon, İskender Öksüz’ün bir arkadaşı ile birlikte, Ankara’da kurduğu çizgi film şirketi.

13

Ömer Bey: Ömer Albay; Doktor Bey: Doktor Şadi Çetinkaya.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner