Читать книгу Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler ( Анонимный автор) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler
Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler
Оценить:
Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler

3

Полная версия:

Kadın Yazarların Kalemiyle Kadına Dair Hikâyeler

Patila kendine geldikten sonra telaşa düştü. Şehre hemen gitmesi gerekiyordu. Belki de henüz geç değildir. Tedavi olursa iyileşir belki. İğne deliği kadar küçük de olsa bu umutla karı yarıp geçip komşusunun evine hızla ulaştı. Orta yaşlardaki karı koca küçük odanın ortasındaki demir sobanın etrafında çocuklarıyla gamsız kedersiz oturuyordu. Sadece odun yakılan demir soba gürleyerek yanmakta ve etrafına sıcaklık yaymaktaydı. Çok karlı kışın akşamında kendi kendilerine zaman geçirip oturan ailenin gamsız hayatını gören Patila’nın acısı katlandı. Kendisinin şimdiki kaygısını, erkeği olmadığı için bereketi kaçmış evini, dul hayatını, oğlunun artık babasız büyüyeceğini üzülerek düşündü. Onun beti benzi atmış hâline bakıp kalan evin erkeği endişeyle sordu:

– Oy, gel, gelinim! İyi misin?

– Ağabey, annem çok hastaymış. Şimdi haber geldi. Hemen gitmezsem olmaz. Arabanızla götürebilir misiniz? Çok fena sıkıntıdayım.

– Aman, zavallı diye karı koca gelinin başına gelenlere üzüldüler. Sonra teselli ederek konuştular:

– Dur hele, üzülme. Belki biraz rahatsızlanmıştır.

– Annen güçlüdür. Hemen fena düşünme.

Laf arasında “Ne dersin?” der gibi karısı çaktırmadan kocasına baktı. Kemeri ile ayakkabısını çıkarıp rahatça oturan erkek gözlerini iki kadından da kaçırdı. Sıcak sobanın yanında ısınıp oturan ılık yerinden kalmak istemediği anlaşıldı. Kararsız pencereye baktı. Hava kararıp gece olmak üzereydi.

– Üzgünüm, gelinim. Maalesef arabam biraz bozulmuştu. Yolda bozulup geceyi tarlada geçirmeyelim. Sabah erkenden götüreyim, olur mu kurban olduğum, dedi komşusu suçluluk dolu bir sesle.

– Tamam… Patila fısıldayarak konuştu.Ondan başka ne diyecekti ki. Dışarı çıktığında daha başka kimin arabası var diye düşünüp durdu. Aklına uygun hiç kimse gelmedi. Kocasıyla akrabalığı olan komşusundan sonra hayal kırıklığına uğrayan gelin başka birine daha sormaya cesaret edemedi. Evine doğru çaresizce zar zor yürüyordu. Biraz önce ağlayarak peşinde kalan oğlu kapının ağzında hâlâ içini çeke çeke ağlıyordu. Onun bu ağlayışı Patila’nın taş gibi olan yüreğini yumuşattı. Oğlunu bağrına basıp hüngür hüngür ağladı. Küçücük de olsa, derdini paylaşabildiği bağrına basıp ağlayabildiği bir canlı vardı değil mi. Kendi canının bir parçası olan evladı ona sarılarak gerçekten de destek oldu. Ağlarken bu oğlu büyüyüp, kendi ayaklarının üstünde durana kadar hayatın bütün darbelerine kıpırdamadan dayanmaya sorumlu olduğunu düşündü. Bu düşünceyle güçlendi mi yoksa içi boşalıp yavrusunun kokusuna yumuşayı mı verdi, gelin ağlamasını kesti. Aklını başına alıp, ne yapacağını düşündü.

Şimdi sadece bir çare var. Yayan gitmek gerek. Şehre kadar ki yolu içinden kestirdi. Durmadan yürürse dört beş saate varacaktı. Oğlunu düşündüğünde içi acıdı, sonra “kucağımda taşıyacağım” diye yüreklendi. Kocasının kürkünü giyip oğlunu da kucağına alacak. Yaşlı annesi bile hasta olmasına rağmen o kadar uzak yoldan el arabasındaki odunu yayan yürüyerek getirmişti. Bunu hatırladığında gelin bir karara vardı. Tehlikeli olduğunu bildiği hâlde yola çıkmaya hazırlandı. Eline geçen bir iki kıyafetiyle birlikte parasını aldı da evinden çıkıncaya kadar acele etti.

