
Полная версия:
Kardeş Sesler 2017
Zaman yavaş yavaş akıp giderken, Balkın’ın gözyaşları son bulmuş yüce Tengri onun karnına bir bebek koymuş. Çadırında oturduğu bir vakitte, kadın şaman Balkın’ın çadırına girmiş ve elini karnına koyup gözlerini yüzüne dikmiş. Balkın öylece şaşıp kalmış. “ Ey Balkın yüce Tengri sana Batu Ceben’in soyunu devam ettirecek bir erkek bebek vermiş. Git ve ona adağını sun. Umay seni ve bebeğini korusun.” Giysisinin altından kırmızı bir çaput çıkarıp Balkın’ın karnındaki kuşağın içine iliştirmiş “Nazardan korur” demiş ve çıkıp gitmiş. O gece çadırda bayram havası esmiş. Ceben en güzel hayvanların sütünü sağdırmış, elleriyle karısına yudumlatmış. Kar yüce Tengri’nin katından yere düşmüş ve çadırlar onları koruyacak ateşin ruhları ile dolup taşmış.
Balkın’ın karnı gün geçtikçe büyüyormuş. Elleriyle küçücük kıyafetler dikmiş yavrusuna. Bebeğine kavuşmak için az zamanı varmış. Bu zamanlarda Tatar ordularından kaçan eşkıyaların namı Sibirya’nın ücra köylerine kadar yayılmış. Savaşçıların dehşetini, gören anaların sütten kesildiği, yaşlıların taşa döndükleri, bu eşkıyaların gittiği her yere, yeraltının tüm kötü ruhlarını taşıdığı, taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmadığı bir rüzgâr gibi hızla ulaşıyormuş köylere. Karın eriyip, güneşin gülümsediği zamanlarda, otun yeşerdiğini gören boy beyi en güçlü ak şamanları toplatıp iyi ruhların yardımını almak için tören yapılmasına karar vermiş.
Tören meydanı kurulunca, şamanlar tüm boyu teker teker kutsamış, boya getirilen en güzel boz ayı yüce Tengri ve onun evlatlarına kurban edilmiş. Ak Şamanlar bütün şaman ruhlarını, koruyucu ruhları ve tüm iyeleri halklarını koruması için çağırıp onlardan yardım dilenmişler. En kudretli ateşler yakılmış.
Tören meydanında büyümüş karnıyla kocasının yanında oturan Balkın’ın tek bir korkusu varmış, daha evladı doğmadan Tatar’ın gelip onları ayırmasıymış.
Korku içinde alev alev büyürken, zavallı kızcağızın dili damağı kurumuş ve biten testisini doldurmak için çadırına gitmiş. Testisini doldurup ağır ağır dönüyorken, yerdeki kütüğü görmemiş ve elindeki testi tören ateşinin içine düşüp paramparça olmuş. Ak Şaman, boy beyi ve tüm boy ateşe dehşet içinde baka kalmışlar. Ateşin suyla sönmesi halkın en büyük lanetiymiş bu yüzden dehşet içinde bakakalmışlar. Ateşin hızı yavaşlamış yavaşlamış ve birden gürleşerek eskisinden daha kudretli yanmaya başlamış. Tören ateşinden bir parça sıçrayıp Balkın’ın elinin üstüne düşmüş ve zavallı kadın ateşin ona olan öfkesi, içindeki bebeyi kor gibi yakarken sancıya tutulmuş. Ateş eski şiddetini geri kazansa da Ak Şaman’ın dudaklarından dökülen “Ruhlar, doğacak ilk çocuğa adanan ölümün kurtarıcımız olacağını haber veriyor.” diye boy beyine doğru bağırmaya başlamış. Balkın’ın boğazından yükselen çığlık, beyin bakışlarını ona çevirmiş.
Çadırın önünde uzun süre bekleyen Ceben’i nihayet ebe kadın içeri almış ve kucağına kırmızı ipekten kumaşa sarılmış bebeği vermiş. Oğluna Arıhpay diye seslenmiş. Ceben’in çadırında bayram havası eserken, bey kendi çadırında yaklaşan kıyameti düşünüyor, kendi kendine “Ruhlar, doğacak ilk çocuğa adanan ölümün kurtarıcımız olacağını haber veriyor.” diye tekrarlayıp duruyormuş. Bey, yedi gün sonra Arıhpay’ı görmek üzere Ceben’in çadırına gitmiş. Bebeği kucağına alıp kulağına fısıldamış “ El kadar bebesin, bizi nasıl koruyacaksın?” Arıhpay’ı koklamış ve anasının kucağına bırakmış. Ceben’in çadır ateşinde biraz durduktan sonra çıkmış.
O günün gecesinde Arıhpay hiç susmadan ağlamış. Balkın oğluna ne yaptı ne ettiyse susturamamış. Bir ara uykuya dalsa da uyanmış. Balkın oğlunun altını değiştirmek için çadırın dışına kurusun diye astığı çaputları toplarken, Ulug Hurtuyah Taş tarafında yanan ateşleri görmüş. O kadar çok ateş yanıyormuş ki korkmuş. Aklına gelen ilk şey Tatar olmuş. Gece yapılan baskınları hatırlamış. Hemen çadıra girip Ceben’i uyandırmış. Ceben kılıcını kapıp, koşarak bakmaya çıkmış. Tam da korktukları gibi Tatar’ın savaşçılarıymış bunlar. Yolda denk geldiği altı kişiyi öldürmüş ve köy halkını uyandırmak için bağırmaya başlamış. Beyin pusuda bekleyen askerleri sesi duyunca kendilerine çeki düzen vermişler. Sesleri duyan boy beyi, Tatar’ın geldiğini anlamış. Ceben o gece kılıcıyla bir rüzgar gibi esiyor ve düşmana geçit vermiyormuş. Tatar’ın bazı savaşçılarının çadırlara girdiğini gördüğü vakit koşarak kendi çadırına girmiş. Balkın ve kucağında uyuyan Arıhpay’a kılıç doğrulttuğunu gördüğü askerle savaşmaya başlamış. Kısa zaman sonra askerin, önce kılıcı yere düşmüş ardından kendisi yığılıp kalmış. Ceben, oğlunu kucağına alıp alnına bir öpücük kondurmuş ve o da oracığa yığılıp kalmış. Gün doğuncaya kadar devam etmiş kılıç sesleri köyde. Boy beyi, Ceben’i görmek için geldiğinde, Balkın’dan öğrenmiş öldüğünü. Balkın, bebeğin ağıtlarından uyumadığı için düşmanın geldiğini gördüğünü, Batu Ceben’in nasıl öldüğünü anlatmış beye. Törenden sonra doğan ilk çocuğa adanmış ölüm köyün kurtarıcısı olmuş sahiden. Bey Arıhpay’ı havaya kaldırmış ve kulağına eğilip teşekkür etmiş. Bey o zamandan sonra Arıhpah’a kendi evladı gibi göz kulak olmuş ve bütün köy halkı her dualarında Ceben’e teşekkür edip, ateşe ikramlar sunmuşlar.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
İKİ AÇ KARIN
Ekmeğe yirmi beş kuruş vermişti, katık için ikinci yirmi beş kuruşa kıyamadı.
Açtı, midesi kazınıyordu. Maksat karın doyurmak değil miydi? Elindeki yumuşacık, taze ekmeği, arasında helva varmış gibi iştahla yiyebilirdi. Ekmek mis gibi kokuyordu. Eve ulaşmayı bile beklemeden, dükkânların aydınlığından kurtulur kurtulmaz yemeye başlayabilirdi. Devane Çeşmesi’nin acı suyundan da iki avuç içti mi tamamdı.
Havuzlu Kahvehane’siyle meşhur Suluhan’ı henüz geçmişti ki yolunu kara çarşaflı, uzunca boylu bir kadın kesti. (Kenan,) dükkân vitrinlerinden yansıyan ışıkta ancak kemikli, uzun parmaklarını; elmacık kemikleri çıkık zayıf yüzünü seçilebiliyordu. Ayaklarındaki lastik ayakkabılarının üzerine kadar uzanan çarşafı, elleri ve yüzü dışındaki her yerini kapatmıştı. Kadın yalvaran, çaresiz ve içten bir sesle konuştu:
“Yavrum! Açım! O ekmeği bana ver!”
Kenan şaşırdı ama çabuk toparlandı. Sesine bakılırsa, kadın en az annesi yaşındaydı. İlginçtir, kadın sesiyle, elleriyle, yüzüyle tıpkı annesiydi. Ya da o an Kenan’a öyle göründü. Kadının başka bir söz söylemesine fırsat bırakmadan ekmeği uzattı.
“Al annem!” dedi.
Kadın, iki eliyle birden ekmeği adeta kaptı.
“Allah gönlündekini versin!” dedi ve yürüdü. Hatta yürümedi, kaçarak uzaklaştı.
Sokağın ortasında dikilmiş kadının yürüyüp gittiği boş yolu seyretti.
“Amca topumuzu atıver !” diyen küçük çocukların sesiyle bir an için kendine geldi. Çocukların topunu vermek için yere eğildiğinde açlıkla boğuşan bünyesinden ilk tepkiyi midesi verdi. Midesine en son dün akşam yemek girmişti haklı olarak hem ağrıyor hem de isyanını iyice duyurmak için şiddetle gurulduyordu.
Yavan ekmekte olsa midesi bayram edecekti nerden de rastladı kadına. En iyisi bir ekmek daha almaktı elini cebine attı , elli kuruş çıkardı. Bütün parası elli kuruştu. Bildiği en yakın fırın bir önceki sokaktı, geçtiği yola tekrar döndü. Adımları her seferinde daha da yavaşlıyordu. Açlık onu bitap düşürüyordu. Fırından içeri girdiğinde , fırıncı içeride ki son müşterisinin ekmeğini sarmaktaydı.
“Selamünaleyküm , ekmeğin var mı beyim ?“ dedi.
Fırıncı önce Kenan’ın selamını aldı, son ekmeğini az evvel çıkan adama verdiğini söyledi.
Vakit epeyce ilerlemişti. Öyle kolay kolay ekmek bulunmazdı bu saatlerde. Midesi kendini unutturmadan bir kez daha guruldadı .Adama selamını verip çıktı.
Kaldığı eve doğru yürümeye başladı. Yolda kadın tekrar aklına düştü. “Açım!” diye feryat etmişti.Kadın şimdiye karnını doyurmuştur diye düşündü. Ekmeği kendi karnını doyurmak için aldım fakat kısmeti kadına diye düşündü.
Gecekonduların sıra sıra dizildiği, evinin de olduğu sokağa girdiği vakit, evinin üç beş ev ilerisinde oturan selamı sabahı olan sevdiği bir komşusuna rast geldi. Ayak üstü havalardan sudan, hükümetten gidişattan kendilerince dem vurdular. Komşunun minik oğlan kapıdan kafasını uzatıp bağırdı.
“Baba , anam hazırlamış sofrayı seni bekliyor”
Komşusu oğluna gülümseyip “Hadi gir sen , geliyorum” diyerek yolladı oğlanı içeri.
Kenan komşusuna hayırlı günler deyip yoluna devam etmişti ki tuttu komşusu onu kolundan.
“Buyur soframıza gel. Allah rızkıdır , beraber yer sohbetimize devam ederiz “ dedi.
Kenan “Yok ağabey zahmet vermeyim ben bu vakit , afiyet olsun sohbete de başka zaman devam ederiz artık “ dedi ve adamın kolunu tuttuğu elini sıvazladı.
“Zahmet ne demek , bekleyenin de yok hem misafirimiz oluver.” diye ısrar etti.
O vakit kapı tekrar açıldı ve evin küçük oğlu tekrar seslendi “Baba hepimiz açıktık seni bekler dururuz” diye söylendi.
Komşu Kenan’a döndü “Eee haydi !”. Kenan aslında gitmeyi istiyordu evinde yiyecek lokması yoktu ama çekiniyordu işte. Komşusunun teklifini yine geri çevirmek için açtı ağzını;
“Peki ağabey” dedi .
Komşu Kenan’ın cevabına mest oldu beraber içeri girdiler. Kenan evin içinden yayılan yemek kokuları ile doyabilirdi. Komşunun hanımı sofrayı kurmuş üç oğlanla başında beklemekteydi. “Size misafir getirdim, hele kaşık tabak getir” dedi. Sofra ahalisi Kenan’a hoş geldin deyip masada yer açtılar. Evin hanımı tabaklara çorbaları doldurdu sonra da beze sardığı ekmeği çıkardı . “Ekmeği bizim hanım kendisi yapar, arkada ki bahçe de iş görür ocak var. Al buyur başla hadi, soğumasın lezzeti sıcağındadır”. Kenan uzatılan ekmeği aldı. Ekmek hala sıcaktı.Kendi ekmeği kadar sıcak.Bir lokma koparıp ağzına attı bir kaşık çorba aldı. Aldığı ilk lokmada bile komşusuna içten içe minnet duyarak dualar ediyordu. Kenan o sıcak ekmeği her çiğnediğinde minneti artıyordu. Çorbası bittiği vakit ruhu doymuştu. Kadın tabağına yemek koymak için uzandı. “eline sağlık yenge sağ ol doydum ben.” Dedi.
“Olur mu yemeğin de tadına bak, doyulur mu azıcık çorba ile” deyip yaptığı yemeği tabağa koydu. Daha bir iki saat öncesine kadar karnı aç olan, açlıktan bitap düşen Kenan’ın karnı tıka basa doymuş ikramlık çayını içmiş komşusu ile sohbetini de etmiş, hem doymuş hem eğlenmişti. Evine gitmek üzere komşusundan müsaade isteyip kalktı .Komşusu kapının önünde onu geçiriyordu ki evin hanımı yetişti. Beyine elindeki düğümlenmiş bezi uzattı. “Kenan, bizim hanım sana ekmekten koymuş, sabah yiyesin diye bunu da yanına al ”. dedi. Kenan itiraz etse de “Bekar adamsın , yalnız kalmak zordur bilirim al şu ekmeği sabah yersin. Çekinme ihtiyaç duyduğun şey olursa ben senin büyüğünüm gel”. Komşusu Kenan’ın gözünde gittikçe büyüyor değer kazanıyordu. Ne iyi ne hürmetkâr adamdı. Allah ondan binlerce kez razı olsun. Kenan düğümlenmiş bezi aldı.
Evine girdi ekmeği yattığı odadaki masanın üzerine koydu. Yatağının üzerine uzanıp huzur ile gülümsedi. Sesli sesli “Allah’ım şükürler olsun sana. Sen komşumdan razı gel. Yiyecek lokmam yokken bana ziyafet çektirdi”. Sonra aklına ekmeğini verdiği kadın geldi.
“Açım!” demişti.
Ekmeği aldıktan sonra “Allah gönlündekini versin” deyip uzaklaşıvermişti. Allah gönlündekinin kat kat fazlasını vermişti. Gözü masanın üzerindeki düğümlenmiş beze kaydı, yattığı yerden kalkıp bezin düğümünü çözdü. İçinde akşam yediği ekmeklerden irice bir tane ve yanında cam tabağın içine konmuş yarım helva. Ekmeği aldığı vakit yirmi beş kuruş vermeye gönlü razı gelmediğinden almadığı helva. Mis gibi ekmeğinin içine koyup dilediği gibi yemeyi hayal ettiği helvalı ekmek. Kadının sözleri bir kez daha yankılandı kulaklarında.
