![Diplomalı Kız](/covers/69429121.jpg)
Полная версия:
Diplomalı Kız
Israr etmiyor ama Jean çocuğu terbiye edeceğim derken daha ziyade terbiyesizliğine sebep oluyor. Bir fakir çocuğu için o kadar süslü elbiseye lüzum var mıdır? Bir demircinin kızı o kadar pahalı şekerlemeleri, kremalı pastaları filanları yer mi? Biraz şeker katılmış bir parça ekmek onun nesine yetmiyor?
Kadıncağız bu yolda mülahazalarda bulundukça Jean:
“Sen o kadar anlarsın! Çocuk beşinci, altıncı yaşlarında nasıl yaşarsa, terbiyesi, tahsili de ona göre olur. Sonradan verilen kibar terbiye her zaman insanda yabancı kalır. ‘Sonradan görme’ diye onu ayıplarlar da. Ama böyle çekirdekten kibarca bir terbiye alırsa kibar doğmuş sayılır.” diye karısını sustururdu.
Bu terbiye hususunda karı ile kocanın muhalefetleri öyle bir dereceyi buldu ki bir aralık Polini, Julie için alınmış olan şekerlemeleri filanları çocuğa yedirmeyip gizlice tekrar satmaya kadar da vardı. Jean ise bunu haber alınca artık satın aldığı nefis yiyecekleri, kızına kendi eliyle yedirmeye mecbur oldu.
Julie’den başka bunların çocukları olmadığına hayret etmemelidir. Daha işin başlangıcında çocuk terbiyesi emrinde karı ile koca arasında vukua gelen ihtilaflar Polini’yi çocuk doğurmaktan bezdirdi.
Kadın kısmı istemezse çocuk doğurmaz. Hele her şeyi bilen bir Fransız karısı! Hele her şey bilinen Paris’te!
Acaba şu karı ile kocanın hangisi haklıydı?
Evvela Polini haklıydı. Zira çocuk eğitimine ve terbiyesine başlandığından beri para sandığına bir para gönderilemez olmuştu. Nasıl gönderilsin? Kendisi işten vazgeçmiş. Karar verilen tasarrufu da Julie’nin kibarca olan iaşe ve terbiyesi men eylemiş. Gerçi henüz para sandığından para çıkarıldığı yoksa da Julie’ye yeni elbiseler alınmasından Julie’nin devam eylediği mektep müdire ve muallimelerine sene başı hediyeler verilmesinden filandan dolayı bazı yüklüce masraflar edilmesi üzerine şuraya buraya biraz borç dahi birikmişti. Jean bu borçlardan korkmuyor, ürkmüyor ama Polini işin daha ilerisini düşünerek korkuyor, ürküyordu. Zira borçları vermek için maişetçe daha ziyade iktisatlı yaşantıyı benimsemeli ve birçok mahrumiyetlere de katlanmalıydı. Jean ise bunu da iltizam istemiyordur. Şüphe yok ki bir zaman sonra borç defteri daha da kabaracak!
İkincisi, Jean dahi haklıydı. Zira o zamanlar Fransa’da kadın eğitimi tamamen erkeklerin elinden alınmak isteniyordu. Bu şekilde onlardan alınıp tamamen kadınlara devredilmesi için çalışmalar yapılıyor ve kadınlar buna teşvik de ediliyordu. Bu konuda kanuni değişiklikler de yapılıyordu. Bir kadın öğretmene yılda beş bin franga kadar maaş verildiği gibi öğretmenlik diplomasını alan kızlar tabiatıyla diğerlerinden daha iyi bir eğitim de aldıkları için, bu durum tüm babaların dikkatinden kaçmıyordu. Pek fakir kızı olduğu hâlde sadece öğretmenlik şerefinden dolayı pek kibar ve zengin olan adamların eşleri olma şerefine erenlerin sayıları da az değildi. Kendi kızı için de böyle bir şeref arzu etmekte Jean Depres haklı görülmez mi? Ee, kızı bir zengin ve kibar karısı olursa, bunların maişetlerinden habersiz bulunmak bir noksanlık sayılmaz mı?
Bu karı ile kocanın hangisinin haklı olduğunu okuyucularımız düşünsün, dursunlar. Biz hikâyemize devam edelim. Yani bu hikâyede bol bol mülahazalar serdeder bir filozof olmayalım da yalnız vukuatı nakleder bir yazar olalım. O filozofluk vazifesini de okuyucularımız ifa eylesinler. Hangi ciheti tercih lazım geleceğini kendileri düşünsünler.
***Julie Depres’in ilkokul tahsili pek yolunda gitti. Zira daha dört yaşındayken pederi kızını okutup yazdırmaya gayret ediyordu. Tedrisin bu kadarına değil, daha ilerisine bile Jean’ın iktidarı vardı. Artık, gökyüzünde parlak parlak görülen şeylerin sadece parlayan cisimler olmayıp birer küre, birer dünya olduklarını da biliyordu. Dünya yalnız Fransa ile Almanya’dan ibaret değildi. Bir Osmanlı memleketi, bir Mısır vesaire devletlerin de bulunduğunu öğrenmişti. Zira Fransızların Mısır’a, Kırım’a gittiklerinden hem haberi olmuş, hem de buna dair bazı şeyler okumuştu. Bir varyosçu amele için malumatın bu derecesi az mıdır? Bildikleri şeyleri kızına hikâye ede ede kızın kulağını gereği gibi doldurmuştu.
Hatta Jean Depres’in filozof yönü bile vardı. Papaz takımını sevmezdi. Voltaire mezhebine tabi olanları seviyordu. Hürriyet taraftarıydı. “Ben dinsizim!” dediği zaman âdeta mağrur görünüyordu. Gerçi dinin ne olduğunu bilmediği gibi, dinsizliğin ne olduğunu da hiç bilmiyordu. Ama Jean Depres değil, bu davada bulunan sair binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanlar için bile bu davada bulunmak için bir şey bilmek lazım gelir mi? Hiçbir şey bilmedikten sonraysa “Dinsizim!” demekle “Dindarım!” demenin de farkı olamaz.
Dolayısıyla Jean Depres’in bildiği kadar şeyler Julie’nin ilk talimi, ilk irşadı için büyük faydalar sağladığından kızın ilk bilgileri pek parlak olarak husule geldi. Mükâfatlandırılma konusunda, Julie her ananın, her babanın kıskanmasına sebep oluyordu. Hâl ve şanınca Depres ailesinden pek zengin ve kibar olan familyalar kendi kızlarını, “Demircinin kızı kadar da olamadın!” diye hırpalıyorlardı. Bunları Jean işittikçe koltuklarına karpuz sığışmış kadar koltukları kabarıp karısına:
“Gördün mü Polini, gördün mü? Ama daha bu yaşta bu kadar olan kızın ileride ne olacağını da düşünmeli!” diye serzenişlerde bulunuyordu.
Fakat zannetmeyiniz ki Jean’ın bu serzenişleri cevapsız kalıyordu. Heyhat! Polini dahi Jean’a cevaben:
“Evet! Orası öyle ama kazancımız masraflarımıza kifayet etmesi şöyle dursun, dişimizden tırnağımızdan arttırarak para sandığına verdiğimiz paraların da dörtte biri alındı, borçlara verildi. Hâlâ da bir miktar borcumuz vardır!” diyordu. Bu kısa sözün hükmünün ne kadar büyük olduğunu düşünmelidir. Bunu Jean dahi düşünüyordu. Zevcesine bunun için de bir cevap bulup vermeye çalışıyordu ama bulamıyordu.
Nihayet bir gün o cevabı buldu. Verdi. Dedi ki:
“Ziyanı yok, ziyanı yok! Şimdi Julie için ne sarf ediyorsak onu masraf saymamalı. Yine tasarruf, yine biriktirme saymalı. Zira o paraları kızda topluyoruz demektir. Faizi de işliyor. O faiz ise Julie’nin yükselmesidir. Julie tahsilini tamamladıktan sonra bizden aldığını ziyadesiyle bize verecektir. İhtiyarlığımızda Julie sayesinde çok nimetlere nail olup refaha ereceğiz!”
Bu cevap bir hayli zamana kadar Polini’yi susturmaya kifayet eyledi. Julie’nin tahsiline de başlandı. Fakat artık pederinin malumatı kıza yardıma vesile olamıyordu. Bilakis pederi fenni konulara ait olarak şimdiye kadar ne hatır ve hayalinden geçmiş, ne rüyada görülmüş olmayan şeyler varsa, kızından duydukça büyük bir hayretle:
“Aman ya Rab! Biz ne eşekmişiz! Dünyada ne kadar malumat varmış da haberimiz yokmuş. Sen ütü yapmaktan ben varyos vurmaktan başka bir şey öğrenmemişiz.” diye kızını alkışlayıp kendi karısını aşağılamaya başlayınca şu hâl Polini’nin gayretine dokunarak kızı aleyhine âdeta bir kıskançlık bile peyda eyliyordu.
Bereket versin ki Julie pek iyi bir kızdı. Kalbi saf, insafı galip bir yavrucak. On iki yaşını geçmiş ve artık lise mektebinde aklını, olayları kavrama gücünü arttırmış olduğu cihetle validesinin husumetlerine karşı kendini müdafaa iktidarından mahrum değil idiyse de o müdafaayı insafına yediremeyerek daima validesinin şefkatli kucağına ve merhametine sığınıyor ve babasının gıyabında:
“Sen ona bakma anneciğim! O ne söylerse söylesin. Ben yine senin terbiyenden geçmiş ve her zaman iftihar edeceğin biricik evladınım.” derdi. Gerçi bu iltica Polini’nin husumetini tamamıyla def ve izale edemezse de daha ziyade artmasını ve kızına dünyayı zindan etmesini olsun men ediyordu. Zira Polini, pek akıllı ve ileri görüşlü bir kadın olmakla beraber pek de inatçı ve hırçın olup zihninden karar verdiği bir şeyi dünya bir araya gelse onu vazgeçirtemezdi.
***Julie, lise tahsilini bitirdi. Bunda da ilk mektepteki gibi başarısında bir düşme olmadı. Kırk beş mevcutlu bir sınıfta dördüncü oldu. Az değil ya? Hele sesi de güzel. Müzik dersinde de başarılı. Ne güzel resimler yapıyor. Ne güzel el işleri öğrenmiş.
Bunların hepsi iyi ama validesi memnun değil. O resimlerin güzelliği mektepçe musaddak. O el işleri mektepçe takdir ediliyor. Çarşıda bir para etmezler. Kız artık küçük mü sanki? Yaş on dördü geçti. Onun kadar kızlar öyle el işleri yapıyorlar ki günde bir buçuk franga bile para demiyorlar. Julie’nin öğrendiği kadarını her kibar kızı da öğreniyor ama bilahare muhtaç oldukları el işlerini yine çarşıdaki kızlara yaptırıyorlar.
Biçare Jean, zevcesinden şu haklı itirazları işittikçe hiddetinden çıldıracağı geliyor. Kızını müdafaadan yine gayretini kesmiyor. Karısına:
“Canım! Julie, evinde ses sanatçısı olacak değildir. Ressam hiç! Modacı hiç! Bunları öğretmekten maksatları onun zihnini geliştirmek ve malumatını arttırmaktır. Julie bunlarla para ve şan kazanmayacak. Julie öğretmen olacak! Belki öğretmen bile olmayacak. O diplomayı aldıktan sonra ihtimal ki bir kibar koca bulup kendi de bahtiyar olacak, bizi de bahtiyar edecek! Farz edelim ki öğretmen olsun, o bile hepimizi bahtiyar etmeye kâfi değil midir?” diyor, ama Polini Fransızların, “Bir ‘Al şunu!’, iki ‘sana şunu vereceğim’den ibaret olan” atasözüne canıgönülden bağlanmış olduğundan, kocasının bu sözlerini sadece geleceğe dair bir ümit ve birer hayalden ibaret sayıyordu.
Kız on dört yaşına gelmiş, on dört yaşına! “Gelmiş” değil, geçiyor, geçmiş! O zamana kadar süs içinde, nimet ve bolluk içinde büyümüş. Şimdi bundan sonra arzu edeceği, muhtaç olacağı süsler daha pahalı olacak. Hâlbuki para sandığındaki akçeler hemen hemen bitmeye yaklaştılar. Kadıncağız buralarını düşündükçe kahrından çıldıracaktı. Ne yazık ki Jean’a hâlâ meram anlatmak kabil değil.
Ama Jean’ın hakkı yok mu ya? İşi bu dereceye getirdikten sonra nasıl bıraksınlar? Lise eğitiminden sonra okuyacağı son mektep için topu iki sene lazım. Haydi, kızı yolundan alıkoyalım da validesinin o eski arzusu doğrultusunda bir sanata verelim. Bundan sonra ne öğrenecek? Hem kız bir kere bolluk ve süs âlemlerine alıştıktan sonra artık bir işçi kız gibi yaşayabilir mi? İşçi kızlara müyesser olabilecek bahtiyarlık içinde kendisini bedbaht bulmaz mı?
Polini bile bunu nazarıdikkate alarak pek benimsemedi. Bundan sonra biçare Julie’nin hiçbir şeye yaramayacağına hükmetti. Dolayısıyla iki sene içinde elde avuçta bulunanları feda etmeye razı oldu.
Ama bu rızası kızın istikbalinden ümitvar olduğu için değildi. Zira bayan öğretmenler için parlak parlak istikballerin hazırlandığı demler çoktan geçmiştiler. Fransa’da, Paris’te her şeyin bir modası vardır. Tahsillerini tamamlayan kızlarla izdivaç modası da çoktan geçmişti. Onlara bedel, tahsil görmeyen kızlarla evlenmek modası baş göstermişti. Zira eğitimli, bilgili kadınlar kocalarını olur olmaz şeylerde aşağılayarak kendi üstünlüklerini ispata başladıklarından bu hâl erkek efendilerin gururlarına dokunuyordu.
Polini bunu bildiği gibi, diplomalı kızların çoğala çoğala artık eğitim bakanlığınca onlar için öğretmenlere pek ihtiyaç kalmadığını da biliyordu. Zira kaç seneden beri öğretmenlik diplomasını alan kızların tümünün hanelerinde kalarak memuriyet bulamadıklarını ailelerinden işitiyordu.
İş öyle bir dereceye geldi ki üniversite eğitiminin ikinci senesinde Jean dahi kalben karısına hak vermeye başlamıştı. Zira para sandığında pek bir şey kalmamıştı. Kendi kazancıysa günlük geçimlerine bile kifayet etmiyordu. Biraz da borç vardı. İşin en fenasına bakınız ki Julie çocukluğunda epeyce güzel olduğu hâlde şimdi hiç de güzel değildi. Küresel trigonometriye varıncaya kadar birtakım güç dersler zavallı talebelerde sıhhat ve hüsnü cemal mi bırakmıştı? Fransa aydınları bile bunların derslerinin bu kadar zor olmasından dolayı şikâyet ediyorlardı. Zavallı Julie’de renk kalmamış, kan kalmamış. Gözlerine de zaaf düşmüştü. Hatta lise öğrenimi esnasında sesi pek güzel iken onu bile kaybetmişti.
Jean için artık öyle bir kanaat oluştu ki, Julie’ye kibardan bir koca bulunamayacak. Ya bir öğretmenlik memuriyeti de bulamazsa!
İş fena! Hem de pek fena! Fakat karısına yine itirazda geri adım atmıyordu. Hâlâ kızını müdafaaya gayret ediyor. Şu kadar var ki artık evvelki gibi az çok akıllıca cevaplar bulup veremiyor. Pek başı sıkıldıkça zavallı karısını dövüyor da o suretle sakinlemeye muvaffak oluyor. Aman ya Rab!
***Julie öğretmenlik diplomasını da aldı. Belediye dairesinde bu diplomayı aldığı gün, belki üç beş yüz tane kız validesi gıpta ettiler.
Fakat şu büyük muvaffakiyet biçare Jean Depres’i öyle evvelkiler gibi çıldırasıya da sevindiremedi. Çıldırasıya değil, hiç bile sevindirmedi. Yalnız kızını ümitsizliğe düşürüp moralini bozmamak için gülüyor seviniyor gibi yapıyordu ama kalbinden âdeta yakıcı bir sel geçiyordu.
Polini’yi sormayınız. Polini hiç sesini çıkarmıyordu. Zira kocasının hâlini biliyordu. Evet! Biliyordu ki eğer serzeniş yollu herife bir şey söyleyecek olsa belki de herifin elinden bir cinayet çıkardı. Belki de kendisi o cinayetin mağduru olurdu.
Babası, kızını ümitsizliğe düşürmemek için susuyor idiyse de validesinde dahi bu mürüvvet var mı ki! Polini kocasının gıyabında olarak kıza istediğinden fazla serzenişlerde bulunmaktan bir türlü kendisini alamıyor ve diyordu ki:
“İhtiyarlık günlerimiz matmazelin ilim irfanı sayesinde meşakkatsiz geçecek ha? İhtiyarlık zamanını düşünen efendi daha gençliğindeyken bunu düşünmeliydi. Düşündük ama kocamız efendiye meram anlatmak kabil mi? Dişimizden tırnağımızdan arttırıp gerek kendi ihtiyarlığımız ve gerek kızımızın bahtiyarlığı için bir tarafa yerleştirdiğimiz paraları elden çıkardık. Kendimiz düçar olduğumuz hâlde bari kızımızı bahtiyar etmiş olsaydık! Heyhat! Almış olduğu muallimlik diplomasını ezsin ezsin de suyunu içsin! Fazla olarak bir de kibarcasına yaşamaya alıştırdık. Zavallı çocuk! Seni mesut ve bahtiyar edelim, biz de sayende mesut ve bahtiyar olalım derken seni de kendimizi de bedbaht eyledik.”
Hâlbuki Depres familyası henüz sefaletin kuyusunu görmemişlerdi. O bundan sonra görüldü. Bir kere mektepten çıkar çıkmaz Julie’ye memuriyet nereden bulunacak ki! Paris ve civarındaki kızların mektebi için dört yüz kadar muallime namzet olmuşlar. Bunlar yerleşecekler veyahut bazıları vefat edip, bazıları da kendilerine başka işler bulacaklar da sıra Julie’ye gelecek!
Anlaşıldı ki, Julie daha bir zaman anasına babasına yük olacak. Fakat o anada babada kendi ihtiyaçlarına bile tahammül kalmadı. Para sandığındaki akçeler bire kadar bittikten başka bir de biçare demirci şiddetli bir zatürreye tutulmasın mı?
Tam yirmi beş gün tabipler ümit ile ümitsizlik arasında yuvarlandılar. Hastanın genel sıhhatinde daha müthiş hastalıklar oluşmasın diye daha ziyade korktular. Ondan sonra da hastalık müddeti bir buçuk ay kadar devam etti.
Ya bu masraflar neyle karşılandılar? Bunu tafsile hacet mi var? Evvela mevcut eşyanın en kıymettarları ihtiyaç sandığına gitmeye başladılar. Polini’nin daha matmazelliği zamanında ilk, ikinci ve üçüncü sevgilileri tarafından yılbaşı hediyesi olarak verilen şallar, küpeler filanlarla kendi biriktirdiği paradan alınmış birkaç yüzük, bilezik filandan başlayarak yüz franklık malı altmış franga, elli franga, bazı kere kırk franga mukabil masraf sandığına konuldu.
Bu hâlde yalnız bir ümit kalmıştı. O da bundan sonra çalışarak bunların borçlarını karşılama ümidi!
Hazır masraflarına nispetle, geçinmekten aciz kalarak para sandığına yatırdıkları paraları da tükenmiş olan bir familya için bundan sonra… Hani ya şu zatürre vücudu yıprattıktan sonra çalışıp geçinip de borçlar da ödenecek ha? Rehinler de kurtarılacak ha?
***Zatürre geçti ama Jean Depres’te artık güç kuvvet de geçti. Beş buçuk okkalık varyos nerede, Jean Depres nerede! Yaş dahi elli beşe yaklaşmıştı. Hastalığın vukusundan evvel bile o varyos bu yaşın kârı değil idiyse de hiç hastalık görmemiş olan vücut buna alışkın olduğundan yine sallayabiliyordu. Vücutta bu alışkanlığı tekrar peyda için tekrar anadan doğmaktan başka hiçbir çare, hiçbir imkân tasavvur olunamazdı.
Güzelce beslenirse kuvvetini yeniden kazanabileceği her taraftan tavsiye olunması üzerine zavallı Polini borç sandığıyla hesabını görerek yani orada rehin olan eşyasını sattırmaya razı olarak, buradan eline geçen birkaç yüz frankla kocasını beslemeye başladı.
Bu birkaç yüz frank da, birkaç hafta içinde eridi bitti. Sıra yatak gibi sair eşyaya geldi. Onlar dahi bir yandan gidiyorlardı. Koca Polini tek kocasının yediği içtiği dert olmasın, faydası görülsün diye bu felaketin gittikçe artmasına karşı gerçekten kahramanca bir metanetle davranıyor idiyse de nafile! Felaket artık gizlenemeyecek derecelere vardı.
O zamana kadar ikamet eyledikleri daire ki artık bomboş kalmış ve hatta karyolalar üzerindeki kıl şilte bile satılarak saman minderlere dönüşmüştü. O daire dahi bunlara kirasına tahammül olunamayacak bir yük hükmünü aldığından kocasıyla istişaresi sonucu Polini oradan da çıktı. Şu kitapta okuyucularımızın nazarıdikkatlerini davet eylediğimiz mansarda, yani çatı katına taşındılar.
“Taşındılar” mı? Taşınacak neleri kaldı ki? En doğru tabir “Oraya nakli mekân eylediler”dir.
Bu arada Jean Depres’in biraz kuvveti geldi. Yine işe başladı. Fakat günde sekiz frank artık hayal ve hatırdan geçmeyecek nimetlerdendir. O zamanlar Jean Depres iki adam yerini tutuyordu. Şimdi yarım adam kaldı. Ama iki adam yerini tuttuğu zaman fabrikaya asıl iki buçuk adam kadar fayda veriyordu da o sekiz frangı alıyordu. Şimdi yarım adam kaldığı hâlde o kadar da fayda vermediği için günde iki frank dahi hak edemiyor. Hak edemediği hâlde kendisine iki frank verilmesi bir sadaka ve eski hizmetlerine bir mükâfat addolunuyor!
Neyse! Günde iki frank olsun gelmeye başladı ya Polini için bu hâl, pek büyük bir ümide vesile oldu. Bir aralık gayretli kadın eski sanatını iadeye kalkıştı. Evvelki gibi ortaklaşa filan iş görmeye artık imkân kalmadı ya gündelikle olsun bir iş becermeye kalkıştı. Fakat Paris’in kirli çamaşırlarını bir düşünmeli de bir de bunları vapurlu kazanlarla kaynattıkları zaman ne iğrenç koku neşrettiklerini zihnen düşünmeli. Bu kokuya alışmak için insan mutlaka o koku içinde terbiye olmalıdır. Polini gibi on, on iki sene o işten çıkarak burnunu kokusuzluğa ve daha fenası güzel kokuya alıştırmış olan bir kadın tekrar o çirkefhaneye nasıl tahammül edebilsin?
***Hastalıktan sonra biçare Jean’ın karakterine de bir tuhaflık geldi. Bazı kere o kadar deryadil olur, o kadar filozoflaşırdı ki zevcesi kendisini ne kadar sorgularsa sorgulasın asla kızmadı. Hatta kızının ilim irfanı neticesinde düştükleri bu kötü durumla ilgili, gerçekten filozofluğa yakın suretteki düşüncelerle zevcesini teskine ve teselliye gayret ederdi. Ezcümle bir gün yoksulluktan ziyadece sıkıldıkları bir anda demişti ki:
“Karıcığım! Yoksulluk denilen şeyi felaket sanma! Düşün ki Julie bize ne güzel şeyler okuyordu. En büyük şairler fakirlikte sefalar bulmuşlar. Serveti samanı ona feda etmek istidadını göstermişler. İşte bunları Julie’ye tekrar okutarak biz de teselli bulalım.”
Fakat gelecek endişesi aşırı olan Polini’ye böyle sözler tesir mi ederler? Polini dahi cevaben demişti ki:
“O yoldaki edebî eserleri okuyup zevkini sürmek dahi ret olunur saadetlerden değildir ama bir kış gecesi, kuvvetli et suyundan yapılmış bir tabak çorba, mükemmel bir pisi balığı tavası, güzel bir mekânda, bir hindi ile bir de mükemmel meyveden ve bunları en âlâ şaraplarla tertip eyledikten sonra harıl harıl yanan bir ocağın karşısına geçerek, hazım için birkaç da likör içilirken okumalı. Yoksa soframızda, katığımız kara zeytine kadar indiği bir zamanda edebî eserler okumak, karın mı doyurur? Hoşa mı gider?”
Bazı kere dahi Jean’ın tabiatı gayet sertleşiyordu. Zerre kadar bir mukabele görecek olsa yalnız karısına değil kızına bile el kaldırırdı. İşte o zaman gerek Polini, gerek Julie zavallı adamcağıza acıyarak hiç seslerini çıkarmayıp onun o hâli kendi kendisine geçinceye kadar gözüne bile görünmek istemezlerdi.
İşte bu kısmın öncesinde bahsettiğimiz gibi, kendisinden evvel sesi odaya girerek:
“Susar mısınız, yoksa susturayım mı?” diyen Jean, böyle bir Jean olup şu sözünden anlaşıldığı üzere o gün, o saati dahi hiçbir mülahazaya, hiçbir serzenişe zerre kadar tahammülü kalmayan zamanlardandı. Bunu zaten Polini dahi anlamamış olabilir mi ki o akşam için civardaki ekmekçi karıyı nasıl kandırıp da iki ekmek alabilmiş olduğuna Polini dahi şaşıyordu.
2
Serseriyane Cevelan 4
Çatı katında baba, valide ve kız arasında şu muhaverenin vukuya geldiği zaman mevsim kıştı. Amma nasıl kış! Paris belediyesinin fukaraya odun ve kömür teminine mecbur oldukları en katı kışlardan! Bizim çatı katında kuru ekmek üzerine ilave olunacak katık bulunmadığı gibi ocağa, sobaya, mangala konulabilecek kömüre, oduna benzer bir şey de yoktu.
İşte sadece âdet yerini bulsun diye familya halkı sofraya da oturdular. Civardaki ekmekçi karıdan gelmiş olan iki ekmeği kesip bir bardak suya batıra batıra yemeye başladılar. Bundan ibaret bulunan akşam yemeği zaten titremekte bulunan biçareleri bir kat daha üşüttü. Soğuğa en ziyade tahammülü olan Polini’ydi. Zavallı Julie soğuktan mosmor morardığı gibi, Jean dahi evvelki kuvveti kalmamış olduğundan soğuğun tesirini biraz daha ziyadece duymaktaydı.
Isınabilmek için oda içinde biraz gezindikten sonra ısınamayacağını anladı. Karyolanın altında bir sandık vardı. Onu alıp evvela kapağını sökerek ve ocağın önündeki taşa çarpıp paralayarak bunlarla, mumdan yaktığı bir gazete kâğıdıyla ocakta bir ateş yaktı.
Bu ameliyatın öncesinde Polini dışarıdaydı. İçeriye gelip de sandığın kırıldığını görünce buz gibi dondu kaldı. Kocasına lakırtı söylenebilecek zamanlardan değil ki itirazını serdedebilsin. Hem artık itiraza da mahal kaldı mı ki? Sandığın kapağı kırılmış ocakta yanıyor. Kalanını kurtarmakta da bir fayda görmüyordu.
Kadıncağızın gösterdiği şaşkınlığın ne demek olduğunu Jean Depres pekâlâ anlamıştı. Hatta karısına biraz da merhamet etmişti. Karısına hiç izahat vermeye mecbur olmazdı ama merhamet eylediğinden dedi ki:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Kadın terbiyesi.
2
Fakirin evi dervişin evi gibidir ve onun evinde sergi olarak eski hasırdan başka bir şey de bulunmaz. (Hasır: kalın sazdan ya da kamıştan yapılan kilim).
3
Ahmet Mithat: Maltız, bizde sacdan mamul bir nevi mangala derler ki üzerine tencere vesaire konulur.
4
Başıboş gezip tozmak.
Вы ознакомились с фрагментом книги.
Для бесплатного чтения открыта только часть текста.
Приобретайте полный текст книги у нашего партнера:
Полная версия книги
Всего 10 форматов