– Anneanneme mi gidiyoruz? Diye sevindi çocuk. O büyüdüğünden beri sık sık gidip geldiği şehir tarafındaki çakıllı taş yolu tanıyordu. Çok katlı evleri olan karışık şehirde yaşayan anneannesinin hayatı ona çok acayip gelirdi.

– Evet, oğlum. Anneannen hastalanmış. Gidip gelelim, dedi Patila elini tutarak hızla yürüyen oğluna sevinçle bakarak. İnsan olmak bu işte. Gündüz ılık vuran güneşe karşı biraz eriyen yolun karı akşamki soğukta tekrar donup sertleşmiş ve yürümek için kolay hâle gelmişti.

– Neresi ağrıyor? Ben öpersem iyileşir mi?– dedi çocuk kendi kendine inanıp.

– Öyle, oğlum dileğine kurban olayım senin. Anneannen bizi görünce iyileşir.

Gelin karanlıkta tenha yolu aydınlatası gelip çocuğu ile konuşarak yürüyordu. Daha köyden çıkmış değillerdi. Kara gömülen köyün dağınık ışıkları aysız karanlık geceyi delip ta uzaktan parıldıyor. Yeni karın aydınlığı yolun yönünü belirginleştirip gösteriyordu. Anne çocuk evlerden yayılan ışıkları izleyip, geceyi aydınlatarak konuşa konuşa gidiyorlardı. Patila’nın oğlu ile ilk kez onu çocuk görmeden yaptığı konuşma da buydu. Oğlunun anneannesi hakkında konuşmasını destekleyerek, kendisi de konuşup sözleri bitmiyordu. Annesi hakkında oğluna anlatacakları o kadar çoktu ki. Kalbi göğsüne sığmayarak heyecanla çarpmaya başladı. Kendisi ise annesine gösteremediği saygısı, söyleyemediği güzel sözleri için pişmanlık hissine kapıldı. Bugün olmasa yarın söylerim, yarın gönlünü alırım diye umursamadan hayatına devam etmiştir. İşte şimdi annesinden ebedi ayrılacağı korkusu onun değerini gerçekten hissettiriyor. Sevdiklerine sıcak davranıp gönlünü alıp değerini bilmezsen, ondan ayrıldığında pişman olacağını kocasının ölümünden sonra anlamıştı. Şimdi annesinin de gönlünü almaya yetişemeyecek mi? O zaman Patila çok pişman olur.

Bu şekilde pişmanlık, üzüntü dolu düşüncelerle boğuşan gelin ara ara oğluna bakıyordu. Oğlu da ne zaman onun değerini bilecek acaba? Erkekler annelerinin değerine ne zaman, nasıl varacak kim bilsin? Kadınlar ise kendileri ilk kez doğum yaptıklarında annelerini düşünürler.

Patila da 2can teri gelip doğum sancısı sırasında “Kurban olayım annem ay, sen de beni böyle acı çekerek mi doğurdun?’ – diye ağlamıştı. Sonra çocuk bakmak uğraşından bunaldığı zamanlarda kendi annesinin verdiği emeğinin değerini anlayıp hep minnettarlık ile hatırlardı. Üstelik annesi sadece kızım diye yaşamıştır. Patila erken vefat eden babası hakkında çok az biliyordu. Yalnız kızı hiç bir şeyden eksik olmaması için zavallı annesinin yapmadığı kalmadı. Kıyafet dikme fabrikasında gün boyu çalışıp, gece de uyumadan evde dikerdi. Tatil, bayram günleri de dinlenmeyi hiç bilmezdi. Onun o kadar uğraşıp kazandıkları ikisinin hayatında zor yeterdi. Ondan mıdır Patila mütevazı ve ağırbaşlı büyüdü. Üniversitede okurken kendine benzeyen fakir yetim bir çocukla evlendi. İkisinin hayatı işte düzeldi derken kocasından ayrıldı. Ondan sonra ne yapsın da annesinin hakkını ödemiş sayılsın.

