banner banner banner
Azla Mutlu Olmak
Azla Mutlu Olmak
Оценить:
Рейтинг: 0

Полная версия:

Azla Mutlu Olmak

скачать книгу бесплатно

Azla Mutlu Olmak
Francine Jay

Etrafımızdaki her şey, daha fazlasına sahip olduğumuzda daha mutlu olacağımızı söylüyor. Modern çağ bizi reklam ve pazarlamaya boğmayı sürdürüyor. Ve hepimiz şu hayattan ne beklediğimizi araştırıyor, kitaplar okuyor ve mutlu olacağımız o günü bekliyoruz.

Peki daha çok satın alarak kim olmayı istiyoruz? Kim olmak bizi mutlu edecek?

Bütün dünyada büyük ilgi gören sade ve minimalist yaşamın öncüsü Francine Jay, Azla Mutlu Olmak'ta eşyalarımızla ilişkimizi yeniden tanımlarken evimizi kalabalıktan arındırmak için pratik yollar sunuyor. Sade bir yaşamın insanı nasıl özgürleştireceğini anlatarak.

Önce kendinize, sonra dünyaya büyük bir iyilik yapın. Azla mutlu olun.

FRANCINE JAY

Azla

Mutlu Olmak

FRANCINE JAY

Bayan Minimalist olarak da bilinen Francine Jay, daha azla yaşamak üstüne www.missminimalist.com’da yazıyor. Sitesinde önerilerde bulunuyor, deneyimlerini paylaşıyor ve minimalist yaşamın mutluluğunu birbirine benzer ruhlardan oluşan hayat dolu bir toplulukla tartışıyor.

Önerileri CNN ve BBC kanallarında, Today, The Chicago Tribune, The Guardian, The Financial Times, Forbes, The Huffington Post, Dr. Oz The Good Life gibi gazetelerde hızla yayılırken basit ve etkili STREAMLINE yöntemiyle yüz binlerce insanın evlerini arındırmalarına ve yaşamlarını sadeleştirmelerine yardımcı oldu.

Portland, Oregon’da yaşıyor.

NOTOS KİTAP

Aganta 004

Azla Mutlu Olmak

Özgün adı: The Joy of Less

© 2010, 2016 by Francine Jay

© Notos Kitap Yayıncılık, 2016

Bu kitabın yayın hakları The Fielding Agency ve Onk Ajans aracılığıyla alınmıştır.

Birinci Basım Haziran 2016

İkinci Basım Nisan 2017

ISBN 978-605-9851-81-7

Sertifika 16343

Editör: Derya Yağmur

Kapak tasarımı: Geray Gençer

Uygulama: M. Tila Sadık

Bu dijital eser Libronet e-kitap atölyesinde üretilmiştir.

Notos Kitap Yayıncılık Eğitim Danışmanlık

ve Sanal Hizmetler Tic. Ltd. Şti.

Ömer Avni Mahallesi, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Sokak

No: 11/6 Gümüşsuyu Beyoğlu İstanbul

0212 243 49 07

facebook.com/NotosKitap

twitter.com/NotosKitap

Baskı ve Cilt

Pasifik Ofset Ltd. Şti.

Cihangir Mahallesi, Güvercin Caddesi, No: 3/1 Baha İş Merkezi

A Blok Kat:2 34310 Haramidere Avcılar İstanbul

0212 412 17 77

Sertifika 12027

FRANCINE JAY

Azla Mutlu Olmak

Sade Yaşam Rehberi

İNGİLİZCEDEN ÇEVİREN

Atilla Erol

BİRİNCİ BÖLÜM

Felsefe

Savaşa yürüyen generaller ya da büyük yarış öncesindeki atletler olduğumuzu hayal edelim: En iyi performansı sergilemek için önümüzdeki zorluklara zihnimizi hazırlamalıyız. Bizi başarıya götürecek sırrımızı geliştirmenin zamanı geldi: minimalist düşünce yapısı.

Bu bölüm tamamen tutum üstüne. Eşyalarımızın kontrolünü ele geçirmeden önce onlarla ilişki biçimimizi değiştirmek zorundayız. İlişkimizi tanımlayacak, ne için olduğunu ve olmadığını görecek, hayatlarımızdaki etkisini inceleyeceğiz. Edineceğimiz prensipler eşyalarımızı serbest bırakmamızı kolaylaştıracak ve daha fazlasının kapılarımızdan içeri girmesinin önüne geçecek. En önemlisi, eşyalarımızın bize hizmet etmek için var olduğunu anlayacağız, tersi değil.

1. Eşyalarınız Ne İçin?

Çevrenize bir bakın, muhtemelen görüş açınıza girecek yirmi ya da otuz nesne fark edeceksiniz. Nedir bu eşyalar? Nasıl oldu da buraya geldiler? Neye yarıyorlar?

Eşyalarımızın neye yaradığını görmenin zamanı geldi. Bunlara bir isim vermek, bunları tanımlamak ve gizemlerini ortadan kaldırmak istiyoruz. Elde etmek, korumak ve depolamak için bu kadar zaman ve enerji harcadığımız tüm bu eşyalar nedir? Ve nasıl oldu da sayıları bu kadar arttı? (Yoksa biz uyurken kendi kendilerine çoğalıyorlar mıydı?)

Genel olarak, eşyalarımızı üç kısma ayırabiliriz: yararlı eşyalar, güzel eşyalar ve duygusal eşyalar.

En basit kategoriyle işe başlayalım: yararlılar. Bunlar pratik, fonksiyonel olanlardır ve bize değişik işleri yapmakta yardımcı olurlar. Bazıları hayatta kalmamız için elzemdir; diğerleri hayatımızı biraz kolaylaştırır. Bütün eşyalarımızın yararlı olduğunu düşünmek gayet cezbedicidir – ancak hayatta kalma teknikleri üstüne bir kitap okumuşluğunuz var mı? Hayatta kalabilmek için ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuzu öğrenmek gayet aydınlatıcıdır: basit bir barınak, vücut ısımızı düzenlemek için giysiler, su, yiyecek, az sayıda kap kacak ve birkaç yemek pişirme edevatı. (Eğer sahip olduklarınız bunlardan ibaretse, okumayı burada bırakabilirsiniz; aksi durumda bize katılın ve devam edin!)

En hayati olanlar dışında kalan bir grup hayatta kalmak için zorunlu olmasa da gayet yararlıdır: yataklar, yatak örtüleri, bilgisayarlar, çaydanlıklar, taraklar, kalemler, tel zımbalar, lambalar, kitaplar, tabaklar, çatallar, kanepeler, uzatma kabloları, çekiçler, tornavidalar, çırpıcılar – ne demek istediğimi anlıyorsunuz. Sık sık kullandığınız ve hayatınıza gerçekten değer katan her şey minimalist bir evde hoş karşılanır.

Ama unutmayın: Yararlı olmak için, bir eşyanın kullanılması gerekir. Püf noktası buradadır: Çoğumuz potansiyel olarak yararlı olabilecek ama hiç kullanmadığımız eşyalara sahibiz. Çift eşyalar bunun en temel örneğidir: Plastik yemek kaplarından kaç tanesi mutfak dolabınızdan yemek çantanıza ya da buzdolabına doğru gidebilmektedir? Kablosuz matkabınızın gerçekten bir dublöre ihtiyacı var mı? Bazı eşyalar durdukları yerde çürür, zira ya çok karmaşıktırlar ya da bunları temizlemesi çok zordur: Akla ilk gelenler mutfak robotları, fondü setleri ya da hava nemlendiricilerdir. Sonra şu “neme lazım”, “belki ihtiyacım olur” eşyaları vardır; hayata atılabilmeyi beklerken çekmecelerimizin diplerinde zaman öldürürler. Günleri sayılı eşyalardır bunlar.

Yararlı eşyalarımızın arasına katılan bir dizi eşyanın pratik fonksiyonu yoktur ama başka türden bir ihtiyacı tatmin ederler: Basitçe söylersek, onlara bakmayı severiz. Tarih boyunca biz insanlar çevremizi güzelleştirmek için içten gelen bir zorunluluk hissetmişizdir – paleolitik mağara resimlerinden kanepelerimizin üstünde asılı duran resimlere kadar nice şey bunun kanıtıdır.

Estetik zevk kimliğimizin önemli bir parçasıdır ve inkâr edilemez. Güzel bir vazodaki parlak sır ya da modernist bir sandalyenin biçimli çizgileri ruhlarımıza derin ve neşe dolu bir tatmin sağlayabilir; bu nedenle bu tür nesneler hayatımızın parçası olmayı hak ediyorlar. Ama şu koşulla: Evlerimizde göze çarpan bir yerde durarak saygı görmeli ve onurlandırılmalılar. Eğer Murano camları koleksiyonunuz bir rafta tozlanıyorsa ya da daha da kötüsü paketlenip tavan arasına kaldırılmışsa, işte o, renkli bir kalabalıktan başka bir şey değil.

Sahip olduklarınızın envanterini çıkarırken gösterişli olan her şeye otomatik geçiş izni vermeyin. Bir yaz günü gittiğiniz sanat festivalinde gönlünüzü çelmiş olması, oturma odanızın rafında hayat boyu kiracı olmayı hak ettiği anlamına gelmez. Diğer yandan eğer yüzünüzde her zaman bir gülücük yeşertmeyi başarıyorsa –ya da görsel uyumu size hayatın güzelliğini takdir etmeyi hatırlatıyorsa– evinizdeki yerini hak ediyor demektir.

Genel olarak, eşyalarımızı üç kısma ayırabiliriz: yararlı eşyalar, güzel eşyalar ve duygusal eşyalar.

Eğer evlerimizdeki bütün eşyalar güzel ya da yararlı olsaydı, işler kolay olurdu. Ama gecenin ardından sabahın geleceği nasıl kesinse, karşınıza çıkacak eşyaların birçoğunun da güzel ya da yararlı olmayacağı kesindir. Peki, nereden geldiler, neden oradalar? Onda dokuz, bir tür hatırayı ya da duygusal bağı temsil ediyorlardır: büyükannenizin eski porselenleri, babanızın para koleksiyonu, balayınız sırasında satın aldığınız peştamal. Bunlar bizim için özel önem taşıyan insanları, mekânları ve olayları hatırlatır. Sıklıkla da evlerimize hediye, miras ve hatıra olarak girerler.

Aynı şekilde, eğer söz konusu eşya kalbinizi neşeyle dolduruyorsa onu gururla sergileyin ve varlığının tadını çıkarın. Ama diğer yandan, eğer ona bağlılığınız bir çeşit zorunluluk duygusundan (porselen çay fincanlarını atarsanız Edna Teyze’nin mezarında ters döneceğinden endişe etmek gibi) ya da bir deneyimin kanıtı olmasından (eğer o ucuz maşrapayı çöpe yollarsanız kimse Büyük Kanyon’u ziyaret ettiğinize inanmayacakmış gibi) kaynaklanıyorsa, kendi ruhunuzu yoklamakta yarar vardır.

Evde dolaştığınız sırada eşyalarınızla sohbet edin. Her birine sorun, “Sen nesin, ne yaparsın?”, “Nasıl oldu da hayatıma girdin?”, Seni satın mı aldım yoksa hediye mi geldin?”, “Seni ne kadar sık kullanıyorum?”, “Kaybolsan ya da kırılsan seni yeniden alır mıyım, yoksa senden kurtulduğum için rahatlar mıyım?”, “Seni istiyor muyum acaba?” Cevaplarınızda dürüst olun – eşyalarınızın duygularını incitemezsiniz.

Bu soruları sorarken muhtemelen iki alt kategoriye ait eşyaya denk geleceksiniz; bunlardan biri “başka eşyaların eşyaları”dır. Ne demek istediğimi anladınız – bazı eşyalar kendi kendilerine başka eşyaları biriktirirler: aksesuvarlar, kullanım kılavuzları, temizleyiciler, eşyalara eşlik eden, onları sergileyen, barındıran ve düzelten eşyalar. Burada ortalığı toparlamak için büyük bir olanak var: Atılan bir eşya, temizlik çığı yaratabilir.

İkinci alt kategori “başkalarının eşyaları”dır. Bu biraz nazik bir konu. Çocuklarınız (küçük olanlar) dışında, başkalarının eşyaları üzerindeki otoriteniz gayet kısıtlıdır. Eğer bu kardeşinizin bodrumda saklamanızı istediği kanoysa –ve on beş yıldır geri istemediyse– meseleyi ele alma hakkınız doğmuştur (elbette kanoyu hemen almasını rica edeceğiniz bir telefon görüşmesinden sonra). Ancak bunlar eşinizin hobi malzemeleri yığını ya da ergen çocuğunuzun eski bilgisayar oyunlarıysa, daha diplomatik bir tutum takınmakta yarar vardır. Şansınız varsa ortalığı temizlemeniz bulaşıcı bir etki yapar ve diğerleri de kendi eşyalarıyla ilgilenmeye başlar.

Şimdilik sadece ortalıkta gezinin ve eşyalarınızı tanıyın: Bu yararlı bir şey, bu güzel, buysa başkasına ait. (Çocuk oyuncağı!) Şimdilik ortalığı temizlemeyi dert etmeyin, kısa sürede oraya geleceğiz nasıl olsa. Elbette yararsız, çirkin ya da tanımlanamayan bir şeye denk gelirseniz hiç durmayın, işe koyulun ve yallah deyin!

2. Siz Sahip Olduğunuz Şey Değilsiniz

Pazarlamacıların inanmanızı istediğinin aksine siz, sahip olduğunuz şey değilsiniz. Siz sizsiniz ve şeyler de şeylerdir; tam sayfa dergi reklamının ya da uyanık bir tüccarın size söylemeye çalıştıklarının aksine, hiçbir fiziksel ya da matematiksel simya bu sınırları değiştiremez.

Yine de arada sırada reklamcının tuzağına düşeriz. Bu nedenle, sahip olduğumuz eşyalar arasında üçüncü bir alt kategoriyi teşhis etmeliyiz: “arzu eşyaları”. Bunlar başkalarını etkilemek ya da kendi “fantezi”lerimizi tatmin etmek için satın aldığımız şeylerdir – bilirsiniz, on kilo daha zayıf olan, dünyayı gezen, partilere katılan ya da rock grubunda çalan insan fantezisi.

Kabul etmekte gönülsüz olabiliriz ama muhtemelen sahip olduklarımızın çoğunu belli bir imgeyi yansıtmak için almışızdır. Arabaları ele alalım örneğin. A noktasından B noktasına ulaşım ihtiyacımızı basit bir otomobille kolayca tatmin edebiliriz. Peki o halde neden lüks bir otomobil için iki, hatta üç katını ödüyoruz? Çünkü otomobil üreticileri, otomobillerin, kendimizin, kişiliğimizin ve kurumsal dünyadaki ya da toplumsal hiyerarşideki yerimizin yansıması olduğuna bizi ikna etmeleri için reklam ajanslarına çuvalla para ödüyorlar.

Elbette burada bitmiyor. Tüketim ürünleriyle özdeşlik kurma dürtüsü hayatlarımızda daha derinlere ulaşır – ev seçimlerimizden onların içine koyduklarımıza kadar. Çoğu insan, küçük, sade bir evin barınma ihtiyacımızı tatmin etmeye fazla fazla yeteceği konusunda hemfikirdir (özellikle de gelişmekte olan ülkelerdeki evlerle karşılaştırılınca). Ancak arzu pazarlamacıları, bir ebeveyn yatak odası, her çocuk için bir yatak odası, onlara ayrı banyolar ve profesyonel cihazlarla dolu mutfaklara “ihtiyaç” duyduğumuzu buyururlar – aksi durumda pek de “başaramamış” sayılırız. Metrekare bir statü sembolü olur ve doğal olarak daha büyük bir evi doldurmak için daha fazla kanepeye, sandalyeye, masaya, ıvır zıvıra ve diğer eşyalara ihtiyaç duyulur.

Kitlesel iletişim çağında minimalist olmak kolay değil.

Reklamlar, kendimizi giysilerimiz aracılığıyla tanımlamaya da cesaretlendirir bizi – tercihen de marka giysilerle. Tasarımcı etiketleri giysilerimizi daha sıcak, çantalarımızı daha sağlam ya da hayatlarımızı daha göz alıcı kılmazlar. Dahası trend belirleyen bu tür şeyler, satın alındıktan dakikalar sonra moda olmaktan vazgeçer gibi görünürler – dolaplarımızsa bir gün tekrar moda olur diye umduğumuz kıyafetlerle dolar taşar. Gerçekte çoğumuzun şöhretlerle aynı ebatta dolaplara ihtiyacı yoktur, çünkü giysilerimiz ve aksesuvarlarımız asla kitlelerin dikkatini çekmeyecektir. Yine de pazarlamacılar bizi sahne ışıklarının altında yaşadığımıza ve buna uygun giyinmekle iyi yapacağımıza ikna etmeye çalışırlar.

Kitlesel iletişim çağında minimalist olmak kolay değil. Reklamcılar bizi sürekli maddi birikimin başarının ölçütü olduğu mesajıyla bombardımana tutuyorlar. Sömürdükleri olgu, statüyü satın almanın onu kazanmaktan çok daha kolay olmasıdır. “Çok, iyidir”, “Başarana kadar başarmış gibi yap”, “İnsanı gösteren kıyafetidir” sözlerini ne kadar sık duyarız. Bize söyledikleri daha fazla eşyanın daha fazla mutluluk demek olduğudur, oysa daha fazla eşya çoğunlukla daha fazla baş ağrısı ve borç anlamına gelir. Tüm bu eşyaların satın alınması kesinlikle birilerinin işine yarıyor… ama o birileri, biz değiliz.

Gerçeği söylemek lazım, eşyalar bizi olmadığımız bir şeye dönüştüremez. Pahalı kozmetikler bizi süper model yapmaz, alengirli bahçe aletleri bizi bitki uzmanı kılmaz ve son model fotoğraf makineleri bizi ödüllü fotoğrafçı haline getirmez. Yine de bir şey vaat eden ürünleri satın almaya ve elimizde tutmaya kendimizi zorunlu hissederiz – mutluluğumuzu, güzelliğimizi ve zekâmızı artırma, daha iyi bir ebeveyn ya da eşe dönüştürme, daha fazla sevilme, daha düzenli ya da yetenekli kılma vaatleridir bunlar.

Ama şunu düşünün: Bu şeyler henüz verdikleri sözü tutmadılarsa, belki de onlardan kurtulma zamanı gelmiştir.

Aynı şekilde, tüketim nesneleri deneyimin yerini tutmaz. Eğer gerçekten aradığımız şey ailemizle geçireceğimiz nitelikli zamansa, kamp malzemeleri, spor ekipmanları ve havuz eşyalarıyla dolu bir garaja ihtiyacımız yoktur. Şişirilebilir ren geyiği ve hediye yığınları neşeli bir bayram günü yaratmazlar, ama sevdiklerimizle bir araya gelmek bunu sağlar. Yün ipliklerden dağlar, yemek kitapları yığınları ve kutular dolusu sanat malzemesi otomatik olarak bizi bir örgü ustası, şef ya da yaratıcı dâhi haline getirmez. Faaliyetlerin kendileri –malzemeler değil– eğlence ve kişisel gelişim için asıldır.

Benzer şekilde geçmişimizden bazı şeylerle de kendimizi özdeşleştirir ve kim olduğumuzu ya da ne başardığımızı kanıtlamak için belli şeylere tutunuruz. Çoğumuzda hâlâ amigo üniformaları, okul adı yazılı süveterler, yüzme kupaları ya da çoktan unutulmuş okul yıllarından defterler bir yerlerde duruyordur. Bunları elimizde tutmayı, başarılarımızın kanıtları olduklarını söyleyerek (sanki dersten geçtiğimizi kanıtlamak için matematik testlerimizi bulup çıkarmaya ihtiyacımız varmış gibi) rasyonelleştiririz. Ancak bu eşyalar genellikle bir kutunun içine tıkıştırılmış şekilde durduklarından kimseye bir şey kanıtlayamazlar. Eğer durum buysa, geçmişteki size ait kutsal emanetleri özgür bırakmanın zamanı gelmiştir.