“Allah gönlündekini versin”
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
KORKULARIMA SORUYORUM KİM KORKAK
Bu insan şimdi nasıl korkularını anlatsın ki? Korkuyorsam o benim zaafımdır. İnsan neden zaafını, en zayıf noktasını başkasının avuçlarına koysun ki?
Hemen “Ben hiç korkmam ondan” desinler diye mi?
Karanlıktan korkarım ben. Ya bunu öğrenip karanlığın içinde bırakırlarsa, ne yaparım?
Asansöre tek başıma asla binemediğimi söylesem “Kocaman kız olmuş korktuğu şeye bak” derlerse, korkularımı da söylemekten daha da korkmaz mıyım?
Kedilerden korktuğumu söylesem hemen “Kediler çok şirin” cümlelerini duyarım. Kediler benim için çok çok uzaktan şirin. Zaten çok korktuğum karanlıkta bir kedinin üstüme atladığını benim çığlıklar içinde kalp krizi geçiriyorum sandığımı onlar bilemez ki. Korkularımı onlara açarsam bana güven verip vermeyeceklerini nerden bilebilirim ki. Belki benim sadece en az benim kadar korkaklara sığınmaya ihtiyacım vardır. Odamda tek başıma oturmayı sevdiğimi, ama evde ne zaman tek kalsam korktuğum bütün ışıkları yaktığımı, kapının bütün kilitlediğim halde neden sürekli kontrol ettiğimi anlatamam. Kendimi birine savunsam başka birine savunacak enerjim kalmıyor. Bütün halkı toplayıp onlara Büşra’nın korkularını ve sebebini anlatamam.
Merak ediyorum aslında neden korkularımız insanlara tuhaf gelirken korkmadıklarımız normal geliyor? Bu yargıyı neye göre oluşturdukları, benim zaten havada olan aklımı iyice allak bullak ediyor.
Benim korkularım bana canavar. Bu benim canavarım. Onun avcısı benim. Belki bir gün karanlıkta tek başıma oturmaktan, kedilere yaklaşmaktan, asansöre tek başına binmekten asla korkmayacağım ama şimdi korkuyorum. Hala savaşıyorum bu canavarla.
Korkumu cesarete çevirdiklerimde var. O zaman göğsümü gere gere ben de söyledim “Ben hiç korkmuyorum ki ondan.” Hâlbuki bir zamanlar sokağından geçmemişimdir o korkumun.
Misal mezarlıkların değil tek başına içine girmek yanımda biri olmadan çevresinden bile geçemezdim. Nedense ölülerin uyanıp beni mezarın içine çekeceklerine inanırdım. Asla yaşıtım biriyle de girmedim mezarlık kapısından içeri. Hep benden yaşça büyük biri olurdu yanımda. Sonra ölümle tanışmış olmalıyım ki, keşke mezardan çıksa dediğim zamanlar geldi. Korkum bir nevi beklentiye dönüştü. Şimdi güneşin hala ufukta olduğu her vakit hiç korkusuz girebilirim o kapıdan.
Neden korktuğumun bir açıklaması olsa ben de korkmazdım, olmadığı için korktum bu kadar. Korkum, kanadım. Kanadım kırılırsa nasıl uçarım? Korkum benim en büyük cesaretim. Cesaretim kırılırsa nasıl mücadele ederim? Korkum, benim umudum. Umudum tükenirse ben nasıl hayal kurarım. Hayallerim olmadan o korkuları nasıl cesarete çevirebilirim.
Bütün bu tuhaf korkularımın için de bir de anne korkusu vardı tabi. Sokakta oynarken düşüp dizini parçalardı bu çocuk. Eve gidince annem yırtık pantolonla yaralı dizimi görüp bana kızmasın diye uslu çocuk olurdum. Korkardım kızacak diye. Annem de niye kızardı anlamam. İnsan düştü diye neden fırça yer ki?
Ben süpersonik güçleri olan bir robot değilim ve bir sürü saçma sapan korkum var. Onlardan kurtulabildiklerime kahkahayı basıp geçiyorum, kurtulamadıklarımdan kurtulacağım zamanı sabırsızla bekliyorum. O zamana kadar sessizce saklıyorum korkaklığımı. Zamanı geldiğindeyse tüm ukalalığımla soracağım.
KİM KORKAK?
BEN Mİ?
HİÇ DE KORKMAM!
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
BİRAZ KIRIK DÖKÜK BİRAZ HEYACANLI
Bir Yunan mitolojisine göre; gelmiş geçmiş en büyük lir sanatçısı olan Orpheus, karısı Eurydike ’ye deli divane âşıktır. Karısı bir gün ölür ve yeraltı tanrısı Hades tarafından ölüler diyarına götürülür. Orpheus karısının bu ölümüne dayanamaz ve onu yeraltından kurtarmaya karar verir. Bu mücadelede Hades, Hades’in üç başlı bekçi köpeği ve Persephone ile karşı karşıyadır ve bu savaşı kesinlikle kazanmalıdır. Öyle çok sevmektedir ki karısını her şeyi göze almıştır. Yeraltı dünyasının geçidini bulur, aşağı iner. Hades’in ve Persephone’nin karşısına çıkar. Tanrıları konuşarak ikna edemeyeceğini bildiği için usta olduğu lirine sarılır ve onu çalmaya başlar. Herkes çok etkilenmiştir. Üç başlı bekçi köpeği bile sakinleşmiştir. Tanrılar bu aşktan etkilenir ve Orpheus’un karısına kavuşma arzusunu kabul ederler. Hayatta hiçbir şey karşılıksız olmaz, öyle değil mi? Hades’in bir şartı vardır elbette. Orpheus ölüler diyarından çıkana kadar asla karısı Eurydike bakmayacaktır. Bakarsa Eurydike sonsuza kadar ölüler diyarında kalmak zorundadır. Orpheus önde lir çalarak karısı arkada yola koyulur ve asla arkasına dönüp bakmaz. Ta ki çıkışa gelip ışığı görünceye kadar. Kafasını çevirir ve karısı ile göz göze gelirler. Hades’in tek şartı çiğnenmiştir. Eurydike sonsuza kadar yeraltına çekilir ve Orpheus onu kaybeder. Bu acıya dayanamayan sanatçı ise aklını yitirir bir müddet sonra da ölür. Ne yani asla arkamıza bakmamalı mıyız?
Tutkulu dolu bir heyecan ile başlayan aşk bitiyordur ve daha cesur olan gitmeye karar verir. Göz göze gelirler ama kaçar bakışlar. Bavulunu hazırlamaya başlar cesur olan. Yaşlı gözleriyle, eşyalarını sığdırma peşindedir. Bavulunu kilitler ve kapıya doğru yürür. Geri de kalan içinden hep aynı şeyi tekrarlar, “Bir kere dön arkana.” Mevsime uygun ceketini yahut montunu alır ve çıkar. Birkaç adım atar ve giden mutlaka dönüp bakar. Ya köşeden gizlice ya direk gözlerinin içine… Gözlerini kapar ve tüm hatıraları birkaç saniyede yâd eder. Açar gözlerini, dönüp gider.
Toprağı kazacak birileri her zaman bulunur. Toprak derince kazılır, genişliği de önemlidir bu kazma işleminde. Geldiğimiz yerle buluştururuz tüm gidenleri. Dualar okunur. Cenazelerde, her zaman canı daha fazla yanan biri ya da birileri mutlaka vardır. Dualar biter ve yavaşça terk edilir mezarlıklar. Dönüp bakılır arkaya son kez. Ölüye veda edilir. O yer hafızaya kazınır. Toprak artık sevdiğidir. “Hoşça kal” denir. Elinin tersiyle gözyaşları silinir ve dönüp gidilir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Komutan
2
Müslüman
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов