
Полная версия:
Paris’te Bir Türk
Nasuh’un Madame Mapercine konağından çıktığı zamanki hâli Hotel Brighton’dan çıktığı zamanki hâline de kıyaslanabilir değildi. Şu genç uşağın kendi hanımının isminin ne olduğunu bilememesine ve hele hanımının Lyon’a seyahat ettiğinden haberdar olamamasına ziyadesiyle hayret ederek bu işte dahi ucu görünüp duran garabeti elbette meydana çıkaracağı ümidiyle teselli bulmaya çalışmıştır.
Rivoli Sokağı’ndan kendi ikametgâhına kadar yaya olarak gelmenin işbu ilk gün için seyahatin yeter derecesi olacağı hesabıyla Nasuh artık başka yere gitmeye lüzum görmeyerek yavaş yavaş evinin semtine döndü. Kendi hesabına göre Monsieur Gardiyanski’yi evinde bulacak idiyse de bulamadığından ve akşam yemeğine ise daha bir buçuk saatten ziyade vakit olduğundan dairesi kapısı önünde rast getirdiği tarih hocası Monsieur Hyrienne’i odasına davet ederek onunla bazı şeyleri konuşmaya başladı.
Böyle bir adamla Nasuh’un edeceği konuşmanın neye dair olacağı biz söylemeden anlaşılacak bir şeydir. Monsieur Hyrienne bu âlemde tarihten başka neye dair söz söyler. İlk önce söz Nasuh’un Türk olması ve bu defa Paris’e gelmek için yola çıktığı noktanın İstanbul bulunması suretinden ibaret olduğu hâlde Monsieur Hyrienne Türk ve İstanbul isimlerinden bin tarihî fıkra açarak hele Nasuh’un dahi Osmanlı tarihî meselelerinde pek de kendisinden aşağı kalmadığını görünce artık sözün silsilesine son verecek yemek vaktinden başka bir şey kalmadı. Hem de güneş batıp da Monsieur Hyrienne’in baldızı kendisini yemeğe davet ettiği zaman, tarih meraklısı olan o koca muallim, Nasuh’tan bayağı mahzun olarak ayrılmıştı. Nasuh ise Monsieur Gardiyanski’nin hâlâ dönmediğini görünce, “Belki lokantada bulurum.” diye kalktı, Provence’lı kardeşlerin lokantasına gitti.
Gerçekten arkadaşını orada bulmuştu.
Nasuh: “Sizi şimdiye kadar otelde bekledim.”
Gardiyanski: “Ben de sizi burada beklemekteydim. Yoksa Paris’te iki arkadaşın birbirini hanelerinde bulamazlar ise müşterisi oldukları lokantada bulabilecekleri sizin turist rehberinizde açıkça izah edilmiş değildir?”
Nasuh: “Benim aklıma bu geldi. Bir değil birkaç rehbere malik olduğum hâlde böyle açık ibareye erişmeyişime gerçekten hayret edeceğim geliyor.”
Bir yandan bu latifeyi ederek diğer taraftan dahi garsonun getirmiş olduğu altmış santimlik bir bifteği iki arkadaş adilce pay etmeye başlamışlardı. Nasuh o gün yaşadıklarının özetini arkadaşına arz etti. Gardiyanski, Madame Mapercine’in kendisine gıyaben göstermiş olduğu hüsnükabule ve Cartrisse’in daimî ilgisine teşekkürden sonra o dahi o gün hemşehrileriyle görüştüğünü ve eğer Napolyon’un Rusya politikası böyle soğuk ve tehlikeli devam eder ise yakında bir Lehistan ihtilalinin daha baş göstermesinin ihtimalden uzak olmadığını Nasuh’a anlattı.
Mevsimin kış olması münasebetiyle yemekten sonra ya bir tiyatroya veyahut bir gazinoya veyahut şarkılı bir kahveye gitmek imkânı elde olup hatta Gardiyanski buna fazla arzu dahi gösterdi ise de Nasuh Paris’e varışı mektup müşiri77 ile yol masraflarını beyan eden defteri bu gece yazacağından ve tanzim edeceğinden bahisle dostunu istediği yere gitmekte hür bırakarak kendisi doğruca konağına dönerek yazmaya başlamıştır. İşi bittiği anda dahi yatağına girmiş olduğundan tam gece yarısı alafranga saat on ikide dönen Gardiyanski, Nasuh’u uykuya varmış bulunca Paris’te yaşamını sürdüren bir adamın gece yarısından evvel uyumasına hayret ettiyse de bunu Nasuh’un henüz hükmü devam eden Osmanlı âdetlerine hamlederek mazur gördü.
Nasuh’un ertesi sabahki işi öyle bir iştir ki bunu Paris’e her gidenin yapması lazım geldiği hâlde hayret edilse yeridir ki gidenlerin hemen yüzde doksanı buna lüzum görmezler ve yüzde onu lüzum görseler dahi hakkıyla ve layıkıyla beceremezler. Bu ise yeni gelinmiş olan memleketi dâhilen ve devren bir seyahat etmektir.
Nasuh Efendi bu seyahati pek mükemmel icra etmek kararıyla ertesi sabah kalktı ve arkadaşı Gardiyanski ile kahvaltısını ettikten ve fikrini bir kere dahi ona teklif ile ret cevabını aldıktan sonra, Saint Michele Bulvarı’ndan saat pazarlığıyla bir araba tuttu. Fakat arabanın içine binmedi. Zira bundan önce dahi haber vermiş olduğumuz üzere Paris şehrini arabacılar kadar hiçbir kimse tanıyamadığından ve Nasuh her gördüğü şey hakkında istediği ve hiçbir rehberde bulamayacağı geniş ve hususi malumatı arabacıdan almak kararında bulunduğundan çıktı. Arabacının yanı başına oturdu.
Boulevard Saint Michele’i güneye doğru indiler ve ondan Saint Jacques Sokağı’na bükülüp Paris’in büyük rasathanesinin sağ taraflarını da görerek Saint Jacques Bulvarı’na girdiler. Sonra Boulevard D’ltalie ve Boulevard de La Gare ve nihayet Bercy Köprüsü’nü geçerek Boulevard de Bercy ve Boulevard de Reuilly üzerinden tren meydanına kadar geldiler.
Vakıa bu bulvarlar Paris’in kenarları demek olduğu cihetle temaşaya şayan olan hususlar buralarda nadir ise de Paris’te yaşayan bir adamın buralara nadiren yolu düşeceğine ve Paris’i tanımak isteyenlerin ise bu yerleri görmeleri gerekli şeylerden addolunacağına dayarak Nasuh, her gördüğü yeri hıfzına almak için nazarının var kuvvetini sarf ederdi.
Tröne Meydanı yuvarlak şekilli bir yer olup birçok yola maksim78 ittihaz edilmiş olduğundan orada bir çeyrek kadar dinlenmeden sonra yine yola revan oldular. Bu kere tuttukları yol Boulevard de Charonne olup onun üst tarafında Menilmontant Bulvarı’na gelip de meşhur Pere-Lachaise Mezarlığı’nı sağ taraflarında görünce Nasuh kendi kendisine Bu mezarlık dahi beni bir gün işgal edecektir. Zira yeni medeniyetin vazı’ı79 olanlarla görüşmek isteyenler, onların en kalabalık kısmını burada bulabilirler, demişti. Daha yukarıda Bellevile Bulvarı’nı ta Boulevard de La Fayette ile kavuştuğu mahalle kadar geçtikten sonra, La Fayette Bulvarı’na girdiler ve o koca caddeyi ta Opera’ya kadar indiler.
Bir dinlenme yeri de burası ittihaz olunduğundan ve seyahatin bu derecesi için üç buçuk saat kadar yol yürümüş bulunduklarından Nasuh arabacıya yirmi dakika kadar dinlenmeye meydan verip kendisi Opera Tiyatrosu’nun etrafını gezdi ve biraz acıkmış olan midesine imdat olmak üzere birkaç kurabiye filan alıp bir yandan da onları yedi.
Dinlenme müddeti bittikten sonra yeni ve meraklı yolcu yine arabasına binip Capucins Bulvarı’ndan Madeleine’e geldiğinde “Gerek burası ve gerek bunun gibi başlıca noktalar hep birer hususi ziyaretlere muhtaçtırlar.” diye Saint Honore Sokağı’ndan ve Elysee Sarayı yanından Champs-Elysees’ye inince arabacı, Tuileries Sarayı’na doğru inip asıl görmesi lazım gelen yerleri göstermek istediyse de Nasuh “Ben oralarını ne zaman olsa görebilirim.” diye Champs- Elysees’yi, Yıldız Kavsi Zaferi’ne kadar çıktıktan sonra Rue Vernet Caddesi’nden ve Meydanı’ndan Iena Köprüsü’ne indi ve 1861 senesinde Paris genel sergisinin kurulmuş olduğu Champ de Mars denilen meydana girip oradan De Duquesne ve Montparnasse caddeleriyle yine Saint Michel Caddesi’ne girerek Provence’lı Kardeşler Lokantası’na indi; ama toplam yedi saati geçmiş olan bu seyahat az kalmıştı ki akşam yemeği vaktini de geçirsin. Arabacının hakkını tamamen ödedikten ve bir frank dahi şarap parası verdikten sonra lokantaya girip Gardiyanski’yi yemek başında buldu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Maznun: Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen. (e.n.)
2
Teeddüb: Edepli olma. Utanma. Çekinme. Edebini takınma. (e.n.)
3
Çeşm: Göz. (e.n.)
4
Mebna aleyh: Üzerine kurulmuş şey, bir fikrin dayandırıldığı temel konu. (e.n.)
5
Heyet-i mecmua: Bir şeyin teferruatına ve cüz’lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hâl ve manzara. (e.n.)
6
Heyet-i umumiye: Bir şeyin teferruatları nazara alınmadan olan umumi durumu. (e.n.)
7
Salta: Yakasız, iliksiz, kolları bolca bir tür kısa ceket. (e.n.)
8
İstizah: Belirsiz ve müphem bir şey hakkında açık konuşulmasını istemek. İzah istemek. (e.n.)
9
Müteaacibane: Şaşakalma suretiyle. Taaccüb eder şekilde. (e.n.)
10
Mehamid: Şükür ve hamtler. Medihler. Sebeb-i şükür ve hamd olan hasletler. (e.n.)
11
İşar: Yazı ile haber vermek. Anlatmak, bildirmek. (e.n.)
12
Hikmet-füruş: Hikmet bildiğini iddia eden, hikmet satan. (e.n.)
13
Masnu: Sanatla yapılan, yapılmış. Yapma, yapmacık. (e.n.)
14
Telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek. (e.n.)
15
Hodendiş: Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. (e.n.)
16
Temellük: Yaltaklanmak, tevazu ve yumuşaklık göstermek, dalkavukluk. (e.n.)
17
İştimal: İçine almak, kaplamak, çevirmek, ihata etmek, şamil olmak. (e.n.)
18
İnbisat: Açık yüzlü olma, şâd, mesrur ve mahzuz olma, gönül açıklığı, kalp ferahlığı. (e.n.)
19
Müdekkik: Dikkatle araştıran. İnceden inceye tetkik eden. En ufak gizli şeyleri bilmeye, görmeye çalışan. (e.n.)
20
Taaddüd-i zevcat: Birden çok kadınla evlenmek, nikâhlı eşlerin birden çok olması. (e.n.)
21
Taaddüd-i ezvac: Çok kocalılık. (e.n.)
22
Temeddüh: Kendi kendini övmek, kendini beğendirmeye çalışmak, böbürlenmek. (e.n.)
23
Mücerrib: Tecrübe eden, deneyen, sınayan. (e.n.)
24
Zendost: Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara. (e.n.)
25
Bîdar: Uykusuz, uyumayan. Uyanık. (e.n.)
26
Mahkuk: Hakkedilmiş. Sert bir şey üzerine sert kalemle kazılarak yazılmış. (e.n.)
27
Mezbure: Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (e.n.)
28
Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız. (e.n.)
29
Müteazzım: Taazzum eden, büyüklük taslayan. (e.n.)
30
Tefevvüh: Ağza alma, dil uzatma, münasebetsiz söz söyleme. (e.n.)
31
Bililtizam: Bile bile. Bir şeyi doğru ve lüzumlu görüp taraftar olmakla. (e.n.)
32
Arz-ı didar etmek: Güzelliğini göstermek, yüzünü göstermek, görünmek. (e.n.)
33
Mavera-yı tabiat: Metafizik, içyüz. (e.n.)
34
Müdahane: Başka bir kişiye yaltaklanarak hoş görünme çabası, dalkavukluk. (e.n.)
35
Müdahin: Birisini yalandan yüzüne karşı metheden, yüzüne gülen. (e.n.)
36
Serrişte: Vesile, başa kakma. (e.n.)
37
Beşaşet: Tazelik, güler yüzlülük. (e.n.)
38
Müsellem: Tasdik olunmuş, kimse tarafından inkâr veya itiraz olunamayan. (e.n.)
39
Mahlut: Karıştırılmış, katılmış, karışık. (e.n.)
40
Tazim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zat hakkında büyük sayıldığına delalet edecek surette güzel muamelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak. (e.n.)
41
Emr-i itibarı: Hakikatte, hariçte vücudu olmayıp var kabul edilen emir, iş. (e.n.)
42
Meşhudat: Görünenler, seyredilenler. (e.n.)
43
İtizar: Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (e.n.)
44
Muzî: Eziyet ve sıkıntı veren. Rahat bırakmayan, inciten. (e.n.)
45
Tevlit etmek: Doğurtmak. (e.n.)
46
Müsaraat: Teşebbüs, girişme, sürat ve acele etme. (e.n.)
47
Müfredat: Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri, bir şeyin içindekiler. (e.n.)
48
Müsellem: Teslim olunmuş olan, doğruluğu herkes tarafından kabul edilip emniyet ve itimat edilen. (e.n.)
49
Şekerrenk: İki kişi arasında dostluk ilişkilerinin bozuk olması. (e.n.)
50
Menasıb-ı ilmiyye: Osmanlı idari yapılanmasının belirgin hâle geldiği XVI. yüzyıldan itibaren yargı, eğitim görevlerini ve bazı dinî görevleri gören sınıf. (e.n.)
51
Behremend: Nasibi olan, bilen, anlayan. (e.n.)
52
Efrenc: Bu kelime, Orta Çağ’da teşekkül ederek o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne’in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız. (e.n.)
53
Batı ilimleri ile Şark ilimlerini merak edip ömrünü onlara adayanlara denir. (y.n.)
54
Mebna aleyh: Üzerine kurulmuş şey, bir fikrin dayandırıldığı temel konu. (e.n.)
55
Kassam: Hukukta, vârisler arasında miras malını taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru. Taksim eden. (s.n.)
56
Hitap: Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (e.n.)
57
Tefhim: Anlatmak, bildirmek. (e.n.)
58
Kâbil-i hitap: Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse. (e.n.)
59
Aklam-ı devlet: Tanzimat’tan sonra Bâbıâli yeniden düzenlenirken bütün kalemler kaldırılarak aklâm-ı devlet adı altında resmî niteliği daha belirgin yeni bürolar oluşturuldu. Aklâm-ı devletin aynı zamanda birer okul işlevi görmesi geleneğine de ağırlık verildi. (e.n.)
60
Tederrüs: Ders alma, okuyup öğrenme. (e.n.)
61
Gavamız: Anlaşılması zor hakikatler. İnce ve derin meseleler. (e.n.)
62
Musalli: Namaz kılan. Beş vakit namaza devam eden. (e.n.)
63
Maktu: Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş. (e.n.)
64
Arz-ı hulus etmek: Samimi sevgi göstermek. (e.n.)
65
Müstelzim: Lüzumlu, gerektiren. Mucip ve sebep. Bais olan. Bir şeyin lüzumunu deruhde eden. (e.n.)
66
Müdebbir: Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. Her şeyin evvelden tedbirini yapan, gören. (e.n.)
67
Mutasarrıf: Tasarruf eden. Bir işi kendi isteğine göre idare eden. (e.n.)
68
Fodla: Çoğunlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapılmış pideye benzer bir tür ekmek. (e.n.)
69
Tenezzüh: Gezinti. Bağ ve bahçe gibi yerlere gam ve kederi izale için çıkmak. (e.n.)
70
Teferruc: Ferahlanmak, içi açılmak. Gezintiye çıkmak.
71
Itlak olunmak: Genelleştirmek. (e.n.)
72
Medhal: Girecek yer, kapı, ağız. (e.n.)
73
Temayül: Bir yana veya bir kimseye fazla taraftarlık ve sevgi göstermek. (e.n.)
74
Merdümgiriz: İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen. (e.n.)
75
Makule: Aynı türden olan şeylerin bazı özelliklerle ayrılan öbeklerinden her biri, tür, nev. (e.n.)
76
Hüsn-i teveccüh: Sevgi ile karışık medih ve takdir. İyi karşılanmak ve alaka görmek. (e.n.)
77
Müşir: İşar eden, haber veren, bildiren. (e.n.)
78
Maksim: Taksim edilecek, dağıtılacak yer. (e.n.)
79
Vazı: Koyan. Yerleştiren. Vaz’ eden. (e.n.)
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов