Читать книгу Aşk’a Doğru (Ebru Yavuz) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Aşk’a Doğru
Aşk’a Doğru
Оценить:
Aşk’a Doğru

4

Полная версия:

Aşk’a Doğru

Gül kokusu sinmişti üzerime

Öyle sık nefes alıyordum ki, havasız kalan, gafletten çürüyen bedenime can geliyordu. Her nefeste diriliyordum. Rabbimin bir ikramıydı bu. Yüreğime işlenen El-Hamîd ismi şerifiyle tüm azalarımla zikirdeydim. Çıkmak istemiyordum mescitten. Ama otelimize gitmek ve yerleşmek zorundaydım. Gözlerimde bir şelale oluşmuştu. Oluk oluk yaşlar akıyordu ayrılırken. Gözyaşlarımı avucuma alıp yüzüme sürüyordum. Her bir damlası gül kokuyordu. Efendimiz s.a.v. kokuyordu.

Otelimize yerleşip dinlenecektik. Kaldığım odadan yeşil kubbeyi görüyordum. Bu ne hoş bir ikramdı. Geceyi Mescid-i Nebevî’de geçirmiş, sabahına huzuruna kabul edilmiştim. Gül kokularıyla da uğurlanmıştım. Lütfedileni düşündükçe yerimde duramıyordum. Heyecandan yerlere göklere sığamıyordum. Biz görmeden böyle sevdik, sahabeler sen gidince ne yaptılar, nasıl teselli ettiler kendilerini, diye düşünüyordum. Gözümün yaşı dinmiyordu. İlk kez yaşadığım bu duygular hem inanılmaz bir haz veriyordu hem de katlanması zor geliyordu.

Medine’de birçok yere ziyarete gittik. Gittiğim yerleri, ziyaret ettiğim zatların ismini daha önce duymamıştım. Medine’yi yeniden keşfediyor, her gördüğüm güzelliğe âşık oluyordum. Kendimi teskin edebilmek için yazıyordum. Duygularımı kâğıda döküyordum.

En çok Uhud’dan etkilendim

Gözümdeki cennet tasviri Uhud’da vücut bulmuştu. Mis gibi kokuyordu. Attığım her adımda Efendimiz s.a.v.’in ayak izini görüyordum. Öyle utanıyor, öyle sıkılıyordum ki… O’nun s.a.v. ayak izinin üzerine basmış olma ihtimalim beni bitiriyordu. Onlarla aynı havayı soluyordum ama öyle cahil, öyle gafildim ki. Aynı yolda yürümeye layık değildim. Lakin lütfu, ihsanı bol olan Rabbim nasip etmişti ve gitmiştim yüz sürmeye. Uhud’dan ayrılınca büyük bir hüzne kapıldım. Gönlümde oluşan aşk yaraları derinleşmişti. Neden hiçbir mekânı bilmiyordum? Neden hiçbir zatı tanımıyordum? Hazreti Hamza r.a.’ın ismini neden ilk orada duymuştum? Halbuki Allâh’ın aslanıydı o. Şehitlerin başıydı. Yâ Hazreti Nesibe r.a.! Uhud muharebesinde, “Sağıma baktım Nesibe, soluma baktım Nesibe,” diye buyurduğu İslam mücahidesini neden o yaşıma dek duymamıştım? Kardeşi hunharca şehit edildikten sonra kardeşine değil de Resûlullâh’a koşan Hazreti Safiye neden hayatımda yoktu! Bunca senelik ömrümde öğrenmekten tanımaktan alıkoyan neydi? Nasıl bir ömür geçirmiştim? Gençliğimi neyle heba etmiştim! Tüm bu düşünceler içimi kırt kırt kemiriyordu. Gözümün yaşı dinmiyordu. Saatin tik takları ilerliyordu ve Medine’deki zamanımız azalıyordu. Yine kömür karası bir hüzün çökmüştü yüreğime. Günümü gecemi karartıyordu. Ayrılmadan, yeniden gelmenin hayalini kurmaya başlamıştım.

Son gün gelip çattı

Arkadaşlarla son bir kez Ravza’yı görmeye gittik. Nasıl olduysa her birimiz başka tarafa dağıldık. Tek başıma kalmıştım. Buluşma noktasına oldukça uzaktım. Akşam vaktiydi. İçimde bir korku vardı. Otele giderken tek başıma karanlık sokaklardan nasıl gidecektim? Mescide telefon alınmıyordu. Mescid-i Nebevi’nin etrafını kaç kez turladığımı hiç hatırlamıyorum. Buluşma saatine çok az kalmıştı ve boğazıma kadar korku ve endişeye gömülmüştüm. Sırtım ateş gibi yanıyordu. Ecel terleri döküyordum. Belki de teslimiyetim ölçülüyordu. Halbuki ben Fahri Kâinat Efendimize misafirdim ve O misafirini yersiz yönsüz bırakmazdı. O zamanlar bunu düşünemeyecek kadar toydum. Baktım ki kimseyi bulamıyorum, Yeşil Kubbe’nin karşısına geçerek Resûlullâh’tan yardım istedim. “Yâ Habibullâh, bu âcizi Rabbim Sana misafir etti, ne olur beni burada yalnız bırakma! Rabbimden bana bir yol göstermesi için duanı üzerimden eksik etme!” diyerek selâmladım. Çaresizdim. Rabbime sığındım. Artık o yolu tek başıma gitmek zorundayım diye düşündüm. Yeşil Kubbe’yi de selâmladım. Elimi kalbime götürdüğüm an bir arkadaşımı gördüm. Tam Yeşil Kubbe’nin önünde duruyordu. O da beni arıyormuş. O ânı asla unutamam. Bir babanın evladına yetişmesi gibiydi. Duyduğum şükran duygusu, Efendimiz s.a.v.’in aşkını mühürledi. “Sen ki beni bırakmadın, bu can yoluna kurbandır Ey Sevgili,” dedim. Arkadaşımla ağlayarak sarıldık. Kafileye doğru yürümeye başladık. Uzak ve karanlık sokaklar bizi yine korkuttu. Lakin arkadaşımla birbirimize dayandık. Bizi bekleyenler de en az bizim kadar endişelenmişti. Hamdolsun Rabbim sağ salim ulaştırdı bizi. İlim olmayınca insan yönünü şaşırıyor. Şimdi olsa o kadar endişelenmez, teslim olur kurtulurdum.

Aşkın diyarı Medine’ye kalbimi gömmüştüm. Veda yakışmıyordu oraya. O sözcüğü ağzıma bile alamıyordum. Çok dokunuyordu bana. Tekrar tekrar gelecektim. Yine şefkatli bakışlarını üzerimde hissedecek, yine aşk şerbetini yudum yudum içecektim. Yüreğimde filizlenen aşkı yeşertecektim. Veda değil, başlangıçtı benim için.

Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seniBen yanarım dün-ü günü, bana seni gerek seniNe varlığına sevinirim ne yokluğuna yerinirimAşkın ile avunurum, bana seni gerek seni

dizeleri gönlümde pervane gibi dönüp duruyordu.

Kalbimde taşıdığım derin hüzün, ruhumun yeniden dirilişine vesile oluyordu. Yere göğe sığamıyordum. İçimdeki duyguları kâğıda döktüm. Efendimiz s.a.v.’e bir mektup yazdım.


Yâ Resûlallâh! Böyle bir şeye cüret ettiğim için affına sığınarak yazıyorum bu mektubumu. Sonsuz selam ve hasretimi sunarak başlıyorum.

On yaşındaydım Seni ilk gördüğümde. Ne olduğunu anlayamadığım bir aşk düştü yüreğime. On beş yaşıma kadar her gece Sen diye kapadım gözlerimi. Zamanla Sana olan hislerim, hasretim kabuk bağladı yüreğimde. Tahammül edemedim yokluğuna. Seni çok özlüyorum Yâ Resûlallâh!

Mevsim ilkbahara akarken serin bir nisan gecesi geldim Sana. Ellerimde nasır bağlamış yokluğun, yüreğimde suskunluğumla geldim.

Tek başıma ıssız ve karanlık gecelerde tanıdık kelimeler aradım sevdana dair. Gözümde yaşlarla hayal ettim Seni. Yokluğunla kanarken sol yanım, hep Seni düşledim zembereği kırılmış zamanın avucunda. Ve şimdi kapındayım. Yoluma çıkan engelleri yüreğimdeki sevdayla ezerek geldim. Kavuştum Sana. Bu heyecanı ne ben anlatabilirim ne de sözlükteki kelimeler. Sevinçlerin en koyusu yüreğimde. Yazıyorum Sana Ey Sevgili! Ben aciz, kâğıdım aciz, kalemim aciz! Zaman dursun istiyorum. Günler, saatler geçmesin. Lakin ne vakit gözlerim saate baksa, yelkovan cellatlığa, akrep karanlığa bürünüyor! Acımadan akıp gidiyor.

Beklediğim an gelince soluk soluğa koştum Ravza’na. Öyle ki, ayaklarım yerden kesildi Sana gelen yolda. Acizim. Tarif edemem. Böyle bir aşkı hangi kalem yazar Yâ Resûlallâh! Gül kokunla karşıladın beni. Her zerremde hissettim Seni Ey Sevgili!

Anladım ki her şeyin başı sevdanmış Efendim! Ben Seni istediğin gibi tanıyıp örnek alamadım kendime. Kalbime alamayınca, sunamadım diğer kalplere de. Affına sığınıyorum Yâ Resûlallâh!

Ayrılık vakti geldi. Gözyaşlarım süzülüyor göz pınarlarımdan. Hüzünlü gözyaşlarımda boğulmak istiyorum. Yine yelkenler yapacağım hayallerimden. Yine Sana gelmeyi düşleyeceğim. Tekrar tekrar geleceğim kapına.

Ağlıyorum şimdi. Lakin dinince gözyaşlarım, Senden uzakta kalan hayallerim feryat figan ağlayacak. O hayaller ki hep yanı başında kalmayı diledi. Hasretinizle kabuk tutan yüreğim daha çok kanıyor. Gidiyorum. Gözlerimde tek Sen varsın, bir de umutlarım. Hani tekrar tekrar geleceğim yâ Sevgili! Bu umutla gidiyorum. Elimde yalnızlığım ve gözyaşım var sadece. Bir de yüreğimdeki aşkın ve daha ayrılmadan yüreğimi dağlayan hasretin.

Bu mektubum son değil. Her gün yenisini yazacağım. Veda haram bana. Yine geleceğim. Lakin bu kez başım biraz daha dik, Sana daha layık, daha onurlu geleceğim. Şefaat Yâ Resûlallâh!

Aşkın diyarına hem uzak hem de bir o kadar yakındım

Evime işime dönmüştüm. Hasretim yüreğimi dağlıyordu. Bedeni yorgunluğum birkaç güne geçmişti ama ruhumdaki fırtına dinmiyordu. Yorgun ve bîçareydim. Hiçbir şey avutmuyordu. Her söz oraya gelsin, herkes oradan bahsetsin istiyordum. Artık heba edecek yirmi beş saniyem bile olmamalıydı. İçimdeki kıvılcım büyüyordu. El-Alîm olanın nasip edeceği ilme taliptim artık. Vakit kaybetmeden, ziyaret ettiğim yerlerde aldığım notları incelemeye başladım. Kitaplar aldım. Okudukça öğreniyordum. Öğrendikçe genişliyordum. Muhabbetim artıyordu. Kâbe aşkım günden güne katlanıyordu. Çok özlemiştim. Kara sevdam dualarıma taht kurmuştu. Gece gündüz Kâbe’yi düşünür olmuştum. Başka hiçbir şeye adapte olamıyordum. Olmak da istemiyordum aslında.

Aşk lokmasını tatmıştım bir kere. Ve lezzetine çok alışmıştım. Bu sefer hacca gitmek istiyor ve o şeref elbisesini giymek istiyordum. Dünyalık teklifler üstüme üstüme geliyordu. Ben kaçtıkça o kovalıyordu. Önüme çeşit çeşit nimetler gelmeye başlamıştı. Fakat hiçbirini istemiyordum. Gönlüm de gözüm de Beytullâh’taydı. Aslımı, özümü orada bulmuştum. Allâh’ın c.c. açacağı kapılara taliptim ben. Ne dünya, ne cennet, ne de cehennem gözümde gönlümdeydi. Yunus Emre’nin dizelerini tekrarlıyordum.

Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huriİsteyene ver onları Yâ Rab! Bana seni gerek seni…

Halimi kimseye açamıyordum. Söylemeye de cesaretim yoktu. Söylesem üzerimdeki feyz dağılır diye korkuyordum ama kendime saklamak da istemiyordum. Lakin söylesem anlayacak da yoktu. Mecnun der geçerlerdi. Sadece gönüldaşım vardı yanımda. En yakın arkadaşım Aynur. Hem akrabam hem çocukluk arkadaşım hem her gün görmeden edemediğim dertdaşım, dostum. Hamdolsun gönlümü her açtığımda o sevecen, sevgi dolu hali ile dinledi beni. Dizlerine dayandım ağladım can yoldaşımın. İnsan insana şifaydı. Benim de ilacım oydu. Duygularımı onunla paylaşmak yükümü hafifletiyordu.

Yirmi dokuz yaşım

İlk hac yolculuğum. Benden sonra kutsal topraklara annem ve babam gitti. Onların gidişi aşkımı bir yandan körüklerken bir yandan da gönlümü su serpmişti. Ayrılırken anne ve babama sımsıkı sarılarak, “Çok dua edin, beni tekrar tekrar çağırsınlar,” diyerek ağladım. Hacca yazılmıştım. Kimin duası kabul oldu bilmiyorum ama o dua hürmetine Rabbim beni de çağırdı. Öğrenir öğrenmez heyecanlı dakikalar başladı. Hayatım boyunca bunun ötesinde bir heyecan ve mutluluk yaşadığımı hatırlamıyorum. Yaşadıklarım huzurun zirvesiydi. Ötesi olmayan bir zirve!

Herkes sana hayran Kâbe’mHerkes sana yolcuAşkındır mest eyleyenGayem aşktırEren bahtiyardır

Yeni ve yine bir bekleme sürecine girdim

Fakat bu sefer okumalarımı artırmıştım. İbadetlerimi, vazifelerini öğrenmeye çalışıyor, kendimi kutsal topraklara hazırlıyordum. Hayalim yeniden gerçekleşecekti. Bunun derin şükrü içindeydim. Gidip dönmemek de vardı. Belki de ebedi huzura varacaktım. Bu düşünceler beni daha sıkı bir hazırlığa sürükledi. Gidersem ardımda tertemiz hatıralar bırakmak istiyordum. Odam, eşyalarım da benden sonra kimseyi yormasın istiyordum. Yeni bir başlangıç olacaktı.

Dolabımı düzenlerken karıncaların her köşeyi istila ettiğini gördüm. Dokunmaya kıyamadım. Bir karıncayı inciterek gitmek en son isteyeceğim şeydi. Hazreti İbrahim a.s.’a su taşıyan da ufak bir karıncaydı. Ateşi söndürmek istediğini gözle zor görülen varlığıyla kanıtlamak istemişti. Süleymani bir aşk ile karıncalarla konuşarak vedalaştım. Verecekleri zararın hiç önemi yoktu. Onlardaki aşk ve gayreti diledim Rabbimden. Mini mini cüsseleriyle bana dua telkin etmişlerdi. Artık her baktığım yerde hikmet arar olmuştum. Bu bakış bana haz veriyordu.

Şaşkındım

Daha hacca gitmeden insanların bana olan bakışları ve yaklaşımları değişti. Beklentileri çoğalmıştı. Hacı olmak insanlıktan çıkmak değildi. Yine beşerdim, yine günahlarım vardı. Yine hatalarım olacaktı. Hac bir farizaydı ve Müslüman olmamın gereğiydi. Etrafımdaki insanların bana farklı bir misyon yüklemelerine üzülmüştüm. Bu ilk zaman zihnimi meşgul etti fakat sonrasında yapacağım tek şeyin dua ve gayret etmek olduğunun farkına vararak yaşadığım âna odaklandım. Yine güzel bir yolculuğa çıkmıştım. Yine çağrılmıştım ve yine kutlu diyarın misafiriydim. Gerisinin önemi yoktu. Yine önce Mekke’ye gittik. Kara sevdam ile buluşmaya dakikalar kalmıştı. Boynum bükük, mahcup bir şekilde, rüya mı gerçek mi diye ayırt etmeye çalışırken yine tüm görkemiyle dikildi Kâbe karşıma. Üzeri altın yaldızlı mis kokulu kara entarisini giyerek karşılamıştı beni. Öyle nurluydu ki, dipsiz kör kuyuları aydınlatırdı.

İnanılmaz bir kalabalık vardı. Tavaf ve Say ibadetimizi tamamladık. Gözüm gönlüm Kâbe’deydi. İhramıyla karşımda süzülen o heybetli duruşunu seyrederken hüzünlenmiştim. Dilimden dualar dökülüyordu. Hacca layık olmak için yalvarıyordum. Kâbe’nin her gelene gönlünü açması, ona ev sahipliği yapması inanılmazdı. Kimseyi ayırmıyordu. Kendimi düşünüyordum. Müslüman kardeşlerime gönlümü ne kadar açabilmiştim? Onlara karşı merhametim nasıldı? Bunlar içten içe zihnimi meşgul ediyordu.

İçimdeki hasret her dakika artıyordu. Kalabalık olduğu için tavaflarımızı üst katta yapıyorduk. Kâbe’yi uzaktan görebiliyordum. İçimde farklı bir özlem olmuştu. Meğer on yıl gidemeyecekmişim Kâbe’ye. Bilmiyordum. İyi ki bilmiyordum. Bunu o an kaldıramazdım.

“Hac meşakkattir,” buyurmuştu Efendimiz s.a.v.. Zorlanıyordum. Kalabalıktı. Vakit namazlarını kılarken omuzlarım acıyordu izdihamdan. Lakin beni yoran bunlar değildi. Kâbe’deydim ama ona dokunamıyordum. Ona sarılamıyordum. Hasretim katlanıyordu. Bu meşakkat tevekkülümü artırmıştı. O kalabalıkta, Rabbim dilemedikçe adım bile atamıyordum. Rabbim yolları açıyordu. Kalbimin atışını Kâbe’den duyuyordum sanki. Duyduğum her kalp atışıyla gönlümdeki bir put yıkılıyordu. Hissediyordum. Dünya sevgisi gönlümden akıp gidiyordu. Boşluğu Kâbe’nin aşkı dolduruyordu. Tavaf etmediğim zamanlarda zikir çekiyordum. Gönlüm istiyordu. Ağzım boş kalsa kalbim boş durmuyordu. Onca zorluktan sonra anladım ki, asıl olan Kâbe’yi gönül gözüyle görebilmekti. Bedenen yakın olmak mühim değildi. Hakiki aşk buydu.

Rabbimin, “Onlar, o kimseler ki Allâh imanı kalplerine yazmıştır,” “Allâh imanı size sevdirdi ve onu gönüllerinize sindirdi,” diye buyurduğu kimselerden olmak istiyordum. En büyük devlet buydu. Ve bu devlete konmak istiyordum. Rab sıfatı tecelli ediyordu. Yaşadıklarımın her birinden bir şey öğreniyordum. Devamlı, “Yâ Rab! Maksadım sensin, rızana talibim,” diye dua ediyordum. Hayallerime kavuşmuştum en nihayetinde. Hacı olmuştum. Şeref elbisesini giymiştim. Arındığımı hissediyordum. Bu yaşıma kadar bu kadar onur duyduğum başka bir şey yaşamamıştım. Hacı olmuştum. Sıfırlanmıştım, tazelenmiştim.

Lakin hacı olmak içimdeki derin bir boşluğu daha da fark ettirmişti bana. Öncesinde de eksik bir duygu vardı ve bunu hac tamamlar sanmıştım fakat daha çok eksiğim olduğunu gördüm. Hiçliğimle, gölgemle yüzleşiyordum. Nefsim canlı ve diri olarak oradaydı. Nasıl olur, nasıl yapılır bilmiyordum ama nefsimi temizlemeye ihtiyacım vardı.

Hac yolculuğumda zikir çekme isteği oluştu

Böyle bir isteğim hep vardı ama hacda ayyuka çıktı. Duramaz bir haldeydim. Gönlümü yatıştıran tek şey zikirdi. Allâh dedikçe sükûn buluyor, Allâh dedikçe coşuyordum. İki zıt duygunun gönlümdeki varlığı beni hayrete düşürüyordu. Gözümü çevirdiğim her yerde bu zikri görüyordum. Dağlar taşlar, kuşlar, “Allâh” diyordu. Birlikte bir orkestra kurmuştuk sanki ve çektiğimiz ahenkli zikir harika bir şekilde birbiriyle uyumluydu. Lakin gitgide hayattan kopmaya başlamıştım. İşim gücüm, ailem vardı. Bir şeyleri dengeye koymalıydım. İçimden gelen bir dürtüyle tasavvufu araştırmaya başladım. Ayrıca o sıralar karşılaştığım birçok kişi zikir çekiyor ve tasavvuf sohbeti ediyordu benimle. Boşa değildi. Tesadüf de değildi. Boşlukta savruluyordum. Bedeni hayatımı devam ettirebilmek için ayaklarımın yere basması gerekiyordu. Bir yerden başlamalıydım. Gördüğüm rüyalar, yaşadığım haller, karşılaştığım olaylar beni adım adım bu yola yaklaştırıyordu. Yaşadıklarımı gönüldaşımla paylaşıyordum. O da hayretler içindeydi ve etkileniyordu anlattıklarımdan.

Bir Mürşid-i Kâmil’in terbiyesi altına girmeye ihtiyacım vardı. Nefsimle cihada başlamıştım fakat yerimi yönümü tayin etmekte çok zorlanıyordum. Bazı hallerde aşırıya kaçabiliyor, bazı halleri de hafife alabiliyordum. Arayış içindeydim. Doğru bir kapıyı çalmak istiyordum. Rabbime yalvarıyordum karşıma çıkması için. Hararetli bir konuşmanın ardından gönüldaşımla karar aldık. O da benim kadar heyecanlıydı. Ahmet Yasin Efendi’nin kapısını çaldık. Onun talebesi olmakla şereflendik. Zikirlerimin, ibadetlerimin hazzı artmıştı. Rüzgârda savrulmuyordum artık. Daha bilinçli hareket ediyordum. “Kalpler ancak Allâh’ı zikrederek mutmain olur,” ayetini buram buram yaşıyordum. Tasavvufa adım atmıştım ve aşkın yolu tasavvuftan geçiyordu.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги
bannerbanner