Читать книгу Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları (Ахмет Мидхат) онлайн бесплатно на Bookz (2-ая страница книги)
bannerbanner
Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları
Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları
Оценить:
Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları

3

Полная версия:

Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları

Amerika’da her türlü fen gibi tıp ilmi dahi o kadar ilerlemiş ve işin erbabı o derecelerde çoğalmıştır ki bunu mukayese için vaktiyle bir gazetede okumuş bulunduğumuz fıkra asla hatırımızdan çıkamaz. Şöyle ki: İngiltere’den iki zat Amerika’ya ziyarete gitmişler. Birisi tabipmiş. Bunlar birçok yerleri gezip dolaştıktan sonra nihayet bir köye vardıklarında arkadaşı doktoru gözünden kaybetmiş. “Doktor! Doktor! Aman doktor nerede? Doktoru gördünüz mü?” diye epeyce telaşa başlayınca içinde bulunduğu sokağa açılan kapılar sekiz ondan ibaret iken üçünden dördünden birer adam çıkarak “Ne istiyorsunuz? Bir anda bir kimse hasta mı oldu? Öyle bir iş varsa hemen çaresine bakalım!” diye kendilerinin hep doktor olduklarını anlatmışlar. Nasıl? Bizde bir kaza anında bir tabip bulunmadığı hâlde şöyle sekiz on hane arasında üç dört tabip bulunması unutulacak, ehemmiyet verilmeyecek olaylardan mıdır?

Amerika’da “doktorlar”, “tıbbiye” genel adı altında toplanan tüm fenlerde bilgi sahibi olurlar. Sonra bu fenlerden imtihana tabi tutulurlar. Onları geçtikten sonra da her birisi branşında bir alan seçerek o konuda derinleşmeye çalışır. İşte Amerika’da doktor denince bu gibi zatlar akla gelir.

Bunlar işlerini icra ederlerken “pratisyen” yani icracı adını alırlar. İşini ve sanatını icra etmeyip de yalnız ihtisasları olan alanı kendi buldukları dereceden daha ileriye götürmeye gayret edenler “proficient”1 adını kazanırlar.

Bizim Doktor Gribling işte bu ikinci sınıf tabiplerdendir ki tüm fennî ilimlerde gayet şanlı bir surette kendisini ispatladıktan sonra tıp ilmine ve onlar dışında fizik ve kimya fenlerinde de ihtisasını arttırarak onların da ikisinden olmak üzere “Galvanoplasti” sanatına tümüyle takılmış kalmıştır.

Hayır, hayır! Galvanoplastiye “takılmış” amma “kalmamış”tır. Aksin bu sanatı kendi bulduğu dereceden pek çok ileriye götürmüştür.

Okuyucularımızdan hepsi galvanoplasti sanatını bilemezler ya! Zaten bu sanat bizim için en yeni ilimlerdendir. Gerçi Türk’ten, Rum’dan, Ermeni’den üç beş sanatkârımız bu sanatı icra ediyorlar. Fakat bizde pek çok sanatkâr vardır ki icra ettikleri sanatın ve fennin hangi esas üzerine kurulduğunu bilmezler. Ama bu adamları ayıplamayınız. Onlara karşılık bizde pek çok fen erbabı da vardır ki tahsil ettikleri fenlerin, sanayinin hangi şubelerine ne suretle yardım edebilecekleri konusundan habersizdirler. Hemen hiddetlenip kızmayalım. Biz bu konularda yeniyiz, yeni! Elbette bizde de öyle bir zaman gelir ki fenlerin sanayiye tatbiki ve sanayinin fenlerden istifadesi konuları düşünülerek ikisi arasındaki münasebet de araştırmalara konu olur.

Bizim Doktor Gribling’in hususi olarak yoğunlaştığı galvanoplasti sanatının neden ibaret olduğunu anlatmak için geniş fenni konulara da girişmeden okuyucularımıza şöyle sadece bir anlatıverelim:

Yaldız yok mu, yaldız? Malum ya! Gümüşten bir şey üzerine belli belirsiz altın sürerek yaldızlarlar. Eski tabirlere göre saman yaldızı bile varmış ki altından fark olunmazmış. Fakat biz maksadımızı güzelce anlatabilmek için okuyucularımıza altın yaldızını tasavvura almalarını tavsiye ederiz.

Gümüşten bir şey üzerine bir parça altın sürülür ise ona “altın yaldızı” diyeceğiz değil mi? Ya tombaktan bir şey üzerine bir parça gümüş sürülür ise ne diyeceğiz? Şüphe yok ki “gümüş yaldızı” diyeceğiz. Hatta Kristofil isminde bir sanatkârın çoğunlukla çatal bıçak gibi sofra takımları üzerine böyle bir parça gümüş sürmek yolunda kazandığı şöhret kendisine milyonlar kazandırmıştır.

Ya bir parça demir üzerine azıcık bakır sürecek olsak ona ne diyeceğiz? “Bakır yaldızı” değil mi? Bizce altın, gümüş, bakır en meşhur madenden olduğu için böyle altın yaldızı, gümüş yaldızı, bakır yaldızı deriz de herkes de bunların ne olduklarını anlar. Madencilik fen ve sanatının gelişiminden sonra daha birtakım yeni madenler de keşfedilmiştir. Kısacası “nikel” denilen bir beyaz maden daha keşfedilmiştir ki katılığı ve ağırlığı gümüşten aşağı olduğu hâlde beyazlığı, parlaklığı gümüşe üstün değilse de ondan pek de aşağı değildir ve bu maden de altın, gümüş, bakır gibi kendisinden aşağı olan şeyler üzerine yaldız olarak vurulmaktadır.

Yaldızcılığın öteden beri bildiğimiz adisine “yaldızcılık” derler. Hâlbuki madenlerden gümüş, nikel ve bakırın eritilmesinden ve elektrik ısısı da verildikten sonra bazı cisimlerin üzerinin kaplanmasına “galvanoplasti” derler. Bu sanat bir elektrik bataryasının tellerinin bir sandıktan ibaret havuza konulmasından ve elektrik pillerinin bu havuza verdikleri enerjinin bakır, nikel ve gümüş gibi madenlerin o havuz içine bırakılacak cisimler üzerine yapışmasından ibarettir.

Fizik, yani fen bilimin hiç vâkıf olmayanların ve hatta kadınların bile anlayabilecekleri veçhile galvanoplasti sanatını bir de şu surette tarif edelim ki önünüzde bir sandık vardır. İçi su dolu. Bu sandığa iki telin iki ucu uzatılmıştır. Bu suyun içine faraza bir ağaç kaşık bırakmış olsanız, bir zaman sonra o kaşığın bakır yahut nikel veyahut gümüşten yapılmışçasına mahiyetinin değişmiş olduğunu görürsünüz.

Şimdi galvanoplastiyi anladınız ya! Eğer iyi anlamış iseniz Doktor Gribling’in bu sanata merak sardırmasındaki hikmeti dahi anlamış olursunuz. Yine anlamadınızsa biz anlatalım. Bu gariplik az bir gariplik midir ki galvanoplasti havuzuna her neyi koyarsanız o havuza vermiş olduğunuz karışım gereğince yerine göre bakır, nikel, gümüş ve hatta altın gibi madenlere dönüşsün. Mesela Beyoğlu’ndan gelirken Voltaire’in alçıdan dökülmüş bir heykelini otuz paraya satın aldınız. Artık otuz paralık bir alçı parçasını konsolunuzun üzerine koyamazsınız ya! Eğer galvanoplasti malzemeniz varsa veyahut sizde olmadığı hâlde dostlarınızın birisinde bulunuyorsa o heykeli o havuza atarsınız, bir zaman sonra ya bakırdan, ya nikelden, ya gümüşten veyahut da altından yapılmış olmak üzere çıkarırsınız.

İş bir yaldızdan ibaret değil mi? Kırk on paraya olur gider vesselam!

Hayır! Öyle “kırk on paraya olur gider” diye hükmedemeyiz. Zira “yaldız” deyince pek kuru bir yaldız anlaşılıyor, değil mi? Hâlbuki galvanoplasti hiç hükmünde olan bir incelikten, elinizde istediğiniz kadar kalınlığa varabilecek bir yaldızdır. İsterseniz bir kahve kaşığını yaldızlaya yaldızlaya büyülte büyülte bir yemek kaşığından ziyade büyültebilirseniz. Ancak yaldızın kalınlığı belli bir ölçü içinde artmayıp da sizin kahve kaşığı yemek kaşığına dönüşeceği yerde küskütük bir şey olursa biz ona da karışamayız.

Bizim Doktor Gribling galvanoplasti sanatını öyle bir derecede bulmuştu ki havuza atılan bir cisim, pek çok vakit havuzda kaldıktan sonra istenen madeni pek yavaş almaya başlardı. Hâlbuki Amerikalı bir doktorun bir anlık elektrik kuvvetinin kâinatı dolaşıp gittiğini gördükten sonra, şu galvanoplasti havuzuna atılan madenlerin yaldızlanma hızını arttırmak için epeyce bir zamana muhtaç olması derecesindeki nispetsizliği kabul edebilmesi mümkün müdür?

Doktor Gribling arzu ediyordu ki herhangi bir cismi galvanoplasti havuzuna sokar sokmaz istenen maden ile derhâl kalaylanmak! Affedersiniz. “Kalaylanmak” deniliyor amma vurulacak yaldız kalay olursa… Dolayısıyla sözümüzü değiştirelim:

Doktor Gribling arzu ediyordu ki herhangi bir cismi galvanoplasti havuzuna sokar sokmaz istenen maden ile derhâl yaldızlanması mümkün olsun. Hem de yalnız hayal gibi rüzgâr gibi… Bir yaldız değil; arzu olunduğu kadar sağlam bir yaldız mümkün olsun.

Doktor Gribling’in bu arzusunun derecesini okuyucularımıza hakkıyla pekiştirmek için diyeceğiz ki eski zaman usulünde bir mumcu yağ havuzuna fitili daldırıp çıkardığı anda nasıl ki fitil üzerinde yağ donup kalıyor idiyse, galvanoplasti havuzuna da bir cisim daldırılır daldırılmaz istenen maden onun üzerinde donsun kalsın. Hayıf ki eski zamanlar geçti! Şimdi hasta olanlar ilaç için mum yağı aradıkları zaman bakkal dükkânlarında pek güç buluyorlar. Biraz daha ilerleyecek olursak, yani ispermeçet2 mumları biraz daha ilerleyecek olursa mum yağını bakkal dükkânlarında değil, eczacılarda aramak lazım gelecek. Fakat zamanın terakkisine bakınız ki her şey, kendisinden daha büyük bir şeye dönüştüğü gibi ispermeçetler dahi kırmızı kö… Pardon! Varna vesaire mumlarını yok ettikleri gibi kendileri de Amerikan petrol gazlarına mağlup oluyorlar. Amma acele etmeyelim, dünya bu ya! Galibiyet Amerika petrollerinde de kalmayıp şimdi de Batum iskelesinden Rusların çıkardıkları Bakü petrolleri Amerika petrollerini mahvetme derecelerine getirdi.

Sadedin biraz dışına çıktık ama sözü uzatmadık, değil mi? Doktor Gribling’in galvanoplastiyi nasıl hızlandırmak istediğini mumcuların fitil bandırıp mum çıkarmasıyla anlatmak istediğimiz hâlde bunun da okuyucularımızdan ekserisinin bilemeyecekleri kadar eski bir şey hükmünde kaldığı için sözü asıl mevzudan biraz dışarıya çıkardık. Tam mevzumuz dâhilinde söz söylemiş olmak için diyelim ki:

Doktor Gribling, galvanoplasti sanatını o kadar süratlendirmek istiyordu ki şimdi kahvesini içtiği bir toprak kahve fincanını galvanoplasti havuzuna daldırıp çıkardığı anda o fincanın topraktan değil, bakırdan veya nikelden veyahut gümüşten yapılmış olduğunu cihana göstermek azminde bulunuyordu.

Ee, bunda muvaffak oldu mu?

Şüphe mi edersiniz? Neredeyiz? Amerika’da! Bir adam tıp fenninde tahsil eder, sonra yalnız fennî ilimler ile ve bunlardan da yalnız kimya ve fizik fenlerine bağlanır kalır ve en nihayet bu fenlerin dahi galvanoplasti kısmına yoğunlaşırsa artık o adam aradığı şeyi bulamaz olur mu?

Düşününüz ki spesiyalistlerden, yani Gribling gibi mütehassıslardan birisi bir makine icat etmek istemiş. Öyle bir makine ki önünüzde ufacık bir sandık bulunarak o sandığa bir söz söylediğiniz anda sandık sizin sözünüzü kaydetsin. Sandığın bir yayına dokunduğunuzda sizin sözünüzü tekrar söylesin. Hem de öyle bir surette söylesin ki o sesin sizin sesiniz olduğunu, o sözlerin sizin sözleriniz bulunduklarını siz dahi tanıyıp ikrar edesiniz.

İşte bu makine “fonograf” dedikleri makinedir. İnsanoğlu hâlâ çok kimselerin aklına sığmamakta bulunan bu harika şeyi yaparsa, galvanoplasti hakkındaki sürate muvaffak olamaz mı? Hele fonografı icat eden Amerikalı olduğu gibi galvanoplastiyi geliştirmek isteyen de Amerikalı olur ise!

Yahu şu adamlar acaba dev gibi bir şey midir? Yok! Gerçi eserleri ile ispat ettikleri kudret her ne kadar beşeriyetin fevkinde gibi görünürse de bu adamlar hiç de beşeriyetin fevkinde değildir. Sizin gibi, bizim gibi adamlardır. Hele bizim Doktor Gribling yok mu? Görmüş olsaydınız pek beğenirdiniz, pek severdiniz. Bakınız size bir tarif ediverelim:

Yaş yallah, yallah yirmi dokuz! Boy uzun. Hem de bizim uzun boylu saydığımız adamlardan birkaç parmak daha uzun. Saç sakal kıpkırmızı. Surat saçtan sakaldan daha kırmızı. Kaşlar düşük. Gözler mavi oldukları hâlde çukurda. Burun çekme. Ağız küçük. Dudaklar ince. Dişler sık ve beyaz iseler de lüzumundan ziyade uzun. Çene sivri.

Bu adamın uzun boyu, vücudunda bir zayıflık farz ettirir ise de o zayıflık kendisine bakanların göz yanıltmasından ibarettir. Yoksa vücut hayli etli ve pek ziyade kuvvetlidir. Eller uzun vücudun tasavvur ettireceği nispette daha uzundur. Doktor Gribling şu tasvirimize göre güzel bir adamdır ya… Söz söylemek istediğinde bu güzelliğine binaen pek sevimli olduğunu da itiraf edersiniz. Ama söz söylediği vakitler azdır. Çoğunlukla düşünür. Zaten bir iş yapmak azminde bulunan adam, söylemekten ziyade düşünmez mi? İş denilen şey gevezelikle yapılmaz. Düşünmekle yapılır. Hele galvanoplastiye kendi istediği sürati vermek isteyen adam, mutlaka söz söylemekten pek çok ziyade düşünmekle mükelleftir.

Doktor Gribling kalıpça, kıyafetçe, yüzce, sıhhat ve sözce beğenilebilecek kadar mükemmel bir adam olduğu gibi giyinip kuşanması ve süslenmesi de kadınların bile kusur bulamayacakları derecededir. Sakalını yanaklarından “favori” usulüyle salıvermiş. Bu hâlde çenesini kazıtır. Elbisesini beğeninceye kadar terzisini üzüntüden verem eder. Kundura hususunda daha da hassastır. Günde üçten yediye sekize kadar kundura boyatır. Boyunbağı ile eldiven pek merakıdır. Bizim Doktor Gribling şıktır vesselam!

İşte galvanoplasti sanatını tamamlamaya çalışan bu zattır. Hem tamamlamıştır da. O kadar ki canlı bir kuşu galvanoplasti havuzuna daldırıp çıkartarak bakıra dönüştürür dönüştürmez üzerindeki kabuğu yarıp içindeki kuşun hâlâ canlı olduğunu görmüş ve bu muvaffakiyete sevindiği gece iki şişe bir anda içerek zafer sevincini ilan etmiştir.

En sonunda bir arzusu kalmıştı ki o da bu sanat ile kaplayacağı cisimlerin büyüklüğünden ibaretti. Kuş, kedi, köpek gibi şeyler kendisine artık pek küçük geliyorlardı. Artık at, deve, hatta fil gibi büyük canlıların şeklini yapmaya kâfi gelecek elektrik pilleri bataryalarıyla galvanoplasti havuzları vücuda getirmek için büyük büyük paralar sarf etmişti. Ama hepsinde de muvaffak olmuştu. Muvaffak olmasının derecesini de bundan sonraki bölümde göreceğiz.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Doktor Gribling ve Defn-i Emvat 3

Jefferson City şehrinin belediye dairesi azasıyla tıp heyeti arasında ölülerin gömülmesine dair gayet mühim bir tartışma yaşanmıştı. Amerikalılar her şeyi adi suretinden kurtarmak gayretinde bulundukları malum oldu ya! Vefat edenleri bir çukura gömmek veyahut duvarlı kemerli mezarlar içine koymak gibi ölüleri defnetmek yolları pek adi görülmüş olduğundan cenazeleri kireç içine yatırarak üzerlerine su atmak veyahut mumya hâline koymak veya tümüyle ateşte yakarak toz etmek seçeneklerinden hangisi daha sıhhatli ve faydalı olur gibi konular müzakere olunuyordu.

Maksat umumi sıhhat olduğuna göre Amerikalılar için ölülerin defnedilmesinin ne kadar büyük bir ehemmiyeti olacağını şununla kıyas etmelisiniz ki orada bahçıvanlık sanatı, tuvaletlerde akan suları, salhanelerdeki kan vesaire gibi tüm pislikleri ve buna benzer her şeyi gübreye dönüştürdüğünden, bunların hiçbirisinde umumi sıhhat için bir tehlike bırakılmadıktan sonra nihayet doktorun birisi, herkesin burun mendilinin kendi koynunda bulundurulmasını sıhhate zararlı bir hareket saydığından burundan mendile bulaşacak mikrop ve kirleri derhâl temizlemek için bir nevi lavanta icat etmişti de tıbbiye akademisi bu lavantanın umum tarafından kullanılmasını mecburi hâle koymak için koskocaman bir kararname bile kaleme almıştı. Mendil meselesine bu kadar ifrat derecesinde ehemmiyet verilen bir memlekette ölülerin gömülmesi gibi hakikaten ehemmiyetli olduğuna bizim bu taraflarda dahi şüphe edilemeyen bir meseleye ne kadar önem verileceği mülahazaya muhtaç kalmaz mı?

Jefferson City akademisi ölülerin mumya edilmek üzere korunması hakkındaki görüşü kesin reddetmişti. Zira mumya hâlindeki naaşların dahi her hâlde kokacaklarını düşünmüşlerdi. Kireç ile haşlamak veyahut ateşe atıp yakmak meselelerine gelince: Tıbbiyelilerin bir kısmı kireci, diğer bir kısmı ise ateşi tercih etmişlerdi. Ancak kireci tercih edenler azınlıkta kaldıklarından asıl hüküm ateş taraftarlarında kalacak gibiydi. Zira kireç ile haşlanan ceset her ne kadar ayrışıp kokamaz ise de herhâlde zikredilen cesedin bir hayvan cesedine benzeyebileceği düşünüldüğünden sonraları yine bundan da olumsuz bir şey çıkabilir diye ihtiyatla yaklaşılmıştı. Ama ateşle yakmaya gelince, koca bir insan naaşının birkaç dirhem külden ibaret kalacağı münasebetiyle bu külü bir toprak kap içine bırakıp bir tarafa koyuvermekte hiçbir mahzur görülmemişti.

İşte bu müzakerenin tam şiddetlendiği bir zamanda bizim Doktor Gribling şimşek gibi çakarak gök gibi gürleyerek ısrarlı olan itirazını yıldırımlar gibi yağdırmaya başladı.

Cesedi yakmak mı? Aman ya Rabb’i! Şu on dokuzuncu asrın bu kadar gelişmiş medeniyeti ölüler için bula bula bin sene evvel gelmiş milletlerin usulünü bulsunlar. Bu tahammül edilebilecek şeylerden midir? Bu medeniyetin şan ve şerefi için bundan daha büyük hakaret mi düşünülebilir?

Doktor Gribling bu konuda gazetelere göndermiş olduğu yüzlerce yazılarının birisinde demişti ki:

“Cesetleri yakma usulünün hiç başka bir sakıncası görülmese bile yalnız bunun eski ve kadim milletlere ait bir durum olması, şu sürekli terakki eden asırda asla kabul olunamayacak ve reddi için en büyük sebep olmasına kâfidir. Fen ve sanayi bu kadar terakki etmiş olduğu hâlde ölüleri defnetmek için asrımızın şanına layık bir yol bulamazsak, bütün fen erbabının ve sanayicilerimizin yüzleri kızarmalıdır. Hâlbuki ölüyü yakmanın da hem umumi sıhhat açısından zararları vardır; hem de masrafı çoktur. Umumi sıhhat bakımından zararları, bildiğiniz gibi bir naaş yanarken fena kokuları temiz havaya koku yayar. Masrafının çokluğu ise yanacak malzeme açısındandır. Zira bir naaşı yakacak malzeme ile otuz beygir kuvvetindeki lokomotif arkasına seksen vagon takmış olması hesabıyla yarım mil kadar mesafe katedebilir.”

Güzel ama her şeye itiraz etmek kolay olduğu hâlde; itiraz olunan şeylere daha uygun çare bulmak güçtür. Bakalım sizin Doktor Gribling ölülerin gömülmesi için daha güzel bir çare buldu mu?

Onun itikadına kalırsa pek âlâsını buldu. Hem de bulduğu çare nedir, bilir misiniz? Galvanoplasti!

Galvanoplasti mi?

Evet! Galvanoplasti! Zira Doktor Gribling bu âlemde her neye çare aranacaksa, o çarenin mutlaka elektrik ile bulunacağına kanaat etmiş olduğu gibi elektrik hizmetleri arasında da en faydalısının bilhassa galvanoplasti olduğuna o derecelerde bel bağlamıştır ki eğer bu sanat her işe tatbik edilmezse insanlık medeniyetinin kemal mertebesine varamayacağına fennî bir iman derecesinde inanmıştır.

Cesetlerin defni meselesinde galvanoplastiden başka bir usul kabul ettiğini görmek, Doktor Gribling için dünyanın yıkıldığını görmekten daha beterdir. Dolayısıyla bu usulü kabul ettirmek için gazetelere verdiği yazıları ayrıca kitap suretinde de bastırarak bedava dağıtmak derecelerinde fedakârlıkta da bulunmuştur ki bu da malum zatın fennî ve sanayi gayretine en iyi şekilde işaret eder.

Doktor Gribling’in cesetlerin defni için galvanoplastiyi kabul ettirmek hususunda savunduğu delillerin en tuhafı şudur:

“Bir ölünün naaşı üzerine bir milimetre kalınlığında bir kabuk geçirmek için iki kıyyeden az bakır gider ki önceden göztaşı hâline dönüşmesinden dolayı fiyatı ne kadar artmış olsa, yine üç frangı geçemez. Gerçi cesedi yakmak için kullanılacak malzemeden bu biraz daha pahalı düşerse de kullanılacak malzeme arasında ancak bir parça kül oluşturduğu hâlde şu üç frank masraf bakırdan güzel bir heykel vücuda getirir. Malumdur ki her naaş kendi familyası için sevilir ve kıymettardır. Dolayısıyla familya halkı galvanoplasti için birkaç frangı daha feda ediverirse bir santimetre kalınlığına kadar bakırı kalınlaştırarak, gerçekten bir heykel vücuda getirebilirler. Bu böyle olmadığı zaman bile cesedi defin için yalnız bir milimetre kalınlığındaki bakır kifayet eder ki bu bakır hem o naaşa kefen olur hem de defnedildiği yerde kokmaya fırsat bırakmaz. Dolayısıyla umumi sıhhat bakımından bütün tehlikeleri de meneder. Hele galvanoplasti bu gelişmiş olan asrın yeni icadından olduğundan, bu gelişmiş asrın şanına layık olan bu defin usulü bundan ibaret olacağından, bu usul yenilik taraftarı olan hiçbir adamın itirazına da uğramaz.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Yetkin, yetkili ve uzman doktor.

2

Balinalardan, özellikle de ispermeçet balinasının başından elde edilen, mum yapımında ve kozmetiklerde kullanılan ak renkli bir tür yağ.

3

Doktor Gribling ve Ölülerin Gömülmesi.

Вы ознакомились с фрагментом книги.

Для бесплатного чтения открыта только часть текста.

Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:


Полная версия книги

Всего 10 форматов

bannerbanner