Eşyalarımızı eleştirel bir gözle inceledikçe, bunların ne kadarının anı olduğunu, ne kadarının gelecek umutlarımızı temsil ettiğini ya da ne kadarının kendi hayali benliklerimize ait olduklarını görerek şaşırırız. Ne yazık ki mekânımızın, zamanımızın ve enerjimizin gerekenden fazlasını bu şeylere ayırmak bugünü yaşamamıza engel olur.

Bazen belli şeyleri atmanın kendimize ait bir parçayı atmaya eşdeğer olmasından korkarız. O kemanı ne kadar nadiren çalsak ve o gece kıyafetini hiç giymemiş olsak da, onları attığımız anda virtüöz olma ya da sosyalleşme şansımızı ortadan kaldırmış olacağız. Ve Tanrı korusun, eğer o lise kepini atarsak hiç mezun olmamış gibi oluruz.

Unutmamak gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız nesnelerin değil bizim içimizdedir. Biz sahip olduğumuz şey değiliz, biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz. Sevmediğimiz geçmiş zamanları, sonuca ulaşamamış çabaları ve gerçekleşmemiş hayalleri ortadan kaldırarak yeni (ve hakiki) olasılıklara yer açarız. Arzu nesneleri, hayatlarımızın sahte versiyonunun destekçileridir; kendi gerçek benimizi ve potansiyelimizin tamamını gerçekleştirmemizi sağlayacak zamana, enerjiye ve alana sahip olmak için bu yığını temizlemek gerekir.

3. Az Eşya = Az Stres

Sahip olunan tek bir şey için harcanan yaşam enerjisini düşünün: Bunu planlamak, bunun hakkında değerlendirmeler okumak, en ucuz fiyatı araştırmak, bunu satın almak için gereken parayı kazanmak (ya da ödünç almak), mağazaya gitmek, eve getirmek, koyacak bir yer bulmak, nasıl kullanılacağını öğrenmek, temizlemek (ya da çevresini temizlemek), bakımını yapmak, fazladan parça satın almak, sigortalamak, korumak, bozmamaya çalışmak, bozulduğunda tamir etmek ve bazen de artık elinizde olmadığında bile ödemeler yapmaya devam etmek. Şimdi bunları evinizdeki eşyaların sayısıyla çarpın. Vay canına! Bu gerçekten de yorucu!

Tüm eşyalarımızın bakıcısı olmak tamzamanlı bir iş olabilir. Aslında endüstrilerin hepsi eşyalarımızın bakımında bize yardımcı olmak için doğmuştur. Her bir eşya için özel temizlik ürünleri pazarlayan şirketler bundan servetler kazanmıştır – giysilerimiz için deterjanlar, gümüşlerimiz için cilalar, mobilyalarımız için balmumları, elektronik eşyalarımız için sprey toz alıcılar ve derilerimiz için bakım ürünleri. Sigorta sektörü otomobillerimizin, mücevherlerimizin ya da sanat eserlerimizin hasar görebilme ya da çalınabilme olasılığı üstünden boy atar. Kilit üreticileri, alarm şirketleri ve kasa üreticileri eşyalarımızı soyguna karşı korumayı vaat eder. Tamirciler kırılan eşyalarımızı tamir etmeye hazır ve nazırdırlar, nakliyeciler ise onları paketleyip başka yere götürüvermek için.

Bizden talep edilen tüm zaman, para ve enerji karşısında eşyalarımızın bize sahip olduğunu düşünmeye başlayabiliriz – tersi değil miydi olması gereken?

Yaşadığımız stresin ne kadarının eşyalardan kaynaklandığına yakından bir göz atalım. En başta, bir şeylerimizin olmaması nedeniyle strese gireriz. Belki bir mağazada ya da reklamda bir şey gördük ve aniden o âna kadar bu olmadan nasıl yaşayabildiğimize hayret ettik. Komşumuzda ondan bir tane var, kız kardeşimize hediye geldi ve iş arkadaşımız geçen hafta bir tane satın aldı, tanrım buna sahip olmayan tek kişi ben miyim? Bir çeşit mahrumiyet duygusu içimizi kemirmeye başlar…

Böylece, buna nasıl sahip olacağımız sorusu bizi strese sokar. Ne yazık ki bize bunu verecek birisini tanımıyoruz, bu yüzden de gidip satın almak zorundayız. Fiyatları kontrol etmek için mağazadan mağazaya gideriz (ya da siteden siteye geziniriz) ve bir indirim olmasını dileriz. Tam o anda bunu satın almaya gücümüzün yetmeyeceğini biliriz ama şimdi istemekteyiz. Bu yüzden biraz para buluştururuz, fazladan çalışırız ya da kredi kartını kullanır, daha ileride ödeyebilmeyi umut ederiz.

En sonunda onu satın alacağımız parlak gün gelir, artık bizimdir! Güneş pırıldar, kuşlar şarkı söyler ve bütün stres uçup gider. Değil mi? Bir daha düşünün. Mademki bu kadar para harcadık, ona iyi bakmalıyız. Sadece yeni bir şeye sahip değiliz, yeni sorumluluklarımız da var.

Düzenli olarak temizlediğimizden emin olmalıyız, zira toz ve kir çalışmasını engelleyip ömrünü kısaltabilir. Çocukların ve kedimizin erişemeyeceği bir yerde saklamalıyız. Kendimiz kullanırken de özel dikkat göstermeliyiz ki kırmayalım, bozmayalım ya da lekelemeyelim. Akla yatkın gelmiyor mu bunlar? Kaç defa yeni bir otomobili otoparkın en uzak köşesine park ettiniz veya bir çizik ya da vuruk fark edince gününüzün mahvolduğunu hissettiniz? Ya o pahalı ipek bluzun üstüne salça sıçrattığınızda?..

Sonra, bir şeyler –kaçınılmaz olarak– ters gittiğinde nasıl düzelteceğimiz konusunda strese gireriz. Kullanım kılavuzlarını tarar ya da internette çözüm önerisi ararız. Gidip gerekli aletleri ya da yedek parçaları alırız. Başaramazsak tutup bir tamirciye götürürüz. Ya da erteler dururuz, çünkü meseleyle nasıl başa çıkacağımızı bilemeyiz (ya da özellikle bilmek istemeyiz.) Orada bir köşede, bir çekmecede ya da bodrumda durur ve zihnimizde ağırlık yapmaya devam eder. Belki bozmadık da sadece ondan sıkıldık. Hangisi olursa olsun, bu kadar çok para ve zaman harcamış olmaktan biraz suçluluk ve huzursuzluk duyarız. Peşinden başka bir reklam görürüz ve tamamen farklı bir şey aklımızı çeler, bu daha da heyecan vericidir. Hayır olamaz, işte her şey yeniden başlıyor…

Günlerimiz asla yeterince uzun değilse belki de bunun suçlusu eşyalarımızdır. Kaç değerli saatimizi kuru temizlemeciye koşarak harcadık, kaç cumartesi yağ değiştirmeye ya da araba tamirine feda edildi, kaç izin günü eşyalarımızı tamir eder ya da bakımlarını yaparken (ya da bir teknisyenin gelmesi için beklerken) geçip gitti? Kırılan bir vazo, çatlayan bir tabak ya da kilimdeki çamur yüzünden ne kadar çok acı çektik (ya da çocuğumuzu azarladık)? Sahip olduğumuz eşyalar için temizlik ürünü, parça ve aksesuvar almak için ne kadar zaman tükettik?

Günlerimiz asla yeterince uzun değilse belki de bunun suçlusu eşyalarımızdır.

Bir mola alalım ve genç yetişkinler olarak ne kadar tasasız ve mutlu olduğumuzu hatırlayalım. Tesadüf değil, bu dönemde muhtemelen çok az eşyaya sahiptik. Hayat o zamanlar daha basitti: Ev kredisi yok, araba borcu yok, sigortalayacak tekne yok. Öğrenmek, yaşamak ve eğlenmek sahip olduğumuz şeylerden çok daha önemliydi. Dünyanın bütün nimetleri ayaklarımızın altındaydı ve her şey mümkündü! İşte minimalistler olarak yeniden ele geçirebileceğimiz mutluluk budur! Basitçe, eşyalarımızı ait oldukları yere koymalıyız ki dikkatimizden aslan payını almasınlar.

Bunu söylemek, tek odalı evler kiralamamız ya da bunları sandık ve ikinci el kanepelerle süslememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, şimdilik hayal edelim ki şu andaki eşyalarımızın sadece yarısına sahibiz. Bu bile büyük rahatlama! Yüzde elli daha az iş ve endişe! Yüzde elli daha az temizlik, bakım ve tamir! Yüzde elli daha az kredi kartı borcu! Bu fazladan kalan zaman ve parayla ne yapacağız peki? İşte kafamızda bir ampul yandı bile. Minimalist olmanın güzelliğini görmeye başlıyoruz.

4. Az Eşya = Çok Özgürlük

Eğer hayatta bir kere karşınıza çıkabilecek, olağanüstü bir teklif alsaydınız ama bu yüzden bir hafta içinde ülkenin diğer ucuna taşınmanız gerekseydi? Heyecanlanıp planlar yapmaya mı başlardınız? Yoksa evde çevrenize bakıp her şeyi nasıl zamanında paketleyeceğiniz konusunda endişe mi ederdiniz? Tüm eşyalarınızı binlerce kilometre öteye taşıma düşüncesi karşısında umutsuzluğa mı düşerdiniz (daha da kötüsü, bunu tamamen saçma mı bulurdunuz)? Zahmete girmeye değmez, durduğum yerde duruyorum, belki başka bir zamanda başka bir fırsat çıkar, kararına varma olasılığınız nedir?

Düşünmesi bile delice gelebilir ama eşyalarınız sizi yerinizde tutma gücüne sahip olur mu? Çoğumuz için yanıt “evet” olabilir.

Şeyler çapaya dönüşebilir. Bizi yere bağlayabilir ve yeni ilgi alanları araştırmaktan, yeni beceriler geliştirmekten alıkoyabilirler. İlişkilerin, kariyer başarılarının ve aileyle geçirilebilecek zamanın yoluna çıkabilirler. Enerjimizi ve macera duygumuzu tüketebilirler. Hiç eviniz birilerini ağırlamak için çok dağınık olduğundan bir ziyareti kabul etmekten kaçındığınız oldu mu? Kredi kartı ödemeleri için fazladan çalıştığınızdan çocuğunuzun maçına gidemediğiniz oldu mu? Eve göz kulak olacak kimse yok diye egzotik bir tatilden vazgeçtiniz mi?

Oturduğunuz odadaki her şeye bir bakın. Bu nesnelerden her birinin –her bir tekil mülkiyetin– size iple bağlı olduğunu hayal edin. Bazıları kollarınıza bağlıdır, diğerleri belinize ya da bacaklarınıza. (Daha da dramatik bir etki için gözünüzün önüne zincirler getirin.) Tüm bu şeyler peşinizden sürüklenir, tıngırdar, çıngırdarken ayağa kalkıp dolaşmaya çalışın. Kolay değil herhalde. Muhtemelen fazla uzağa gitmeyi ve fazla bir şey yapmayı başaramayacaksınız. Pes edip gerisingeriye oturmanız ve durduğunuz yerde durmanın daha az çaba gerektirdiğini kavramanız çok zaman almayacaktır.

Benzer şekilde, aşırı eşya yığını ruhlarımız için de yük olabilir. Sanki tüm bu nesnelerin kendi kütlesel çekim alanları varmış da bizi aşağı çekiyorlar, zapt ediyorlardır. Tıka basa dolu bir odada kelimenin gerçek anlamıyla ağır ve uyuşuk, aşırı yorgun ve kalkıp bir şeyler tamamlamak için çok tembel hissedebiliriz kendimizi. Bunu temiz, aydınlık, seyrek eşyalı bir odayla karşılaştırın – böyle bir mekânda hafif, özgür ve olanaklarla dolu hissederiz. Sahip olunan şeylerin yükü olmadığında enerji dolu ve her şeye hazırızdır.