Читать книгу Ey Dünya Ey (Beksultan Nurjekeuli) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Ey Dünya Ey
Ey Dünya Ey
Оценить:
Ey Dünya Ey

3

Полная версия:

Ey Dünya Ey

– Eee! dedi babası, aklındaki bir şeyi hatırlayamamış gibi çatık kaşla düşünüp,

– Çıldırmış halkı durdurmak şimdi zor olur. Yoksa Irakımbay’ın dediği gibi tehlikelidir. Gençlerin hiçbirini askerlik için vermeyeceğiz desek, ona sinirlenen Ruslar hiç birimizi sağ bırakmadan öldürebilir. Onun da savaş için bahane aramadığını kim söyleyebilir?

– Doğru söylüyorsun! Bu, Ruslara çok iyi bir bahane olacaktır, ‘Çara karşı çıktı’, diyerek hepimizi yok ederler. Sonra Kazakları kim korur ve suçsuz olduğunu kim ispat eder? Avbakir konuştuktan sonra Saylıbay’ın oğlu Semtik, ‘Kahramanlığı sen de uygunsuz yerde yaparsın ya, zavallı’ diye küçümseyerek konuştu. Ben tam yanında oturuyordum. Yüzüne bakıvermiştim hiç çekinmedi. ‘Cesaret akıla eşlik edemez, kahramanın tevekkeline akıl eşlik edemez’ dedi imalı şekilde. Nasıl olur size göre gençleri vermemiz doğru mu? demiştim, ‘Kendinden güçlüye öfkeni değil aklını göster. Öfke, öfke çağırır, güçlünün öfkesi dediğini yaptırır, akıl ise aklı çağırır, zayıfın aklına güçlü de eğilir’ dedi.

– Doğrudur! Onun demek istediğini ben de anladım. Gençler ölünce sadece yaşlılar ölmeyecek, çoluk çocuk, koca karı hepsi ölecek anlamında. Durum Semtik’in dediği gibi olsa ne olurdu?

– Nasıl olsa milletin başına bela oldu, Tilevli. ‘Artık evlatları düşünmezsek mundar ölürüz’ dedi Ömerali evdekilerin hepsine tek tek bakarak.

– Çocuklardan sadece sağ salim kalan Tazabek’in kaderi için endişeleniyorum. Sonunda karımla birlikte sizlerle danışmaya geldik. Acele oldu fakat acele etmekten başka çare kalmadı. Tek çocuk diye hiç üstüne varmadık, o da evlenmeyi düşünmüyordu. ‘Eee, nasip olsa evlenir’ diye bizde gönlümüzü rahatlattık. Oğlumuzdan torun sevmezsek, bu tehlikeli vakit oğlumun kendisini kaybedecek gibi tehlikelidir. Bu konuda sizinle biraz konuşmaya geldik.

– Tabi ki, olur Ömeke, dedi babası Şeyi’nin oturduğu tarafa yan gözle bakarak.

Zaten konuşmanın nedenini fark eden Şeyi bu ahvali kendi kulaklarıyla duyduktan sonra nasıl kalkacağını nasıl oturacağını bilemedi. Onu babası fark edince hemen konuyu değiştirerek:

– Adil diye inandığımız Çar zalim oldu! dedi ah çekerek,

– Demek Rusları kendisine yaklaştırarak onlara güzel, görkemli yerleri verdi de eskiden o yerlere sahip olan Kazakları önemsemeden bozkırı verip kenara atıverdi. Yani bahanesi, ‘Siz çiftçilik yapmayı bilmiyorsunuz’. Neden bilmiyoruz ki? Gerekirse Kazak hepsini yapar. Kazaklara güvenmiyor bu Çar, küçük görüyor. Eline silah vermeyip ağır iş yaptırması da ondandır. Birilerinin anlattıklarına göre Kazak, Uygur savaş için değil savaşa kale yapmak için gidecekmiş. O kaleyi Alman uçurursa sen savaşsan da savaşmasan da ölmeyecek misin? dedi Tilevli kendisinin de hangisine inanacağını bilmediğini belirterek.

– Devletin politikasına uygun olur mu? dedi Ömerali Tilevli’ye yan gözle bakarak.

– ‘Hakikat’ ve ‘Adalet’i ilk önce onlar söyler fakat sonunda ‘Hakikat’ dediği entrika, ‘Adalet’ dediği aldatmak oluverir. ‘Hakikat’ dediğin kat kat sahne perdesi gibi değil midir? Onun ilk perdesini halka gösterir hükümet ve kalanını onun altına saklar. Halk, ağzı açık ona inanır ve diğer katlı perdenin altında ne saklandığını fark etmez. Örnek olarak köpeğin de kuşun da inanacağı bir hakikati ben size söyleyeyim. Benim bu karımı tanıyan ve tanımayan kişilere ‘Bu benim karım, Tazabek bizim oğlumuz’ desem hiç şüphesiz, belgesiz herkes inanır, çünkü onun için hiç akıl ve ilmin gereği yoktur. Daha sevimsiz birisi ‘Ömerali’nin Tazabek’i oynaşından doğmuştur’ dese, ben ‘Hayır, Tazabek öz evladım’ diye haykırsam da Kalişa ağlasa da bazısı inanır bazısı inanmaz.

– Çocukların önünde neler söylüyorsun? diye Kalişa kocasına bakakalmıştı, Ömerali de ona bakarak,

– Ne oldu? Benden gizlediğin bir şey mi var? Korkma! Ben sana güvenmesem de kendime güvenirim, oğlan benim, dedi karısını şımartıp gülümseyerek. Sonra Tilevli’ye döndü.

– İşte, Kazakların böyle kötü bir âdeti var, gerçeğe değil yalana çabuk inanırlar. Çünkü hakikat sert ve öfkeli söylenir, yanlış şeyler ise abartarak, aldatarak, okşanarak söylenir. İşte hepimizin söylediği fakat önem vermediğimiz cahillik dediğin budur. Sert söylenen hakikate değil, abartarak söylenen yalana inanılır. Akıl, ilim gerektirmeyen gıybet ve dedikoduya inana bilir de! Zihnin, akılla çözülecek şeylere şuuru yetmeyebilir! Ondan sonra cahil kendisini düşünür, sadece alıştıklarını yapar.

– Evet, doğru söylüyorsun, dedi Tilevli sevinçle başını eğerek.

İhtiyarın bu fikrini Şeyi de kabul etti. ‘Akıllı kişidir’ dedi söylediklerine hayret ederek. Milletin can kulağı ile dinlemeleri hoşuna gitti ki aksakal sohbetine devam etti.

– Tazabek atamız Ruslara karşı çıktığında ona destek veren Savrık, sonunda Kazakları bozan Ruslar dersiniz fakat o Ruslar bu bizim ata binen beylerden de iyi çıkabilir. Sonra Tazabek, ‘Ey Savrık, sen de ipin koparılacağı yerini biliyormuşsun’ dedi. Bu işin en zor tarafı, bugünkü tatlının ileride acı olacağını millete inandırmak. Ona ben inansam bile halkın inanmaması insanı bitkin düşürüyor değil mi? Ne kadar basiretle söylesen de birisi inanır birisi şüphelenir. Bugünkü hayata bakıp daha olmayan, fakat ileride olacak şeyi yorumlamak daha zordur. Bu zorluğu Kazaklara anlatamadan mı öleceğiz acaba? Taldıbulak’taki o Rus’u gördün mü? Hangi Kazaklara zarar verdi? Birisiyle akraba, birisine saygılı, Kazakların kendi kardeşlerinden daha iyidir. Onu görüp, ona inanan Kazakların, ‘O Rus, tek Rus’tur. İnsanlığı olan bir Rus’tur. Sayıları az olduğu için Rus bizimle kardeş olmak istiyor. Yarın o iki, üç, yüz olacak, sonra da seninle denk ya da senden üstün olacak ve onların hepsi o Rus gibi dürüst olmayacak, yediğini çalan, altındakini çekip alan zalim de olur. Tek Rus kardeştir. Beş Rus bir köy olur; yüz Rus’la mücadele edersin, bin Rus’a tabi olursun’ demeni Kazak anlar mı? Hangisi ona inanır? Bunun için Ruslarla savaşmadan önce ‘Ne saçma sapan konuşuyorsun?’ diyerek kendine karşı koyuyorsun. Şimdi bir düşün, Rus, Kazak’a gerçekten saygı gösteriyorsa, kendi memleketinde otururken neden saygı göstermiyor? Rus’a saygı değil senin toprağın, suyun gereklidir. Saygı göstermeye geldim diye hangi Kazak, Rus’un toprağına yerleşmiştir? Onlar, her vaade inanan, cahil halkı sözle kandırıp esir etmek istiyor. Yarın çoğaldıklarında seni dağa taşa, kuma çöle atarlar. Onlarda ilim, akıl, şuur varsa, sende hasetlik, fitne var! Doğruyu söylemek gerekirse akılla ilim kazanmazsa hasetlik ile fitne kazanır mı? Milletin gördüğü, işittiği bugünkü gerçektir. Allah’a çok şükür, şimdilik azıcık Rus, Kazaklara bağlıdır. Yarın onlar çoğaldığında durum değişir ve biz onlara bağlı kalırız’ demişti. Sonra Savrık, Tazabek’i kucaklayarak ‘Millet inanmazsa inanmasın, ben sana inanıyorum. Ölürsem birlikte öleceğim, yaşarsam ne zaman zor durumda olursan yanında olacağım’ demiş. İşte, sonunda Tazabek’in dediği oldu ‘Yüz Rus’la savaşacak veya yüz Rus’a baş eğecek’ zaman geldi.

– Evet, dediği oldu.

– Önceden Ruslar birkaç kişi olduğundan bizden çekiniyordu, şimdi çoğaldılar biz onlardan çekinmeye başladık. İşte, akıllının yorumu, kırk yıl önce Tazabek’in söylediği gerçek budur.

– Hayret, sanki bu günü görüyor gibi nasıl söylemiş!

– Kendi kellesini ortaya koyup halkın şerefini koruyacak Tazabek ile Savrık gibi erkekler bir daha doğmayabilir! O gibiler halkın felaket yaşadığı dönemlerde onların kaderini değiştirmek için elli yılda bir doğar. Fakat Tazabek, Savrık, Şaltabaylar ‘Bizim için kendilerini feda etti!’ diyen Albanlar da azalıyor. Benim fark ettiğim şey şudur ‘Unutulmuş şeref, gömülmüş köz gibidir, çok yatarsa söner; çok üflersen köz ateş haline gelir’. Yine de halkın başına bela gelince o Tazabek’in oğulları Tezek, Avbakir ile Jakıpbekler ve Savrık’ın oğlu Uzak halkın huzuruna çıktığında kaybolan değerlerin tekrar canlandığını görünce sevindim ve hayret ettim. Şerefli yaşamanın bedeli kanmış!

Şeyi, sofrayı hazırladığı için Ömerali’nin sohbetinin devamını duyamadı fakat onun buraya gelme amacının kendisini Tazabek’e istemek olduğu gerçeğini öğrendi. Sadece öğrenmedi öyle olduğunu düşündü. Anne babası, ağabeyi, yengesi hürmet gösterdiklerine göre hepsi onların tarafındadır demek. Hepsi öyle iyi düşünüyorsa, ben neden karşı olayım? Geçen gün Tazabek’in elimden ‘şap’ diye öpmesi, beni istediği içindir. Tavrında ve karakterinde bir kötülük yoktur.

Böyle kendi kendine düşünürken annesi elinden tutarak ağabeyinin çadırına götürdü.

– Sen artık yetiştin kızım! Bu kişiler seni istemeye geldiler! Farklı bir düşüncen var mı, ne dersin? dedi kızının yüzüne bakarak.

– Hayır! dedi Şeyi yüzünü çevirerek.

– Oh, akıllı kızım benim! dedi annesi yüzü mutluluktan parlayarak.

Tilevli’nin evinde derhal düğün hazırlığı başladı. Fakat düğün işleri için pazara giden Ağıntay kötü bir haber getirdi. Rus yöneticisi Jamenke, Uzak’ın emrindeki Albanların on seçme erini istişare edeceğiz diyerek kandırıp götürmüşler. Tazabek atamızın torunu Avbakir’i ve ta uzaktaki Ası’daki Kızılbörik’in yardımcısı Seribayı da onlarla birlikte hapsetmiş.

– Kazakların başına karabulut çökmüştür! dedi Tilevli, bunu duyunca asık yüzle,

– En saygınlarını önceden hapsettiğine göre çok kötü bir hareketin hazırlığındadır.

Gelin olacağı günü gün sayarak heyecanla bekleyen Şeyi, akşamüstü gelen Tazabek’i görünce kuşkulandı. Hapishanede tutuklu olan Albanların akrabaları, onları kurtarmak için yarın pazara baskın yapmaya karar verdiler. ‘Tilevli ile Ağıntay onlara katılır mı’ diye Ömerali soruyordu.

Kaşları çatık, biraz sessiz oturduktan sonra,

– Tamam, geleceğiz! dedi Tilevli başını eğerek. Tazabek giderken Şeyi’ye doğru ümitsizce bakıvermişti.

– Jibek’im! dedi Jüzük görümcesine fısıldayarak,

– Sana diyeceği var gibi, git görüş! Öylece Şeyi’yi dışarı sürükleyerek çıkardı. Arkasından Tazabek de çıktı.

– Şayken! dedi Tazabek, elinden tutarak. Bu karmaşa dönemi bizim güzel düğün yapmamıza izin vermiyor. Eğer darılmazsan seni kaçırsam, nasıl olur? Ayıp olur mu?

– Bugün mü?

– Hayır, ikimizin anlaştığı bir gün.

– Ne zaman?

– Onu Jüzük’le anlaşalım!

– Tamam, olur!

Delikanlının sevindiğini fark etti.

– Şayken! dedi heyecanla.

– Sağ olursam seni incitmeyeceğim canım!

– Kendine dikkat et, bir delilik yapma!

– Tamam canım! Senin için sağ salim olmaya çalışacağım. Gel, sarılayım!

– O bakıyor! dedi Jüzük’ü gözüyle göstererek.

– Tamam, canım! Kendim haber veririm!

Nikâhı yapılıp dünürler arasında koyun kuyruğu ve karaciğeri yendikten sonra Şeyi kendisinin Tazabek’in karısı sayıldığına, onun da giizlenmeden gelmesine hakkı olduğundan ve sözünü tuttuğundan gururlandı.

Tazabek gittikten sonra Ağıntay babasına gelip,

– Yarın ben kendim gidip geleyim! Sopayla topuzdan başka silahı olmayan Kazak, silahlı Ruslara ne yapabilir ki? dedi halının bir köşesine otururken. Yaşlı insan, başına bir şey gelirse diye endişeleniyorum!

Şeyi babasının cevabını nefesini içine çekerek bekledi. ‘Gitmezse cesaret edemedi’ diye düşündü.

– Oğlum! dedi Tilevli, oğlunun yüzüne bakıp oturuş şeklini değiştirmeden,

– Seni koruduğum için ölürsem, şehidim. Eskiden atalarımız evladı için kendilerini feda etmiştir. O geleneği bozup vicdansız olacak değilim. Seninse anne babanı, çoluk çocuğunu ve halkını korumak vazifendir. O yüzden çok konuşma, git ikimize de kayın ağacından iki topuz yap. Ne olursa olsun halkla birlikte yaşayacağız. Öyle yapmazsak ‘Andı bozanı ant çarpar’ oğlum! Geçen gün Ömeken anlatmamış mıydı Alban komutanlarının nasıl ant verdiklerini!

Bu sohbetten savaş hazırlığı hisseden Şeyi annesine korkarak baktı fakat annesi bir şey demedi. Çünkü erkeklerinin bu anlayışı terk etmesi, ‘Halk için savaşmayın, kim ölürse ölsün, siz sağ olun’ anlama gelirdi.

Babası ve oğlu henüz kurumayan topuzu ellerine alıp sabahleyin Karkara’ya gittiler. O gidişten geceye kadar dönmediler. Evdekiler meraklanmaya başladı. Herkes kendi düşünceleriyle fakat bir birine söylemeden ah çekiyordu. Üçüncü günü sabahleyin Ağıntay’ın tek başına gelip attan indiğini ilk gören Şeyi şaşırıp donakaldı. Ajiken ise hemen bağırarak,

– Evladım! Babanı nerede bıraktın? diye oğluna doğru koştu.

– Anne! Babam sağ salim! dedi yere otururken.

Şeyi’ye ağabeyinin gözleri biraz şişmiş gibi göründü. Ağladığı belliydi. Hemen söylemediğine göre bizi kandırıyor diye düşündü.

– Sağ salim ise nerede şimdi babam?

– Tazabek’in evinde.

– Yaralı mı yoksa? dedi annesi korkarak.

– Ömeken’i silahla vurdular, anne!

– Nasıl vuruldu? Sağ mı?

Ağıntay başını salladı,

– Pazara doğru yürürken karşıdan silahla vuruldu. Babam, ben, Tazabek ve Ömeken yan yana gidiyorduk. Ömeken atını kucaklayarak yıkıldı. Tazabek’le ikimiz yardım etmeye çalıştık. Fakat baktığımızda göğsünden vurulmuştu.

– Aman Tanrım! Ne yapacağız? dedi Ajiken telaşla korkarak. ‘Ne yapacağım?’ sorusu Şeyi’yi de korkuttu.

* * *

Ömirbek’i defnetmeye evdekilerle birlikte Şeyi de gitti. Daha gelin olmadan o eve uğursuzluk getirmiş gibi kendisini suçlayarak milletten uzak duruyordu. Bir an ağabeyinin yanına geldiğinde çevresindekilerin çoğunun konuşması askere alınma hakkındaydı.

– Ne için askere alacak, nereye götürecek, ben hala anlamıyorum, dedi iri yarı olan, kendisini güçlü olarak gösteren yüzü geniş delikanlı.

– Nereye mi götürecek? Ruslarla Almanların savaştığı yere götürecek! dedi birisi, bir şey biliyor gibi.

– Rusları kurşunlardan koruyacak derin çukurlar kazacakmışız! Ona da ‘siper’ deniyormuş!

– Eee, biz çukur kazdığımızda Almanlar çukuru kazıp bitirsinler diye bekleyecek miymiş? Ateş etmeyecek mi?

– Tabi ki ateş eder! Yoksa bu Kazak’mış diye acıyacak mı sanıyorsun?

– Bizim öyle göz önünde öldürülmemizin Ruslara ne faydası var?

– Bir faydası Almanlar, Rusların yerine bizi öldürürler, ikincisi, biz ölünce bizim topraklarımız, her şeyimiz Ruslara kalır. Sahipsiz kalan yeri sahiplenmekten başka ne yapılır? Zaten her sene çoğalıp, güzel yerlere yerleştiklerini görmüyor musun?

– Askere gitsen Rus diye Almanların elinde öleceksin, gitmesen, gitmedin diye Ruslar öldürecek diyorsun yani.

– Aynen öyle.

– Öyleyse sonuç hep ölüm! En azından kendi toprağımızda ölmeyelim mi?

– Ben de onu düşünüyorum!

Gençlerin böyle konuşmaları Şeyi’yi korkutsa da onların cesaretleri biraz güç verir gibi oldu. Fakat Tazabek’le ikisinin durumunun ne olacağını sadece Allah bilirdi. İnsanların hayal etmekte zorlanacakları zalimliklerin yaşanacağı bir devir gelmiş gibiydi., Düşünemediği korkunç olayları sanki insan dışarıda izliyor gibiydi.

Kendisinin Albanların içinde Sarı diye bilinen atalardan, annesinin Kızılbörik diye anılan soydan olduğunu biliyordu. Onlar her sene kışında Jalanaş’ın batı bölgesinde, yazın da Sırt’ta yaşıyordu. Orta Merki’de genelde bir iki gün kalırlardı fakat memleketin huzursuzluğundan dolayı bu sene uzun süre kaldılar. Tazabek, Albanların içinde Almerek ve onun Janibek diye bilinen kolundan geliyordu. Onun da annesi, Kızılbörik soyunun kızıydı. O taraftan ikisi akraba idi. Babalarının birbirlerine arada bacanak demesi ondan dolayıdır. Almereklerin yurdu Kulık dağının öteki karşı eteği ve Saha tarafının hepsidir. Kulık dağı, Şarın nehrinden doğuya doğru, Jalanaş dağı ise onun güney taraf karşısında İki Aşa’ya kadar uzanmaktadır. İkisinin arası doğuya doğru genişleyip bir birinden uzaklaşıyordu. Doğuya doğru sırayla Toğız Bulak, Şet Merki, Aral, Orta Merki, Jaydak Bulak, Kensu veya Bas Merki, İki Aşa denilen her yer, her su o Jalanaş dağının eteği olan yeşillik yerler. Bunlardan doğan nehir ve bulaklar Kulık dağının güney tarafından akan Keğen suyuna ve Aktoğay’la birleşip Şarın’a akar. Şarın’ın başı Aktoğay, ortası Köktoğay, eteği ise Sartoğay’dır. Suyun iki yakasındaki uçurumlar, su ile rüzgârın oluşturduğu mükemmel manzaralar, biri kahramana, biri ozana benzeyerek ilgi çekerken, diğeri de korkulu bir şeylere benzetilerek korkuturdu. Kazakları yöneten Rusların ilgisini böyle yerler çekmezse neresi çekerdi? Ruslar, şimdiden Jalanaş köyünü avucunun içinde oynatıyordu.

* * *

Babasının ölümü Tazabek’i birden yetiştirdi ve çok değiştirdi. Mal mülkün artık kendi sorumluluğunda olduğunu düşünüp Vasily’nin atlarını geri verdi ve akrabalarının oturduğu İki Aşa yaylasına ailesiyle taşındılar. Şimdi onun aklındaki tek şey babasının intikamını almaktı. Karkara pazarındaki birçok askere tek başına saldıramayacağını ancak bir Rus’u kurşunlamadan da yerinde duramayacağını biliyordu. Fakat sonunda bir çözüm bulacak gibiydi. O düşünceyle Vasily’nin verdiği silahı yanına alıp yine Karkara tarafına gitti.

* * *

Halk telaş içindeydi. Orta Merki’nin yukarısından Jalanaş’tan Karkara’ya, Karkara’dan Jalanaş’a doğru göçen halkı Şeyi her gün görüyordu. Tazabek’in şimdi pazar tarafını gözetlediğini bildiği için her kalabalığı gördüğünde yüreği ağzına geliyordu. Rusların eziyetine dayanamadığı için çatışan yiğitlerin ve onlar için telaşlanan milletin kaderinin nasıl olacağı belirsizdi. Hapiste yatan Avbakir’in akrabaları çok telaşa düşmüşlerdi fakat telaşın ötesinde çatışma, ölüm olduğunu kendileri bile anlayamayacak haldeydi. Ölümü tehlike değil cesurluk sayıyorlardı artık. Babasının bir övüp bir yerip durduğu Kazaklar için bu zulümden kurtaracak çare bulmak şimdilik belirsizdi. Şeyi, düşüne düşüne artık olgunlaşmış gibiydi. Ona göre, ölüm ile yaşam tercih noktasına geldiğinde insanın ilk önce yaşamayı düşünmesi gerekiyordu. Aklın ve fikrin de öyle işlemesi gerekiyordu. O yüzden gelenekleri ve inancı bir tarafa bırakıp hemen Tazabek’in ailesine gitmeyi doğru görüyordu. O düşüncesini güçlendirip batmak üzere olan güneşe; yalvararak, dua ederek baktı. Huzurlu doğup huzurlu batmasını diledi. Öylece eve doğru yürürken birden ödü koptu, annesi hiç ses çıkarmadan arkasından bakıyordu.

– Anne ya! Ödümü patlattın!

– Korkuttum mu, canım? Ortadaki durum beni de korkutuyor! Yanına yaklaşınca kucakladı,

– ‘İnsanın öfkesi artınca akıllı azalıyor’ derdi eskiler. Babasının intikamını alacağım diye koşan Tazabek’in başına bir şey gelirse ne olacak diye korkuyorum. Artık onlar için endişeleniyoruz, gidip onların ailesiyle birlikte yaşaman doğru olur kızım! Gördüğün gibi tüm Albanlar kendi yurdunda muhacir olacak durumdalar. Millet bu durumdayken bizim gelenek görenek dediğimiz şeyler ne işe yarar? ‘Aşı yok oruç tutar, işi yok namaz kılar.’ der büyükler, ‘Oruç, namaz tokluktadır’ Nikâhı düğünsüz yapalım. Baban da kabul eder, sen de düşün.

– Tamam, anne! Endişelenip evde oturmaktansa en azından Tazabek’in yanında olayım!

– Akıllı kızım benim! ‘Elli altmış koyunla yaklaşık yirmi büyük malı götürüp Kalişa dünürün yanına taşınalım mı?’ diye baban söylediğinde ‘Yaslı eve taşınmamız ayıp olmaz mı? Bir de kızımızı kendimiz götürmüş oluruz’ diye ben karşı gelmiştim. Şimdi düşünüyorum da yol kenarından uzak oturmamız daha iyi olur.

Ertesi öğleyin gibi Jalanaş tarafından birçok atlının geldiğini gören Şeyi korkup eve doğru koşarak geldi.

– Baba, birileri geliyor! dedi eliyle batı tarafını göstererek.

– Şimdi ne oldu? dedi annesi düşman baskın yaptı zannedip.

Hepsi telaşla dışarı çıktılar. Birçok atlı kişi yamaçta gidiyordu. Hiç birinin kıyafeti de ata binişi de Ruslara benzemiyordu. Ellerindeki mızraklar, takımlarındaki topuzlar, hepsi onların Kazak olduğunu gösteriyordu. Bunları fark edince atlı iki kişi gruptan ayrılarak Jaydak Bulak’a, bunlara doğru geliyordu.

– Tüh! Boşuna göründük gözlerine, dedi Ajiken mızmız ederek.

İki yiğit yaklaşınca yüksek sesle selamlaştılar.

– Hayırdır, yolculuk nereye? dedi Tilevli iki delikanlı ile selamlaşarak.

– Karkaraya gidiyoruz! dedi eski kalpak giyen kişi yanındaki arkadaşına çekinerek bakıp,

– Jalanaş’taki Rusları elebaşıyla birlikte kovarak evlerine soktuk. Şimdi Karkaraya doğru gidiyoruz. ‘Bize destek olan erkek varsa, bizimle gelsin!’ diye ikimizi Jakıpberdi ağabey yolladı. Yanında Tezek dedem de vardı.

– Jakıpberdi ağabey ile Tezek deden öndeyse biz de oğlumla ikimiz arkanızdan geliriz.

Baba ile oğul Karkaraya gittikten sonra ertesi gün Şeyi yengesiyle hayvanları otlatmaya çıktı.

Çiçek ile saman güneşin sıcaklığıyla kokmaya başladığında ikisi atlarını otlamaya bırakıp kendileri alt tarafın tamamını gören tepe gibi yere çıkıp oturdular. O zaman Şeyi’nin aklına Tazabek geldi. Bir an kocası gibi bazen kocası değil gibi kuşkulu durum onu çaresiz bıraktı. Arzulayıp, zor dayandığı Tazabek’in görünüşünden belliydi.

– Jibek’im! diyen Jüzük’ün sesi Şeyi’nin düşüncelerini kesti.

– Kendi kendine o kadar neyi düşünüyorsun? Böyle yalnız olduğumuzda konuşalım!

– Neyi?

– Ne olacak? Tazabek’le ikiniz beni endişelendiren!

– Onun neyini konuşalım?

– Hepsini! Tazabek bugün gelse bugün, yarın gelse yarın ikinizi bir yatakta kavuşturacağım. Onu bilmeni isterim.

– Hayır, Jüzük! Daha evlenmeyen kız öyle yapmaz. Ayıp olmaz mı?

– Hiç de ayıp değil. Koca yanında yatmak ayıpsa annelerimiz ile ninelerimize ayıp değil mi?

– Tazabek daha kocam değil ki!

– Onu kim söyledi. Beni dinle! Annen baban izin verdi mi, verdi! Dünürler iyi bir şekilde ağırlandı mı, ağırlandı! Bundan başka ne istiyorsun? Tazabek seni düşünüp bekliyor! Tazabek’in yerinde ben olsaydım çoktan gizlice gelip işimi bitirirdim.

– Tüh! Jüzük! Sen ne kadar zalim bir insansın!

– Ben zalim değilim! Bu benim yengelik görevim! Tazabek’le evlendiğinde mutsuz olursan beni ölene kadar görmeyebilirsin. Ama ne bileyim belki de ‘Kocama kavuşturan canım yengem’ diye her gece teşekkür edersin bana.

– Tamam! Yeter artık!

– Hayır, dinle! Erkeğin yanında yatmanın korkunç olduğunu kim söyledi sana? Korkunçsa ağabeyinin yanında ben neden yatıyorum? Korkudan ölmek için mi? Yoksa kocanın erkekliğini tatmak için mi?

– Tüh, ne kadar terbiyesizsin? Bu ne rahatlık, yeter!

– Tamam! Bakarız, kimin terbiyesiz olduğuna! ‘Vaay, böyle olduğunu neden daha önce söylemedin?’ diye bana sonra kızmazsın inşallah.

– Yeter artık! Hayvanlara gidip bir bak! Atlarla birlikte çam ağaçlarının arasına girerse dalların arasında koyun kalır, orda dilenci var.

– Tamam, gidiyorum! Fakat Tazabek geldiği gün görüştüreceğim, ona hazır ol! Jüzük konuşarak atına binip koşturarak gitti.

– Yavaş! Atından düşersin!

– Korkma! Düşersem yer sağlamdır!

Nezaket icabı öyle dese de içinden Jüzük’ün dediklerinin doğruluğunu kabul etti, hemen kavuşmak için dua etti.

* * *

Jakıpberdi’nin ‘Pazarı basacağız. Kardeşler, yardıma gelin!’ haberini duyduğunda ‘Allah’ım duam kabul oldu’ diye sevindi Tazabek. Avcılık yap diye Vasily’nin verdiği tüfeği boynuna asarak atına binip gitti.

O gün pazara varmadan yanındaki Beleksaz’da konakladı. Atından inip fark ettiği, her evin önünde yaklaşık on yirmi bağlı at ve köyde dolanıp koşan insanlardı. Bugün birçok kişi Jarkent’le irtibat kuran Temirlik’i, ikinci olarak Karakol ile haberleşen Taldıbulak postanesini yıkıp gelmişlerdi.

Gazaba gelen halk yarın Karkara pazarını basacaktı. İnsanları şöyle dursun Karkara’nın havası da bugün öfkeli gibiydi. Karabulut, ne yağdı ne dağıldı. Sanki Pazarın üstünü siyah tündük örttükçe örtmüş. Taldıbulak’a saldırdığında Tazabek, Vasily ve Daneker’e ne oldu acaba diye düşünmüştü fakat tekrar hemen unuttu.

Halk, ertesi gün pazarın arkasında toplandılar. İri yarı, sesi gür, suskun, öfkeli gibi kızarak bağıran Jakıpberdi emrederek görev verdi.

Ahali! dedi başındaki şapkasını yukarı kaldırarak. Atlı halk hiç ses çıkarmadan dinliyordu.

– Teee ataların yöneticilik yaptı, diye pazara saldırmayı bana görev olarak verdiniz. Düşmandan değil ben bu işin sorumluluğundan korkuyorum. Ben bu yolda ölsem bile pişman olmam. Çünkü bu memleket için vermeyecek hiç bir şeyim yok. Benim görevim, Rusların öldürdüğü Tazabek atalarımızın da Rusların tutukladığı Avbakir kardeşimin de intikamını almak değil, horlanan Kazakların şerefini korumak! Hepimiz bugün şerefimiz için toplandık, onun için ata bindik! Bir oldukça biz güçlüyüz. Pazarda silah çok fakat bize az. O yüzden memleketi korumak isteyen insan ilk önce kendisini korusun! Çünkü ölen kişi kimseyi koruyamaz! Ölümden korkmayan insan olmaz, fakat eceli gelen korksa da ölür, korkmasa da ölür! O yüzden iş, boşuna ölmeden düşmanını öldürmek suretiyle intikam almaktır! Düşmanın elinden ölmek yiğitlik değil, düşmanı öldürmek yiğitliktir! Bu aklınızda olsun! Haydi, gidelim!

Sinirlenip öfkelendi etrafını saran kardeşleri, hepsi bir anda bağırıştı. Millet de arkasından homurdanarak gitti. Pazarı dağıtacak gibi hepsi atla koşturdu, aniden birisi,

– Eyvah! Sağ tarafımızdan bir kalabalık geliyor! dedi boğularak.

Tazabek aniden baktığında dörtnala gelen yirmi otuz asker gördü.

– Bizi kuşatmak üzereler! Bakın! Ününe bakın! dedi yine birisi bağırarak.

bannerbanner