Çocuğunun adımına bakarak gelin yavaş yürüyordu. Gönlünü coşturan düşüncelerden yüzü alevlenip yanıyordu. Daha ne kadar yol yürüyeceğini düşünmek istemedi. Yolun etrafına bakarak nereye geldiğinin farkına varıyordu. Yavaş yürümelerine rağmen öyle böyle köyün eteğine de gelmişlerdi.

Köyün kenarındaki yuvarlak tepeyi geçtikten sonra evlerin ışıkları geride kalacak. Ondan sonra Ak-bor’un ucuna kadar et pişirmelik bir zaman kadar tenha yol var. Patila’nın korktuğu da bu kısımdı. Yol Ak-bor’un ucuna gelene kadar kalın çalılı nehir yatağını, eski mezarlığı geçip, vadilere girip çıkıp kıvrım kıvrım olup sürekli yokuş çıkıp gidiyordu. Ak-Bor’un en ucuna çıktıktan sonra şehir ancak görünmeye başlayacaktı. Ondan sonra yol da aşağıya doğru gittiği için yürümek daha kolay olur.

Patila Ak-bor’un ucuna bir şekilde ulaşsam diye gözleri parlayıverdi. Oğlunun ayakları sendeleyip bayadır yorulmaya başlamıştı. Ona acısa da konuşması ile oyalayıp güçle elinden tutarak geliyordu. Onu kucağında taşıyacak yol daha öndeydi. “Dayan, oğlum” diye içinden yüreği sızladı. “Bu senin gördüğün ilk zorluğundur. Şunu bil ki, hayattan hiçbir zaman merhamet bekleme! O senin çocukluğuna, yalnızlığına, günahsızlığına bakmaz. Onun fırtınasından sen de kurtulamazsın. Hayatta dayanıklı olan kazanır, oğlum. Sen büyüyüp, adam olup bunu anlayana kadar Allah bana güç ve kuvvet versin. Ben yanında olduğum sürece elimden geldiğince bağrıma basacağım (koruyacağım).”

Çocuk annesinin yüreğindeki bu endişeyi hissetmedi, küçücük elini güvenli bir şekilde annesinin avucunun içine koyarak hiçbir şeyi umursamadan yürüyordu.

Yuvarlak tepeyi dolandıktan sonra köy görünmez oldu, el ele tutuşan anne ve çocuğu kapkara gece kapladı. Yol kenarında üst üste yığılan kar yığınından başka hiçbir şey görünmüyordu. Yol sel yatağının kenarından devam ettiği için aşağıdaki suyun sesi kolaylıkla ulaşıyordu ve böylelikle gecenin korkusunu daha da artırıyordu. Nefesini içine alan Patila korkusunu yenmek için oğlunu kucağına aldı.Yorulup uykusu gelen çocuk kürklü gocuğun içine girmesiyle bedeni ısınıp gevşeyiverdi. Çocuğun gece yol yürüme hevesinin dağılmasına çok olmuştu. Şimdi ise annesinin göğsüne başını koyup, tatlı uykuya dalmaktaydı. Annesinin kucağında rahatlayıp hemen burnundan soluyarak uykuya daldı. Patila oğlunu kucağına aldığında bir ağırlık hissetmedi. Tam tersine onun mis kokusunu çekerek gönlü rahatlayıp cesaretlendi. Oğlunu kucağına almayı önceden de severdi. Oğlu büyümesine rağmen bazen böyle kucağında taşırdı. Kendi kanından canından olan bu küçücük canı kucağına aldığında kuvvetlenirdi. Onun böyle yaptığını gören kocası da gülerdi.

Oğluna içi ısınıp oyalanan gelin eski mezarlıktan geçtiğini de fark etmedi. Şimdi yokuş başlıyordu. Yolun yükselmesi ile önden yüze vuran yoğunlaştı. Patila’ya doğru güçle vuran rüzgâr onu göğsünden iterek geriye uçuracak gibi oluyordu. Rüzgâra karşı yürümekten ayakları da yorulmaya başladı. Patila Ak-Bor’a sağlıkla ulaşmak için var gücünü harcadı. Bu arada korkusu da aklından çıkıp gitti. Yürümekten yorulup uyuşan ayakları ara ara adımlarını şaşırmaya başladı. Oğlunu taşımaktan kolları da uyuştu. Karıncalanıp sızlayan kollarını birazcık oynatmak istese de kımıldatmadı. Oğlunun uykusuna kıyamadı. Sıcacık koynunda terleyerek uyuyan çocuğunun yolun zorluğunu görmesini istemedi. Üstelik oğlu uyanırsa onunla konuşmaya da zaten dermanı yetmezdi. Bilekleriyle birbirine sardığı kolu her seferinde birbirinden ayrılıp gidecekmiş gibi olup canını acıtıyordu. Ama dayanarak devam etti. Ellerini açmamaya nasıl dayandığına de kendisi de şaşırdı.

Bu çektiği zorluğu annesinin sonbaharda bu yoldan yayan araba sürüp geldiğini tekrardan hatırlattı. O zaman annesine acıyıp ağlamıştı. Ancak annesinin odunu getirirken çektiği azabı şimdi gerçekten daha iyi anlıyordu. Annesi de Ak-Bor’un diğer tarafından çok ağır yükü canını dişine takarak itip çıkmıştır. Hasta bir yaşlı kadını böyle bir zorluğa ne mecbur etmişti? Aniden yağan kara hazırlıksız, soğuk evde donarak oturan kızı ile torunu gözünün önünden gitmeden gayret verip ilerlemesini sağlamıştır? Terliklerinin içine girip, el arabasının tekerini tıkayan kara beddua ederek ağlamıştır. “O zaman annemi görenler ol-muş mudur?” diye düşündü Patila. Gündüz bu yoldan geçen arabalar kesilmez. El arabasının arkasında sürüklenen yaşlı kadına içi acıyan kimse olmadı mı? Yoksa “Deli mi?” deyip dalga mı geçtiler? Yorulmasına rağmen arabayı bırakmadan sendeleyen annesi gözünün önüne geldi. Hâlsizleşen bedeni, sızlayan kasları kendininki değil de annesininki gibi, düşündükçe acı çekiyordu. Boğularak ağzına tuz tadı geliyordu. Biraz oturup dinlenmek istedi. Ama oturduktan sonra tekrar kalkamam diye korktuğundan var gücünü toplayıp öne doğru ilerlemeye devam etti.

Aysız karanlık gece daha da koyulaştı. Karanlığa boğulan gelin hiç olmazsa bir yıldız görürüm diye ümit içerisinde ara sıra gökyüzüne bakıyordu. Koyu bulutun tamamını kapladığı gökyüzü açılmadı. Bulutlarla kararan gökyüzü Patila’nın yüreğindeki telaşı artırdı. Yoğun kar örtünen dağları, uçurumları, selden sonra oyuk oluşan uzun vadilerı izleyerek yürüyordu (geçiyordu). Savay köyüne gelin geldiğinden beri bu yoldan araba ile çok geçse de gecesi gözüne yabancı göründü. Uca daha ne kadar kalmıştı?

Nefesi daralıp sendeleyen gelin sürekli bir vadiden çıkıp döndüğünde Ak-Bor’a geldim mi diye seviniyordu. Bu ümidi boşa çıktığında daha da hâlsiz düşüyordu. Ara ara oğlunun nefesini dinleyip yüzünü kokluyordu. Taşımakta zorlansa da oğlu bu gece tenha yolda ona dayanak olmadı mı? Çok genç yaşlarında zamanında ölümü, üzüntüyü, yalnızlığı başından geçiren Patila oğluna oldukça dayanıyordu. Bu çocuğunun kendisinden başka sığınağı yok. Kimsesiz evde tek başına kalan annesinin de desteği kendisi. Bunu düşününce gözleri yaşa doldu. Ancak göz yaşlarını güçlükle tutarak ağlamamaya çalıştı. Azcık içi boşalsa da endişeli gözyaşı göğsünü sel gibi kaplayıp gidecek gibi. Ağlamaya başlasam yürüyemem diye yol boyu zorla dişlerini sıkıp geliyordu.

Ağzı kuruyup başı dönen Patila’nın bir ara yüzüne çarpan karla karışık ayaz rüzgârdan gözleri açıldı. Bu değişik bir rüzgardı. Açık kapıdan ileriye doğru atılıp girmiş gibi karı dağıtıp saldırıyormuş gibi gelinin eteğini başını güçlü bir şekilde uçurmaya başladı. Oğlunun yüzünü kapatarak durup kalan Patila’nın gözlerine ev gibi büyük bir taş çarptı. Gözlerine inanmadan gözlerini açıp kapayıp tekrar baktı. “Ak Taş” – dedi ondan sonra sevinçle fısıldayarak. Ak Bor’un ucunda yer alan beyaz taşı tam olarak tanıdı. Sevincinden yorulduğunu da unutan gelin göğsünü doldurup nefes aldı. Sonunda Ak Bor’a ulaşmıştı! O zaman neden şehir görünmüyor diye tekrar endişelenmeye başladı. Acele ile üç dört adım attıktan sonra ilerideki düzlükten deniz gibi dalgalanan şehrin ışıkları parlayarak ortaya çıkıverdi. Patila’ya gece aydınlanmış gibi oldu. Sendeleyerek yürüyüp ak taşın kenarına oturdu. İki gözünü şehirden ayıramadan dikilip sayısız ışıkların içinden annesinin evinin ışığını aradı. Annesinin evinin ışığını da mutlaka açıkmış gibi hissetti. Hayatın o yayılan ışıklarının arasından annesinin yaşam yıldızının tamamen sönmesine yüreğinin inanası yok. “Sabret, anne, ben sana geliyorum!” diye çığlık attı içinden.

Patila Ak Bor’un ucunda rüzgâra serinleyip, teri kuruyuncaya kadar biraz oturdu. Bundan sonraki yolu yürümek için az da olsa güç toplaması lazım. Oş’a kadar daha çok var. Ama şimdi korkmuyor. En zoru geride kaldı. O kadar yolu yürüyerek geldiğine inanmayarak arkasına baktı. Muazzam ve iğrenç gece Patila’yı elden çıkardığına pişmanmış gibi sessiz. Birdenbire bir çift beyaz ışık gecenin ta içinden parlayıp ortaya çıktı. “Gözüme görünüyor mu?” diye bir an şaşırakaldı gelin. Gözünü dikip baktığında bir arabanın ışığını gördü. Parlayan bir çift ışık birini arıyormuş gibi vadiler ile ovaları delerek, yavaş geliyordu. Patila komşusunu hatırladı. Onun yayan gittiğini öğrenmiştir ve gönlü elvermeyip arkasından geldi demek ki? Araba henüz ona ulaşmadan zar zor dayanmakta olan gözyaşlarını tutamadı. Kendini tutamadan gözyaşlarına boğulup, hıçkırarak ağlamaya başladı. Bir çift beyaz ışık ise karanlık geceyi delip alev alev yanarak yavaş yavaş ona yaklaşmaya başladı.

KEHANET

(ZİNAKAN PASANOVA)

Kadını dışarıdan kışın kuru soğuğunda titreten soğuk gece karşıladı. Henüz is bulaşmamış yeni kar, yeni sağılmış süt gibi ağarıp ışığı yanmayan sokakları gözle görülecek kadar aydınlatmaktaydı. Yeşil rengi çoktan sönmüş, hüzünlü sonbahardan kentte kent sakinleri bıktığında, özlenen kar dün gece yoğun bir şekilde yağıverdi. Onu hemen dondurup soğuklar da birlikte geldi.

Uulbü şehir dışındaki evine ulaşmak için iki aktarma yapıyor. İkinci durağa kadar biraz uzak olsa da yürüyesi geldi. Her adım attığında ayakaltından buz gıcırdayıp kendine çekiyordu. Ana yoldan durmadan geçen arabaların sesleri kar yuttuğu için net duyulmuyordu. Sokak kenarında dizilen ağaçların dalları bembeyaz olarak karla kaplanmıştı. Doğrusu bu akşam her şey çok güzeldi. Tabiatın her seferinde yenilenip renginin değişmesi Uulbü’nün de duygularını kıpırdatırdı (etkilerdi). Uzun zamandır kararmış gönlünü bugünkü kar ağartmış gibi oldu. Güzel ve zarif göründüğünü önüne rastgele çıkan insanların hoş bakışlarından hissetti.

Kocasıyla ayrıldığından beri sönmüş kadın olma arzusunun da tekrar canlanması bu olsa gerek. Bu kadar kaygılanarak tatsız ömür sürecek kadar başkalarından da eksik yeri yoktu. Çocuk yüzünden başka kadınla evlenip çocukları olan, Uulbü’nün bu dünyada varlığını bile unutan adamı ümitsizce bekleyip ömrünü boşa geçiriverdiğini şimdi anladı. Gönlünün derinliklerinde nice yıl boyu duygularını nafile meşgul eden insana darıldı.

Kadın dengesini bozan hayallerine göre bir şekilde bazen yavaş bazen de hızla yürüyüp oturup ikinci durağa nasıl geldiğini kendisi de anlamadı. Onun yaşadığı yere gidecek olan “İkarus” gitmeden önce yetişti. Otobüsün merdivenine ayak koyduğunda arkasından güçlü eller çıkmasına destekleyerek yardım etti. Dönüp bakmasa da kim olduğunu hemen anladı. Öylece kendisinin sevdiği yerine orta tarafa gidip durdu. Diğeri de peşinden gelip yanına durdu. Ancak şimdi birbirlerine yüz çevirip gülümseyiverdiler. Bu kadar kalabalıkta sadece selam vermekten başka bir şey konuşmak zordu. Adam normal olarak yaptığı gibi kendisinin güçlü vücudu ile birbirini iten kalabalığı kapatıp bütün gayreti ile Uulbü’yü koruyarak geliyordu. O bunu sinsice yapmaya çabalıyor. Ama içi aydınlık olan otobüsün dışından kara geceyi perdeleyen penceresi ikisinin suretini ayna gibi daima yansıtıyordu.

Yolun yarısına gelindiğinde otobüsün içi boşaldı. Kendisini biraz uzak tutmaya çalışan Uulbü’ye:

–Geciktin bugün? Dedi erkek. Onun boyu uzundu. İkisi konuştuğu zaman kadın gökyüzüne bakıyormuş gibi başını yukarı kaldırırdı.

–İş…

–Sizin işiniz yoğun galiba. Şimdi gidip yemek yapayım, çamaşır yıkayayım dersin, evi toplayacaksın. Ondan sonra ne zaman dinleneceksin ki? Yoksa eşin de sana yardımcı oluyor mu?

–…

–Çocukların da sana yardım edecek kadar büyümüş olsa gerek?

–…

Uulbü sonraki soruya da cevap bulamadan sessiz kaldı. Yarım yıldan beri zorlanmadan ağzının ucuyla söylediği gibi yalan söylemeye nedendir bugün gönlü razı olmadı. Yumuşayıp, hayale sarhoş olan gönlünde bu yarım yıldan beri ona yaklaşıp, sıcak samimiyetini bildiren tanımadık bu adama güzel bir kelime söyleyesi gelip onu kendisine yakın görüp yumuşak yüzü ile zaman zaman bakıp duruyordu. İçinden bir ses de ona kendi hayatı hakkında gerçekleri anlat diye sesleniyordu. Böylece, onun bıkmadan sorup durduğu sorularından kurtulurdu. Önceleri adamın kıskanç ilgisini şaka görüp daima onu güçlendirmeye çalışsa da şimdi bu şekilde dili tutulup kalmıştı.

Tamam, Uulbü’nün yalnız yaşadığını bildi diyelim. O zaman ne diyecek? Göz açıp kapayıncaya kadar onun geçemediği duvarı yıkılıp herkese kapısı açık boşanmış kadına mı dönüşür? Kocası olmayan kadının ilgileneni çok olurmuş. Onlardan kendini koruyacağım diye giderek taşa dönüşmekte olduğu yalan mı? Kadının düşünceleri sona erip adamın kendisinden cevap beklediğini hissetse de susmaya devam etti.

Otobüs bu arada defalarca durup, yolcularını indirip, defalarca yolcularını yenileyip yoğun karda zorla ilerliyordu. İkisi de yarım yıl önce aynı bu otobüs yüzünden tanışmıştı. O gün durakta uzun zaman bekleyip, güneşin sıcaklığından halsiz düştüğünde bir adamın sesini duymuştu:

– Hadi taksi çağıralım. Otobüs yakın arada gelmeyecek galiba.

Uulbü dönüp bakarak, mavi gömleğinin kolunu kıvıran uzun boylu adamın ona yönelik konuştuğunu anladı. Bir anda kaşlarını çatarak ona sert baktı. Genç kızlık dönemi bitip kadınlık şanına gireli yabancı erkeklerin bunun gibi eş anlamlı tekliflerini çok duyacak oldu. Ama onun hoş ve terbiyeli görünüşü ile anlayışlı gözlerini biraz yumuşatıp:

– Ben sizi tanımıyorum demişti aynı sertlikte.

– İki yıldır sabah akşam aynı otobüse biniyoruz, dedi adam kaygılı bir sesle. Bir kere de olsa kadının onu görmediğine utanmışa benziyordu. Siz jeologlar ilçesinde yaşıyorsunuz doğru mu? Ben de ondan sonraki Tölöykön’e gidiyorum.

Uulbü’nün tereddüt etmeye başladığını anlayarak hemen söyledi:

– Hadi, hadi! Ben gidip bir araba yakalayayım.

O günden bu yana ikisi tanışıyor. İki günde bir otobüste görüşüyor, sözleri de otobüste bitiyor. Uulbü’nün durağına geldiğinde adam önceden inip onu elleri ile tutarak inmesine yardım ediyor Ellerini hızlıca bırakmak için kadın onu acele ettirmeye başladı:

– Hadi! Otobüs gidecek. Kaçıracaksınız!

Adam ise rahat bir şekilde vedalaşıp, sonra yolun diğer tarafına koşarak geçip arkasına dönüp bakmadan giden Uulbü’yü izleyip otobüs yerinden hareket ettiğinde zorla yetişirdi. Bazen yetişemeyip otobüsü kaçırırdı. Ona hiç de üzülmeden, kadının girdiği çok katlı evin pencerelerine uzun süre bakıp sonraki dolmuş gelinceye kadar çakılmış kazık gibi yerinde beklerdi.

Bugün yol boyu birbiriyle konuşamadığı için bunaldılar. Adamın yüzüne başını kaldırıp bakmasa da, o da aynı kendisi gibi birbirine yanaşan bedenlerinin sıcaklığıyla nefes almakta zorlandığını hissetti. Jeologlar ilçesine geldiğinde, Uulbü otobüsten indikten sonra sıkıca tutan elini bırakacak gibi bir hâli yok, önemli bir şey söyleyecekmiş gibi kekeleyerek yüzü kızarmıştı.

– Ne yapıyorsunuz? Dedi Uulbü hızlıca fısıltıyla. Bırakın. Kocam görmesin. O kıskanç bir insan.

Adam elini bırakmayınca elini güçlükle çekip aldı da hızla yürüyüp gitti. Yolun diğer tarafına geçerken yanında yürüyen adamı görüp aniden durakladı.

–Siz nereye geliyorsunuz?

–Korkmayınız! Ben buradan geri döneceğim…

Adamın sesi üzüntülü çıktı. Sonra kadını dirseğinden sıkıca tutup kendine doğru çekerek üzüntülü bir şekilde söyledi:

– Kocana de ki, senin gibi kadının kıymetini bilsin! Olmazsa seni ondan çekip alacağım!

Uulbü hiç bir şey söylemedi. Onun ellerinden boşaldıktan sonra ayak altındaki donmuş kaygan buzu bile fark etmeden hızla yürüdü. Yüksek katlı evlerin ortasındaki kar birikmiş yola düştüğünde gönlündeki sözler çığ gibi büyüdü: “Hayır, öyle deme!!! Bir an önce evine, çoluk çocuğunun yanına git! Senin de eşim diye sana güvenen ve çocuklarını doğuran bir kadının vardır. Onu sev! Ona değer ver (onun kıymetini bil)! Beni kendi hâlime bırak? Yalnızlığım seninle tamamlanır mı? Kaderime yazılanı göreceğim. Sen yolundan sapma sıcak yuvana geri dön. Boşuna canımı acıtma? Git”

–Abla!

Tanıdık ses onu durdurdu. Dış kapının önünde duran adamı önemsemeden geçiyordu. Elinde bebekle duran erkek kardeşini görünce selam bile vermeden iki tarafına bakıp gelinini aradı:

–Aliyma nerede?

–Sadece kendimiz misafirliğe geldik – dedi kardeşi gülümseyerek. Böyle kritik zamanlarda şaka yapan bir karakteri vardı. Kardeşinin kendisinden küçük olmasına rağmen soğukkanlılığına şaşırırdı. Ama yeni doğmuş çocuğunu günlük yerden tek başına getirmesini kötülüğe yorumlayıp korktuğundan telaşla sordu:

–Söylemeyecek misin şimdi, ne oldu?!

Kardeşi kaşlarını çatıp cevap vermeye acele etmedi. Kötü bir haberi duyacakmış gibi endişelenerek, elleri titreyip kapıyı da açamayan ablasına bebeği verip kapıyı kendi açtı. Uulbü içeri girmesiyle hemen çocuğun kundağını açıp üşüdü mü diye, ayaklarını ovuşturup nefesini dinledi. Henüz göbek bağı düşmemiş bebek uykudan uyanıp meme arar gibi aranıp ağzını kocaman açtı. Gelinin doğum yapmasına bir hafta olmuştu bildiği kadarıyla. Gidip görmeye zamanı olmamıştı. Şimdi henüz kırkı da çıkmamış yavrusunu tek başına getirmesi de ne? Ablasının endişeli bakışına tahammül edemedi mi, erkek kardeşi yere bakarak:

–Aliyma’yı hastaneye yatırdım bugün, dedi yavaş.

–Hangi hastaneye? Neyi var?

– Akıl hastanesine.

– Sen ne diyorsun?! Uulbü’nün sesi içine kaçmış gibi oldu.

–Doğumhaneden çıktığı günden beri değişmişti. Kendini kaybedip, abuk sabuk konuşmaya başladı. Sürekli yol tarafına kaçıp durdu. Gece boyu hareket ettirmeden evde tuttum. Durmadan ölmüş insanları isimleriyle çağırıp onlar ile konuşuyor. Annemle babam ağzından hiç düşmedi. Sabahleyin Apas ağabeyin arabasıyla ilçe merkezine doktora getirdik. Oradan görür görmez ambulans ile Oş’a gönderdiler. Bir hemşire bizimle beraber geldi. Aliyma yol boyunca çenesini kapatmadı. Hemşirenin siniri bozulup iki avcuyla kulaklarını sıkıca kapatarak geldi. Akıl hastanesine gelince de doktorların sorusuna cevap veremeden telaşa düştü . Her şeyi ben anlattım…

Kardeşinin söylediklerinin yarısını duysa yarısını duyamayacağı kulağı uğuldayıp vücudunu sıcak basıp yüreği sıkıştı.

–Abla! Sana ne oluyor (İyi misin)? Kardeşi dizlerini yere koyup elinden bebeği alıp omzuna elini koydu.

–Korkmayın! Gelininizin durumu iyi. “Bir haftada iyileşecek.” dedi doktorlar.

– Su versene? dedi Uulbü fısıldayarak. Ümit veren sözlerden sonra biraz kendine geldi. Fakat kalbinin sıkışması geçmedi.

–Bir şeye üzülmüş müydü? Yoksa durduk yere neden hastalansın ki?

–Doğum yaparken korkmuş dediler. Ağzında çok fazla uçuk çıkmıştı…

O anda bebek hareket ederek ağlamaya koyuldu. Kardeşi yerinden hızla kalkıp getirdiği çantasından süt koyulmuş şişeyi çıkardı. Mutfağa gidip sütü ılıtıp getirdi de biberon ile kızına vermeye başladı. Olanların hepsini sarhoş gibi hareketsiz izleyip oturan Uulbü korkmuş gibi sordu:

–Bebeği ne yapacaksın şimdi? Ben bakayım mı?

Kardeşi de aynı şeyi düşünüyordu, başını sallamaktan başka ses çıkarmadı. Köyde de iki ufacık çocuğun, evin işi gücü onun boynunda. Karısı iyileşecek mi, ne zamana kadar tedavi olacak? Henüz belli değil. Kardeşi Uulbü’ye, aklı düşüncelerle sarılıp kaygıya düşmüş gibi göründü. Ona acıdığından tüm gücünü toparlayıp önemli bir işe bel bağlamış gibi nefes aldı da telefonundan birinin numaralarını çevirdi.

bannerbanner