Полная версия:
İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği
Nebi’nin hadisleri gereğince her Müslüman, millî saltanata ortak olduğundan hükûmetin icraatını despotça, gayrimeşru, din kurallarına aykırı ya da genel huzuru engellemeye yönelik şekilde görürse muhalefet etmek vazifesine sahiptir.
Sahib Bey merhum, vesikasında hulefâ-i raşidin (ilk dört halife) seçimlerindeki şekilden ve bunların yasallığından açık ve net bir açıklamadan sonra bununla birlikte İslam’ın musibetlere mahkûm olmasını bu yöntemlerden, doğru yoldan çıktığını ve çeşitli şekillerde bıkkınlık ile temsiliyetlerinin arttığına atıf ediyor ki yerden göğe kadar hakkı olduğu bilinmektedir. Merhum yazarın, bu söylenilenler hakkında “afakiye”den “objectif”e çıkıp söylenilenleri “enfise” “subjectif”te bulunuyor ve Sultan Muhammed Han-ı Hamis Hazretlerinin imamlığı açısından din kurallarına uygunluğunu gün yüzüne çıkarıyor.
Bundan dolayı İslam hükûmet biçimi, içeriği itibarıyla bir genel halk hükûmeti, demokrasidir. Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik kurallarını İslamiyye hükûmeti onun üzerine bina edilmiştir. Asalet farklılıkları, İslam açısından meçhuldür. İslamiyet’e dâhil olan bütün kavimler, İslam dinini kabul etmekle beraber tüm bu farklardan vazgeçmişlerdir. Özellikle kardeşlik, İslamiyet’in en temel kurallarından biridir.
İslamiyet’in ne kadar demokratik olduğunu konu etmeyi ve bu kitapta buna değinmeyi gerekli görmüyoruz. Kendi bildiğimiz bir şeyin uzatılmasına gerek yoktur. Kesinliği olana karşı kanıtların tekrar edilmesi kayıptır.
Yabancılara karşı, konunun bu yönlerinin açıklanması ve İslamiyet’in savunulması için yazılan ve yukarıda adı geçen Hukuk-ı Amme ve İslam’da bu konular açıklanmıştır.
Bu ifadelerden sonra İslam hükûmetlerinin biçim olmak üzere neden sona erdiğini biraz inceleyelim.
Eğer İslam hükûmeti siyasetin bu temellerine tabi olsaydı, hiç şüphesiz, bütün halk, İslam hükûmetine katılacaktı ve sonuçlanan seçim itibarıyla da İslam dünyasını idare edecek ve koruyacak kimseler de yetişecekti. İslam, halkın hükûmetin ortağı olmasını gerektiriyordu. Zalimler ve despot ileri gelenler ise hükmün uygulanması için bütün Müslümanların, barış yanlısı hükûmete katılımını tasvip edemezlerdi; onun için onların kurduğu hükûmetler, kendi şahsiyetlerine ya da hanedanlarına ait gibi bir şeydi. Bundan dolayı onların sona ermesiyle hükûmetlerin de ömrü bitti.
İslam hükûmeti kısım kısım ayrımları kabul etmez. Birden çok İslam hükûmeti olamaz. Kişisel ihtirasların araya girmesi, bölünmeyi gerektirir. Bölünmeler, her yerde olduğu gibi parçalanmayı gerektirir. Despotluk, İslamiyet’teki kardeşliğe imkân veremedi. Askerlerin artması grupların çoğalmasına, bunların serbestçe yeniden ortaya çıkıp hayat bularak düzensizliklere neden olmasına, çeşitli mezheplerin hataya düşmesine sebep oldu. Sonuç olarak Müslümanlar arasında muhabbet kalmadı. Bu muhabbet eksikliği, her cemiyeti, her hükûmeti mahvettiği gibi İslam hükûmetinin de sona erme çağına ulaşmasında gecikmedi. Örnekli açıklamalara girmeyelim. Büyük bölünmeden başlayarak İslamiyet tarihi incelenecek olursa üzülmemize neden olan hep bu açıkladığımız kuralların uygulanmasıyla karşılaşılacaktır.
Muaviye zamanından Abdülhamit’in saltanatı almasına kadar yeni işler ve olaylar eleştiri süzgecinden geçirilecek olursa hep aynı aykırılıkları karşımızda buluruz. Aynı aykırılık ise her yerde aynı felaketlerin gerçekleşmesine neden olmuştur.
Bölünme, ayrılma, kuvvetin ölçülmesi, asker ve devlet ileri gelenlerinin ihtirasları, hükümdarların birbirleriyle kavgaları, ortaya çıkarak baş göstermiş olan çeşitli mezhepler Endülüs’te bu derece ileriye giden “teknoloji”yi yani endüstri medeniyetini ve maddeselliği de mahvetmiştir. Bu kavgalar, düşmanların ekmeğine yağ sürmüş, İslam daimî surette kendini koruma ve karşılık verme mecburiyeti ve vazifesinde bulunmuştur. Büyük bir anarşiye mahkûm kalan Müslümanlar her yerden kovulmuş, her yerde hakaretlere maruz kalmış, kuvvetsiz, dermansız kalmış ve zorunlu olarak geride kalma, cehalet, yobazlık olanca kuvvetiyle yıkıcılığına devam etmiştir.
Bu maddi perişanlık, İslam’da maneviyatı da ruhaniliği de berbat etmiştir. âdeta İslam’ın iradesini sarsacak etkide bulunmuştur. Kendisine tabiiyeti olanların kin ve nefreti, kabul ettikleri siyasal idari yöntemler ise İslam ahalisinin umudunu kaybetmesine, eksilmeye, kabiliyetsiz bir hâlde yaşamasına neden oluyor. Fakat bu musibetlerin dışında teşekkürü hak eden bir yönü varsa o da İslam din kurallarına olan bağlılıklarını kaybetmemiş, başka bir özü kabul ederek dinden yüz çevirmemeleridir. Onun için böyle muazzam unsurların uyarısı zannedildiği kadar zorlayıcı bir iş değildir; hele asla yeri değildir. Bir elektrik akımı, İslamiyet’in temellerini tekrar Müslüman’ın hayat cevherine üfleyerek öyle büyük bir kuvveti meydana getirir ki bunun karşısında durmak mümkün olamaz.
Sonuç olarak sanayi ve hakiki medeniyetin birbirinden ayrılması, içtihat kapısının kapatılması, İslam hükûmet esaslarının unutulması gerilemeyi doğuran sebeplerdendir. Gerilemeyi durdurmanın yolu ise endüstri ve hakiki medeniyetlerin birbirinden ayrılması, içtihat kapısının yeniden açılması ve siyasal İslam hükûmet temellerine dönmektir.
MÜSLÜMANLARIN ŞİMDİKİ DURUMU
ARAPLAR
Arap hükûmetinin fiilen bitiminden sonra Araplar, her tabiiyete dâhil olmuşlardır. Bunlardan hiçbiri de Arap milletini yetiştirmeye yönelik hareketlerde bulunmamıştır. Araplar arasında da yakın zamana kadar bir uyanış ortaya çıkmamıştır. Zavallı Arap evlatları çeşitli tabiiyetler, hükûmetler altında karakterini bir miktar bozmuş, medeniyetini, geçmişteki güç ve azametini unutmuş, olduğu gibi kalmıştır. Hükûmetlerin İslami esasların yolundan ayrılmaları, Arapları despotluklara boyun eğmeye alıştırmıştı. Zorba bir hükûmetin tabiiyetinde olmalarından dolayı huy ve karakter itibarıyla mertliklerini muhafaza edememeleri doğal olduğundan, Araplar da yozlaşmaya yüz tutmuş, bozulmuşlar ve biraz da kötü huylar ortaya çıkarmışlardır.
Bu durumlarda dahi Araplar hiçbir zaman milliyetlerini terk edecek bir vaziyette bulunmamışlardır. Araplıktan bugün çıkmış bir fert yoktur. Aksine Araplar hükûmet meydana getirmedikleri hâlde, çevresindeki kavimleri Araplaştırmak gibi bir benzeşim örneği gösteriyorlar. Arap memleketlerine giden, lisanı ne olursa olsun, Arapça öğreniyor. Hâlbuki Türk memleketlerine gelenler aramızda yirmi otuz sene kaldıkları hâlde yirmi otuz Türkçe kelime öğrenemiyorlar.
Arap milletinin geçmişteki görkemi hâlâ psikolojik etkisini gösteriyor. Araplık, Müslümanlık gibi silinmez bir renktir. Arapların faziletli üstünlükleri henüz mevcuttur. Dünyanın her yerinde Araplar, şimdi de nüfuzlarını icra ediyorlar. İslamiyet’in Araplara oldukça büyük faydası dokunmuştur.. Bir Arap, İslam dünyasının her neresinde olursa olsun Şerif ve Seyyid farz olunur. Arap lisanının İslamiyet’in bir bakıma resmî lisanı gibi bulunması Arap milletinin de yararına olmuştur. Bu suretle Araplık, Türklüğe de, Acemliğe de Hindliliğe ve benzerlerine etki etmiştir. Her Müslüman biraz da Araptır. Fransızca ve Fransızlık, İtalyanca ve İtalyanlık ve geri kalanları da ona kıyas et, Latince ve Romalılık içinde boğulduğu gibi birbirinden farklı İslam toplulukları Arapça ve Araplık içine dalmışlardır.
Çeşitli İslam topluluklarının öğretim dilinin temeli Arapça’dır. Her çeşit öğretimde de temel Kur’an’dır. Bundan başka Arapça’nın gayet tatlılıkla, fevkalade ahenk barındıran, âdeta matematiksel bir lisan olması, edebiyat tarihinin önemi onun kudretini pek büyütmüştür.
Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün, Arapçaya yeteri kadar önem verilmemektedir. Özellikle Osmanlı hükûmetinin ihmali hiçbir surette affolunamaz. Türkçe İslam dünyasının siyasal lisanı ise Arapça da dinî lisanıdır. Ve bu değeri nedeniyle bu lisanların durumu hilafet makamı ve saltanatın himayesinde özellikle korumalıdır.
Gerek Türkçe, gerek Arapça resmî bir biçimde korunmaya muhtaçtır. Şimdi okullarımızdaki duruma göre Arapçanın öğrenimi zorunlu olsa da yöntemlerin fenalığı, öğretmenlerin yetersizliği sonucu bu derslerden hiçbir sonuç elde edilemiyor. Kezalik medreselerde yirmi sene diz çökmüş, dirsek çürüterek eğitim gören bilim öğrencileri dört satır Arapça yazamıyor. İslamiyet rengimizin korunması için zaman kaybetmeden Arapçayı bilimsel bir şekilde öğrenmeliyiz. Arapça her Müslüman’ın hayatının genelinde kullandığı dili olduğundan onun öğrenimine gerektiği kadar önem vermeye de sorumludur. Kendimizi Arapça’dan, Arap dünyasından soyutlanmış olduğumuzu kabullenmek hatasına düşmemeliyiz. Ancak Arapçanın genelleştirilmiş bir hâle getirilmesiyle Müslümanlar birbirine daha çok yaklaşacaklardır. İslam kardeşliği, ancak bir lisanın kardeşler arasında konuşulması ile ortaya çıkacaktır.
Kezalik hükûmet, Arap edebiyat ve yayımcılığını korumasına alarak sahip çıkmalıdır. Bunlar kendisi için oldukça önemli bir enstrüman özelliğindedir.
Yahudi milletperverliğini diriltmek amacıyla oluşturulan “siyonizm” her şeyden önce İbrani lisanının diriltilmesini programına dâhil ediyor. O hâlde bizim Arapçayı unutmamız, affı kabul edilmeyen bir hatadır.
Arapça yalnız paralar üzerinde ya da dualar, niyazları yüklenmiş bir resmî dil olarak kalmamalıdır. Her Müslüman iki dilli “bilingue” olmalı ve Türkçe ya da Farisi ile beraber Arapçayı da kendi lisanı olarak kabul etmeye alışmalıdır.
Arapların kesin bir istatistiğini yapmak zannederim ki mümkün değildir; herhâlde oldukça zorlu ve masraflıdır. Hristiyan yayınlarındaki sayılara o kadar da güvenilemez. Araplar da Avrupalı yöntemlerle istatistik yapmadıklarından onların ifadelerinden de bir şey çıkmaz. Bir de Arap ile Kuzey Afrikalıları ayırmak zor bir iştir.
Arapların çeşitliliği de birbirinden farklıdır. Lehçeleri de birbirine uymayanlardandır. Bundan dolayı bu yönlerin de ayrıca ve uzun uzadıya incelenmesi gerekir.
Kaç çeşit Arap vardır? Bunların birbirinden farkı nedir? Ahlaki yapısı, âdetleri, kime tabi oldukları, karakteristik özellikleri, lehçeleri, hisleri hangi derecelerde birbirinden ayrıdır? İşte geniş bir tartışma zemini!
Muhterem okurlarımıza, bu konuda gereken açıklamaları vermediğimizden dolayı üzüntü içerisindeyiz; beraber bir istatistik tecrübesi yapacağız.
Arapların asıl ortaya çıktığı ve yaşamlarını sürdürdükleri yer, şüphesiz, Hicaz topraklarıdır. Güneyde Yemen, Kuzeyde Suriye, bütün Arap adaları, Irak Acemi, Irak Arabı, bütün kuzey Afrika, coğrafya itibarıyla Arap memleketini teşkil eder. Bu geniş ülkede halkın çoğunluğu Araptır. Ve bağımsızlık söz konusu olsa muazzam bir imparatorluk, yeknesak, tek vücut bir hükûmet yapısını oluşturur.
Hicaz vilayetinin nüfusu bir milyon olsa gerektir. Yemen’in nüfusu, Hüseyin Hilmi Paşa hazretlerinin sözlerine dayanarak altı, orada valilik görevinde bulunan Tevfik Beyefendi’nin fikrine göre üç milyondur. Asir, Aden ve İmam Yahya’ya tabi Sa’de ve Şihr [Ash Shihr, kül-Şihr] vesaire ile İngiltere ve Türkiye arasında tampon bölge olan “dokuz nahiye” de dâhil olursa eskilerin “bahtiyar Arabistan” dedikleri bu kıtanın nüfusu zannederim ki beş milyonu bulur. Bunun dışında Hazretmevt, Muskat, Umman, Bahreyn, Kuveyt, Uzele, Şemer, Rebiğ, Hali, Necd vesairenin nüfusu beş milyonu çok fazla geçmez diye tahmin ediyorum. Bu araziden Hicaz, siyaseten Osmanlı’ya tabi olsa da Amerika’nın nüfuzunu kabul etmemek inkârdır. Celile emirliklerinin her çeşit tesirin dışında, Osmanlı hanedanına sadık, İngiltere ve Fransa’nın girişimlerinden uzak bir şeriflik mevkisi olarak kalmasını ummaktayız. Hükûmet-i seniyye bu yönüyle asla işin hakikatine varmanın ötesinde durmamalı ve Hicaz meselesini önemli sorunlardan kabul etmelidir. Çünkü Hicaz, bugün yarın, bir kayıp olabilir. Hicaz hattı da bir gelecek meselesidir. İngiltere bunun önemini kavramış ülkelerdendir. Ve Akabe meselesini tam da bu yüzden ortaya çıkarmıştır. Hicaz iyi kullanmak şartıyla devlet için büyük bir kuvvettir. Suistimal ile maazallah, saltanat ve Hazreti Halifenin ve onun yönetimindeki İslamiyet’in harap olmasına neden olabilir. Fas’ta hilafet iddiasında bulunan Sadat İdrisiyye’nin Fransa tabiiyetine dâhil olabildiklerini ve bunun fevkalade fena bir suistimal teşkil ettiğini devlet ileri gelenlerimiz asla unutmamalıdırlar. Mekke’nin konumu hassastır. Hayatı diğer bölgelerin hayatına kıyas kabul etmez.
Oradan bir şey beklenmez, orası beslenmelidir. İngiltere, Aden hinterlandı kabul ettiği “dokuz nahiye”nin21 şeyhlerine hükümdar muamelesi yapıyor. Biz bunlara vesairlerine bir prens muamelesi bile yapmazsak yerimizi elbette en çok lütufta bulunanlar alır. Zaten İngiltere Hükûmeti “en çok İslam tabakasına sahip bir devlet olmak itibarıyla” oralarda pek ilerisini gören bir şekilde davranıyor. Arabistan Şibhe adasını âdeta kuşatma altında bulunduruyor. Suveyş ve Tur Sina bilfiil onun elindedir. Tur’un idaresi, Mısır’da, dâhiliye nezaretinden alınıp başkanlığı İngiliz komutanı olan Cihadiye nezaretine bağlanmıştır. Kablolar kendilerinindir. Şab Denizi’nin çıkış kapısının mülkü Yemenlilerdedir. Perim adası “ki bab el-Mendeb’in ortasındadır” hükmü altına alınmıştır. Aden günden güne bariston yağı damlası gibi genişliyor. Orası dünyanın en mühim noktalarından biri hâline gelmiştir. Oradan İngiltere’nin hedefi Yemen’dir. Yemen, İngiltere sayesinde silahlandırılmıştır. Hazretmevt22 Büyük-Britanya’nın denetimi altındadır. Sevahildeki Khuriya Muriya adaları, uzaktaki Sokotra Adası, karşıdaki Somali, yani Berberi bölgesi dahi kendisinindir.
Farisi Denizi’ne gelince: Orada İngiltere tamamen serbest bir şekilde kendi nüfuzuyla etki ediyor. Bu denizde zabıta görevi, kablo, fenerler, ticaret, kılavuzluk hep İngiltere’nindir. Bahreyn Adası ise bir süre önce her nasılsa bizden İngiltere’ye bağlı bir biçime geçmiştir. Mütevazi Acem sahili Rusya ile olan anlaşma üzerine İngiltere’nin nüfuz mıntıkasını oluşturmaktadır.
İngiltere, Akabe meselesiyle Hicaz hattını sahip olduğu önemden düşürmek istediği gibi Kuveyt meselesiyle de Bağdat hattını tahrip etmek istemiştir. Onun için Kuveyt ve belki daha öteleri, Katar vesaire, İngiliz resmî entrikasının meşru mülkü olarak kabul ettiği mıntıkadır.
İngiltere’nin mülkümüz olan bu yerlerde resmî anlamda gözü vardır. Bunu iyice bilmemiz gerekmektedir. Zannederim ki birçok büyük devlet ile İngiltere arasında imzalanan gizli anlaşmalar gereğince -vaktiyle İngiliz ve Fransız anlaşmalarıyla Trablus İtalya’ya bırakıldığı gibi- buraları da İngiltere’ye bırakılmıştır.
Muskat’ta da Fransız nüfuzu geçerlidir. Burası Fransa kaçakçılarının devletlerinin himaye ettiği resmî bir depodur.
Bu bölgeden olanca silah vesaire gibi ticareti yasak eşyalar serbestçe Arap memleketlerine geçiyor. Bahr-i Ahmer (Kızıldeniz)’de Kamran ve Fersan adalarının mevkileri de sorunludur.
Asir’de İdrisi’nin nüfuzu geçerlidir. İtalya savaşından beri üzülerek belirtmeliyim ki Asir önem kazanmıştır. Hicaz’a yakın bulunmasından dolayı Asir meselesi23 son derece önemlidir. Yemen’in şekli endişe vericidir. İmam ile imzalanan uzlaşma zannetmem ki orada huzurumuzu gerektirsin. Seyyid Yahya, bir sözleşme belgesi gereğince bağımsız bir emir olarak kabul ediliyor ve Yemen vilayetinde kendisinin nüfuzu onaylanıyor. Bağımsızlığına binaen bu İmam, yarın öbür gün İngiltere, Fransa ya da İtalya ile bir sözleşme imzalarsa yahut bu devletlerden biri bağımsız olan bu devlete girme küstahlığında bulunursa iş büyük devletler hukukunun bakış açısından ne olacak? Ve benzeri…
Yemen’de Zeydî24 mezhebi Hilafet’in perspektifinden oldukça büyük bir maddesel engel teşkil eder; çünkü Zeydî mezhebi gereğince Osmanlıların hilafetine itibar edilmemektedir.
Bunların arasında İbn Reşid, İbn Suud vesaire ileri gelenlerin tebaasına dâhil olan ya da getirtilmiş olan mevcudiyetimiz itibarıyla zaruri olan bu hususta bir etkinliğimiz olmazsa bu bölgeler er geç Kuveyt gibi İngiltere himayesine dâhil olur ve yine er geç Halep ya da Musul vilayetleri sınırında İngiltere ile komşu oluruz. İngiltere’nin ne gibi yöntemlerle hangi ince, ayrıntılı ve geçerli sebeplerle müstemleke ve sömürgeleri hayata geçirdiğini pekâlâ biliyoruz. Onun için dikkatli davranmalıyız. Tekrar edelim: Büyük-Britanya, Kabe-i Muazzama’yı, bundan hareketle İslam hilafetini ve onun yönetiminde Osmanlı saltanatını kuşatması altına almıştır. Bugün İngiltere politikası açıktan açığa aleyhimizedir. Rusya ile uzlaşması sonucunda bu hükûmet bugün tekrar ederek söylediğimiz üzere Lord Biskonfild’in bilimsel yaklaşımını terk etmiş, mevcudiyetimize taraftar olarak bulunduğu konumundan çoktan çıkmıştır. İltifat etmeyi bilen Rusya bizim varlığımıza karşı hangi vaziyette bulunursa İngiltere ve her ikisinin ulağı ya da kuryesi olan Fransa da o konumdadır.
Suriye’yi yanılmıyorsam bedel olarak verilen karşılık olmak üzere İngiltere, Fransa’ya bırakıyor. Maalesef Fransız misyonerlerinin, onlara yoldaşlık etmesini cana minnet bilen Suriye Hristiyanları bu mübarek kıtayı bozmuşlardır. Ahlak, Suriye’de oldukça düşüştedir. İslamiyetin verdiği dayanıklılık olmazsa Şam, Beyrut ve Lübnan kadar bozulacak idi. Lübnan, ara bozan, fitnelikte muazzam bir dağdır. Hele bir limana sahip olması bu eyaleti Fransa’ya bütün bütün bağlamıştır. Fransa’nın büyük arzusu, Suriye’yi Tunuslaştırmaktır. Aşağı yukarı o havali de zemin de müsait bulunuyor. Fransızlık Suriye’ye oldukça etkili olmuş, nüfuz etmiştir. Devletimizin bu Arap meselesiyle biraz daha uğraşmasını candan istirham ederiz.
Beyrut, Suriye -yani Şam- kısmen Halep vilayetleri ile Lübnan dağı ve civarını coğrafya itibarıyla Suriye olarak adlandırıyor, kabul ediyoruz. Buralarda üç buçuk milyon kadar Arap yerleşik olsa gerektir. Hristiyan Arapların Batı ailesine daha fazla yaklaştırılması ve bunların politikasına o kadar da terk edilmemeleri, ahlaklarının saflaştırılması cidden arzu olunur.
Avrupalılar nüfuz ve bölgeye girişimde bulunma politikasında bunları arzu ettikleri gibi kullanıyorlar. Bunlar da aldıkları misyon ve papaz terbiyesi ile Suriye’nin bağımsızlığına ya da yarı bağımsızlığına taraftar bulunuyorlar. Çünkü Suriye bizden siyasal açıdan ya da idari anlamda ayrılacak ve bağımsız bir eyalet ya da devlet teşkil edecek olursa onlar diğer Müslüman Suriyelilere nispetle güya daha terk edilmiş olduklarından memuriyetlere eşit bir şekilde geçebileceklerini umuyorlar. Onun içindir ki bunlar devletimize, sadakat yoksunluğu ile Müslümanları tahrik ediyor, bağımsızlık fikirlerini yayıyorlar. Arap hilafeti meselesini de çıkaran bunlardır. Suriyeliler iyi bilmelidirler ki memleketleri bizden ayrılırsa bağımsız olmaz, ikinci bir Fas ya da Cezayir olur.
Suriyeli Hristiyanların kulağı delik insan cemaati olan Kıptilerin Mısır’da oynadıkları rolü oynamak istiyorlar. Hakikaten, Mısır’da Kıptiler halkın yüzde beşini oluşturdukları hâlde memuriyetlerin çoğunluğunu işgal ediyorlar.
Filistin de Arap asıllıların memleketlerindendir. Filistin bizim verdiğimiz değere göre Kudüs sancağıyla ona komşu olan kazalar, Nablus vesairededir. Nüfusu yarım milyon olması gerekiyor. Burası çeşitli ve birbirinden farklı yabancı ihtirasların ve İsraillilerin cilvegâhıdır. Filistin Hristiyanlığın dahi mukaddes toprakları olduğundan uluslararası bir öneme sahiptir. Bu uluslararası önemi bir dereceye kadar Osmanlı idaresi altında bulunmasından kaynaklanmaktadır. Her türlü fesat, fitne, entrika, dedikodu Filistin’de geçerlidir. Her din, her mezhep, her devlet, her misyon, hatta gruplar bu mübarek topraklarda rekabete koyulmuştur.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Ahmed b. İdris isimli Faslı mutasavvıf tarafından kurulan tarikat. (ç.n.)
2
Aksay-ı Şark: Uzakdoğu. Çin ve Japonya (ç.n.)
3
Ukudat: Üzerinde karar verilip kabul edilen bağlar, şartlar. (ç.n.)
4
Hitan: Sünnet, sünnet etme. Sünnet: İyi ahlak, iyi tabiat.
5
Özgün metinde “temessül etmek”: Cisimlenme, bir şekil ya da surete girme. Fransızca assimilation. (ç.n.)
6
Zimamdaran: Yularını tutan. İslam toplulukları yönetim konusundaki tabirleri “at” esas alınarak tarif edilir. Siyaset: Atı yöneten, zimamdaran: Yuları tutan şeklinde. (ç.n.)
7
Dinin ayetleri, hadis ve kıyasa tevfiken şeriyye meselelerini tayine olan taraf hakkındaki meseleler. (ç.n.)
8
Allah’ın varlığı içinde yok olma. (ç.n.)
9
İstinâbe: Birinin kendisine vekil olmasını isteme. Kelimenin genel kullanımı hukuk terminolojisindedir. Yazar burada vekâleten, ödünç alınan anlamında kullanmıştır. (ç.n.)
10
Bir şeyde mevcut olan zorluklar, o işi kolaylaştıran etmenleri içerir. Meşakkat: Zorluk. Teysîr: (Yüsr’den) Kolaylık.
11
Bir işte zorluk görülünce, o işte ruhsat ve fırsat verilir, kolaylık gösterilir. Bir işte darlık ve meşakkat görülünce, genişlik için izin verilir. Sıkıntılı işin sonucu ferahlatıcı olur. Bir iş daraldıktan sonra genişlemeye yüz tutar.
12
Bir zararı ortadan kaldırmak için daha az zararlı bir tedbir araştırmak zorunluluğu hakkında hüküm. (Mecelle Külli kaideler, 66.)
13
Raiyye üzerine tasarruf maslahata göredir. Raiyye: Devlet, idari meclisleri, bir otoritenin idaresi altındaki insanları ifade etmektedir. İdare edilen insanlar hakkında üzücü ya da sıkıntı verici kararlar uygulanamaz şeklinde de açıklanmaktadır. (ç.n.)
14
El konulan malın menfaatinin tazmini Mecelle hükmündeki gibi zorunlu değilken, yetim ve vakıf mallarına düşkün olan insanların bu hükmü kişisel menfaatlerine göre uygulamasının önüne geçilmek üzere, bu malların tazmini hakkında fetva verilmiştir. (ç.n.)
15
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yasaktır. (ç.n.)
16
Nass: Kur’an ayetlerinin delil olarak gösterildiği kesinlik. Felsefede tam karşılığı “dogma”dır. (ç.n.)
17
(Code Napoléon, code civil des Français) Napolyon Kanunları, Napolyon Bonapart’ın hazırlattığı medeni kanun metnidir. Roma Hukuk ve İslam Hukuk’u sistemlerinden etkilenmiştir. (ç.n.)
18
Thomas- Xavier Bianchi (1783-1864), sözlük çalışmalarıyla tanınan ünlü Fransız Doğu bilimcisi. (ç.n.)
19
Ebu Hasan Habib el-Mâverdi, Ahkam-ı Sultaniyye (ç.n.)
20
Suffrege universel: Genel ve eşit oy hakkı, evrensel oy hakkı: yetişkinliğe ulaşmış her bir vatandaşın oy kullanma hakkının devlet tarafından tanınması ve teminatı. (ç.n.)
21
Hadramut vadisinde yer alan birbirinden farklı nüfus istatistiğine sahip şeyhliklerden oluşan bölge genel olarak Nevâhî-i Tis’a (Dokuz nahiye) tabiriyle anılır. (ç.n.)
22
Hadramut, Hadramevt ya da Hazretmevt olarak anılan Arabistan yarımadasının güney sahillerinde dar bir şerit hâlinde uzanan bölge. (ç.n.)
23
İdrisiyye tarikatının kurucusu Hicaz’da Asir Meselesi’ne neden olmuştur. (ç.n.)
24
Zeydiyye: Hazreti Hüseyin’in evlatlarından Zeyyad bin Ali Zeynülabidin’in etbaına verilen isim, Şii kollarından biri. (ç.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов