
Полная версия:
Çiğdemleri Solan Bozkır
“Şimdi değişti Bahri usta, nerde eski düğünler, nerde eski sevdalar…”
“Gurban olduğum Ali Kâa, yüzüm ayağıyın altında… Soydan sürüp gelmemiş mi bu deli uşak? Sanki o dedelerin torunları, o babaların oğulları değil bunlar. Ağalık vermeyinen, yiğitlik vurmayınan olur sanıyo bunlar. Hatire, gönüle değen olmazdı evvelden. Gönül bilen, gönül alan kalmadı… Aaaah! “Gırıldı beyler, paşalar, kellere galdı köşeler,” derdi babam…
“Haklısın Usta, ama töre bu, bin senedir sürüp gelmiş işte, boynumuzu eğeceğiz, başka çaremiz mi var…?”
Bahri Usta, işinin ehli, yüreğinin bir yanı ezelden yaralı bir abdaldı. Bir şahin gibi daldı mı sazın göğsüne, pençesinde inleyen tellerden hüzün kanatlanırdı. Yüreğini koyardı mızrabın önüne, gönlünü kanatırdı bozlak çalarken. Bahri Usta türkü söylerken, dudaklarını kapatan simsiyah bıyıklarının arkasında, yanık, ölgün bir ses inlerdi. Sol eli, sazın perdelerinde can çekişen bir kuş gibi çırpınır, sağ eli, yangın yerine dönen sazın göğsünde bir pervane gibi döner, döner, dönerdi… O saza vurunca, bir çift turna havalanırdı sevdalı yüreklerden…
Bahri Usta, oğlu Tufan’ı da hüzün hamurundan yoğurmuştu. Tufan daha çocuktu ama en zor havalar, bir gam seli gibi boşalırdı sazından. Bir çocuğun anasına sarıldığı gibi sarılırdı, kucağına sığmayan saza. Bahri Usta, onun saz çalışını gururla seyreder ve:
“Bu delioğlanın mızrabı kimselere benzemez,” derdi…
Tufan, babası saz çalarken, tor şahin gibi başını eğdirerek izlerdi onu. Babasının sustuğu yerden o başlardı. Ondan aldığı feryadı, küçücük yüreğinde yeni bir ateşle yakıp salardı meclislere…
Ali Çavuş:
“Ben gelenleri karşılayım, sen de hazır ol Bahri usta,” dedi ve çıktı.
Çileye girecek bir mürit gibiydi Bahri Usta. Teslim olmuştu. Yüzündeki derin çizgilerden bir efkâr okunuyordu. Sazını alıp bir giriş yaptı, Tufan’ın gözlerine baktı.
Tufan, babasının bir ses aradığını anladı. Kendi sazının tellerini taradı, ses verdi babasına. Sazları birlikte çaldılar bir müddet, sesler ahenkliydi, hazırdılar…
Silah sesleri, oğlan evinin kapısına kadar dayandı. Davul zurna sesleri, koyunun kuzuya karıştığı gibi karıştı birbirine. Zurnanın içli, yanık havaları pırıl pırıl yanan gökyüzüne dağılıyordu. Yıldızlar bir halaya durmuştu sanki. Halayın başındaki çoban yıldızı, mendilini sallayarak bir türkü tutturmuştu:
“Su gelir millendirir…”
Kızevinin davulu susar susmaz, oğlanevinin davulu, zurnası çalmaya başladı. Aslan, davulunu dizine yatırmış, halayın gaydasına kaptırmıştı kendini. Davulu, Deli Osman’ın ayaklarının dibine eğilerek çalıyor, çomağını ahenkle indirip kaldırıyordu… Davul, halaydakilerin ayakları havaya kalkıp yere indikçe güm güm inliyor, halay çekenlere yol gösteriyordu.
Gayın alayının önünde, havaya paralar saçarak bağıran Deli Osman’ın, ağzında dili dönmüyor, ne dediği hiç anlaşılmıyordu. Halaydan kopup sağa sola yaslanarak yürüdü, belinden silahını çekip şarjörü havaya boşalttı.
Osman’ı bu halde görenlerin endişesi bir kat daha artmıştı. Deve üstünde adam talardı Osman. Kendini taşıyamazdı. Birkaç kadeh içince, alçak dağlarla hesaplaşır, ulu yolları keserdi. Kârsızın biriydi ama babası zengin, yorganı da kalındı. Kağnının gölgesinde gider, gölgesinin koyuluğu ile övünürdü. Onun, akşamleyin kırıp döktükleri, sabahleyin unutulurdu. Osman bu halde gelince, meclisleri dağıtır, çok meclis de kendiliğinden dağılırdı.
Düğünlerin kadim keyfanısı Muhacir Kızı, pişirdiği yemekleri beğenmeyip dökmesine, yeniden kazan kurdurup yemek yaptırmasına şahit olmuştu kaç kez. Osman’ı karşısında görünce söylenmeye başladı.
“Ölümün görmediği gıran artığı! Dağ dayısı, tavşan emmisi bunun. Her gayın alayının başına bu geçer. Kelhüseyinler, buna hangı baştan garışır acep? Gurbanınız olayım beni gına-mayın. Bunu görünce cin atına biniyom. Boyu devrilesiceye güç guvat da yetmez şimdi… ”
Oğlanevinin çatal kapısından girer girmez elini havaya kaldırdı Osman. Bir nara atarak bağırdı.
“Gayın geldi ulaaan! Donatın masaları! Eğer bir arkadaşımın çehresi eğilirse, yakarım buraları! Sıpası yitmiş eşşek gibi anırtırım hepinizi. Kusur istemem ulan!
Zurnanın sesinde ahenkli bir yiğitleme inliyordu. Davul aralıksız gümbürdüyordu… Deli Osman, elleri ile işaret ederek susturdu davul zurnayı. Arkasındaki gençlere bağırdı:
”Biz gelmedik mi ulaaan”!
Gençler hep bir ağızdan Osman’ a cevap verdiler.
“Heeeeeeeey! Hey!”
Deli Osman, elini havadan indirir indirmez, davul zurna yeniden coşmuştu ki, davul zurnanın sesi aniden kesildi. Aslan’ın elindeki çomak, Osman’ın narasıyla havada dondu kaldı.
“Davulu buraya getiriiiiiin!”
Davulcu Aslan’ın çomak tutan kolu omzundan kırıldı sanki. Başına gelecekleri biliyordu. Ağır bir yükün altındaymış gibi ezildi. Gözlerini kısarak Osman’a baktı ve yalvaran bir sesle:
“Ağam ekmek teknesi, gulun oluyum, yarma davulu!” diyebildi.
“Getir ulan davulu!” diye kükredi Osman.
Davul Aslan’ın sırtında, çomak Deli Osman’ın elindeydi. Osman düşmana vurur gibi vurmaya başladı davulun göğsüne. Biraz önce davuldan çıkan o ahenkli ses, yerini anlamsız, kulakları tırmalayan kuru bir gürültüye bıraktı. Aslan gözlerini kısmış, yüzü acıyla kıvranıyor gibi gerilmişti. Osman, davulu değil Aslan’ın göğsünü dövüyordu. Aslan, çomak kendisine vuruluyormuş gibi acı çekiyordu.
Düğün Kâhyası Ali Çavuş, Aslan’ın acısını hissetmişti. Kalabalığın içine daldı. Osman’ın koluna girdi:
“Yiğit Osman’ım, sen ağasın, ağa adam davul mu çalar? Yarın, Osman abdallığa havaslanmış demez mi el âlem? Bırak, Aslan çalsın gurban olduğum,”dedi.
Osman, ele avuca sığar gibi değildi, bir işaret ile susturdu zurnayı ve parmağını havaya dikti:
“Davulcu, davulun üstünde oynayacak, oynansın ulan!” dedi ve bağırdı. “Davulcuya gaşşık verin.”
Sonra başını kaldırdı, gözlerini Zurnacı Ekrem’e dikti. Bir keklik gibi pustu Ekrem. Deli Osman, Zurnacıyı yakasından tutup sürükledi ve karşısına aldı:
“Sen de çal bakalım ‘bâd-ı saba’yı…”
Aslan, çaresiz davulunu yere koydu ve zurnanın bu kıvrak havası eşliğinde davulun üstüne çıktı. Yavrusuna basan ana gibi tedirgindi. Bir kekliğin kayada sektiği gibi sekip davulun üstünde oynamaya başladı. Davula zarar vermemek için nefesini tutuyor, kollarını yukarı kaldırıp boşluğa asılıyordu sanki. Davulun derisi, bir müddet sonra Aslan’ın ağırlığına dayanamayıp yarıldı. Aslan’ın ayakları, davulun yarılan derisinden içeri girdi. Aslan, yerde bir ölü gibi sessiz yatan davulun boş kasnağına acıyla bakakaldı. Davul değildi yarılan, Aslan’ın yüreğiydi…
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов