Читать книгу Osmanoğulları (Ahmet Cevdet Paşa) онлайн бесплатно на Bookz (3-ая страница книги)
bannerbanner
Osmanoğulları
Osmanoğulları
Оценить:
Osmanoğulları

5

Полная версия:

Osmanoğulları

Kendisi adamları ile beraber yedi yüz bir yılında, göz dikmiş olduğu Bursa ile İznik arasında bulunan Yenişehir’e geldi. Burayı başkent yapmaya uygun bir duruma getirmek üzere camiler, mektepler, hamamlar ve kışlalar gibi hayrat ve hükûmet binalarının imarına başladı. Her taraftan kendisine sığınan Türkmenleri yerleştirdi. Elindeki memleketleri bayındır hâle getirerek devletine çekidüzen vermek için çok çaba harcadı. Nüfusları çoğaldı. Tebaasına Osmanlı denmeye başlandı.

Sultan Osman Şah’ın bu şekilde işi gücü artmış oldu. Bir süre sefer işinden uzak kalmak için çevresindeki tekfurlar ile hoş geçinmeyi uygun gördü. Fakat Türkmenler, göçebe olarak memleketten memlekete göçmekteyken Osmanlılar’ın böyle temelli olarak yerleşmeleri tekfurlara endişe ve korku kaynağı oldu. Kete tekfurunun çalışması ve hatırlatması üzerine hepsinin başı olan Bursa tekfuru, civarındaki tekfurları çağırarak, “Türkler, bizim eski düşmanımızdır. Burada yerleşip kaldılar. El birliğiyle birleşerek bu yabancıları memleketlerimizden sürüp çıkaralım.” dediler. Bunun üzerine uzun konuşmalardan sonra büyük hazırlıklara başladılar.

Yedi yüz yedi yılında çok sayıda askerle ansızın Osmanlı toprağına saldırdılar. Osman Şah Gazi durumu öğrenince askerlerini topladı. Onları Koyunhisar civarında karşıladı. Kanlı bir savaşa başladı. Kardeşinin oğlu Gündoğdu Bey şehit olunca çok üzüldü. Fakat diğer tarafta da Kestel tekfuru ölünce tekfurların birleşik ordusu bozuldu. Bursa tekfuru kaçtı ve Bursa Kalesi’ne kapandı. Kete tekfuru da savuşup Ulubad tekfuruna sığındı. Gazi Hazretleri, Kete tekfurunu ısrarla istedi. Ulubad tekfuru da Osman Şah’ın ve kendisinden sonrakilerin Ulubad Köprüsü’nden geçmemeleri şartıyla Kete tekfurunu teslim edince gaziler onu Kete Kalesi önünde öldürdüler. Kete halkı da kalelerini teslim etmek zorunda kaldılar.

Osmanoğulları, verdikleri söze bağlı kaldı. Osmanlı sultanlarından hiçbirisi Ulubad Köprüsü’nden geçmedi. Gerektiğinde kayıkla geçmişlerdir.

Şehit olan Gündoğdu Bey, Koyunhisar yakınında gömülmüş ve kabri meşhur bir ziyaret yeri olmuştur. Mezarındaki toprağın sıtmaya ilaç olduğu meşhurdur.

Tekfurlar geçtiği gibi bozguna uğradığı zaman onların peşini bırakmamakla görevli olan Kara Ali Alp, karşı duranları vurup memleketlerini almış ve kalelerini ele geçirerek birçok bayındır kasabayı, hatta Mudanya önünde bulunan Kalolimni Adası’nı da fethetmiştir. Bu adaya Emir Ali İmralı Adası denir. İşte o sırada Marmara nahiyesi ve Kestel Kalesi de fethedilmiştir.

Konstantiniye kayseri, Osmanlılar’ın günden güne kuvvetlenmesi ve ülkelerini genişletmelerinden korku ve endişe duyuyordu. Bu zor işe bir çare bulmak üzere kendi kızını birçok hediyeyle Asya kıtasının padişahı olan Gazan Han’a sunmuştu.

Sonra Gazan Han vefat ettiyse de kardeşi ve yerine geçen Huda-bende Mehmed Han da kayserin kızına rağbet etti. Onun hatırı için Türkmen beylerine, “Kayser Devleti, Moğol hanları ile anlaşma yaptı. Onun memleketlerine kimse el uzatmasın.” diye de yedi yüz sekiz yılı içinde büyüklük taslayıcı fermanlar gönderdi. Hudabende’nin bu kibirli tavrı, Kayı Han tahtına henüz oturmuş olan Osman Şah Gazi’ye ağır geldi. Buna rağmen hemen askerini topladı. İznik’e ve oradan İstanbul Boğazı’nda bulunan İstavroz köyüne kadar bütün Rum memleketlerini çiğnedi. Koçhisar’ı ve Lefke’yi ele geçirip her tarafa dehşet verdi. Akhisar ve Geyve tekfurları ona boyun eğdiler. O sırada Osman Şah’ın kalben dostu olan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal de İslam’a girdi. Osmanlılar’ın meşhur komutanları arasında yer aldı. Onun çocukları ve torunları uzun zaman Osmanlı Devleti’ne akıncı askeri ve başbuğ olarak hizmet etmişlerdir.

Kaysere yardım edilmesi için o bölgede bulunan Moğollara, İlhan Hudabende tarafından emirler gönderilmiş olduğundan Moğollar, Karahisar-ı Sahib nahiyesinde bulunan Çavdar Tatarları reisinin yanında toplanmaya başladılar. Osman Şah aleyhinde bulunan Kütahya Hükümdarı Germiyanoğlu’nun Türkmenlerinden bir miktarı da Tatarlara katıldılar. Yedi yüz on iki yılı içinde kalabalık bir ordu kurdular.

Sultan Osman Şah Gazi, Tatarların Kütahya hududunda toplandıklarını haber alınca oğlu Orhan Bey’i komutan ve Köse Mihal’i danışman yaparak askerle Eskişehir tarafına göndermişti. Tatarların ise aniden Karacahisar Pazarı’nı basıp etrafını yağmaladıkları, epey mal alarak döndükleri haberi Eskişehir’de bulunan Orhan Bey’e ulaşınca hemen o tarafa seğirtti. Tatarlar, ganimet malları ile epey yüklü olarak turna katarı gibi dizilip giderlerken Oynaş Hisarı önünde Orhan Bey onlara çattı. Şahin gibi çarpıp topluluklarını dağıttı. Çok sayıda Tatar’ı, başbuğları olan Çavdar aşireti reisi ile beraber tuttu. Hepsini bağlı olarak Yenişehir’e getirdi. Babasından çok aferinler aldı. Tatarların adı büyük olduğundan bu zaferle Orhan Bey, her tarafta şöhret kazandı. Osman Şah Gazi de Orhan’ın kendisine hayırlı bir halef olacağını görüp çok memnun oldu. Sonra bu esirleri ant içirerek salıverdi. Ondan sonra Çavdar Tatarları, Osmanlı Devleti’ne boyun eğer olmuşlardır.

Daha sonra Osman Şah, Orhan Bey’in emrine Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal Bey’i vererek Sakarya Nehri vadisine gönderdi. Kendisi de İznik üzerine yürüdü. İznik, o zaman pek büyük ve bayındır bir şehir idi. Hatta Haçlılar İstanbul’a girince kayser kaçarak İznik’i merkez yapmıştı. Kalesi sağlam, etrafı sazlık ve bataklık olduğundan o vakte göre alınması güç idi. Bundan dolayı Osman Şah, İznik’in Yenişehir tarafında bulunan dağ üzerinde bir kale yaptı. Dardağan adlı yiğidi, yanında bir miktar muhafızla bırakıp Yenişehir’e döndü.

O zaman Orhan Bey, Sakarya Vadisi’nde fetihlerle uğraşıyordu. Silah arkadaşlarıyla birlikte Sakarya Nehri kenarında olan Karaciş Hisarı’na varınca askeri üç kısma ayırdı. Bir kısmını hisar arkasında ve diğer bir kısmını ormanlık içinde gizledi. Geri kalan askerle kaleyi sarıp birkaç gün sonra döndü. Kaçar gibi yaptı. Kuşatılanlar ona aldanıp, “Türkler kaçıyor.” diyerek arkalarından gittiklerinde pusu hizasına geldikleri zaman gizlenmiş bulunan asker çıkıp üzerlerine atıldıkları sırada Orhan Bey atın başını çevirip hücum edince Rumlar hisara doğru kaçmışlarsa da gaziler her yandan kılıç üşürmüş ve çoğunu kılıçtan geçirmişlerdi.

Bu zaferin sonunda kale fetholunup muhafazasına Konur Alp tayin edildi. Akyazı tarafının alınması ona bırakılmış, Akça Koca da etrafa akın etmek üzere Ayan Suyu üzerinde, Beş Köprü denilen yerde alıkonulmuştu. Sonra Orhan Bey, Karatekin Hisarı’nı hücum ile alıp muhafazasına Samsa Çavuş’u getirdi. Kendisi ganimet malları ile Yenişehir’e döndü. Babası ile buluştu.

Konur Alp, arka arkaya Akyazı’ya sefer düzenleyip şiddetle savaşarak Tuz Pazarı’nı almıştır. Akça Koca da İzmit bölgesini ele geçirmiştir. Hâlâ o yerlere Kocaeli denilir. Kara Tekin ise İznik’e yakın olduğu için Samsa Çavuş ara sıra İznik’in etrafını yakıp yıkmakta idi. İznik halkı, bu durumdan bunaldı. İstanbul kayserine şikâyette bulundular. İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilen askerin karaya çıktığı, Abdurrahman Gazi’nin kulağına gidince aniden onlara bir baskın düzenledi. Onları kılıçtan geçirdi. Kayıkları battı, kayıkçıların çoğu öldü. İçlerinden pek azı canlarını kurtarabildi. İznik şehrinin şöhreti ve konumunun öneminden dolayı alınması arzu edildiği gibi, o bölgenin başşehri olan Bursa’nın fethi ise konumu bakımından daha önemli görülmekteydi.

Sultan Osman Gazi, yedi yüz on yedi yılında ordusu ile o tarafa hareket etti. Atranus Hisarı’nı aldıktan sonra Bursa’yı kuşattı. Fakat yürüyüş ile alınacak olduğu takdirde çok adam kırdırmak gerekecekti. Bu ise sultanlığının tuttuğu yola aykırı idi. Kaplıca ve dağ taraflarında birer kale yaptı. Birer miktar askerle birincisine kardeşinin oğlu Aktimur’u, ikincisine Balabancık adlı yiğidi görevlendirdi. İkisine de “Halkın kalbini kazanmaya çalışın.” diye uyarıda bulunarak döndü. Onlar da öylece hareket ettiler. Halk da isteyerek bu kalelerdeki askere yiyecek ulaştırıyordu. Böylece epey zaman uzayan kuşatma günlerinde İslam askeri asla sıkıntı çekmedi.

Bu sırada İlhan Ebu Said Bahadır bazı iç gaileler ile uğraştığından, Sultan Osman Gazi, Tatarların saldırılarından güven içinde olarak beri tarafta istediği gibi memleketlerini genişletiyor, güç ve kuvvetini arttırıyordu. Nitekim Bursa ve İznik muhasara altına alınıp zorlanıyordu. Karadeniz’e doğru Bolu, Kandıra, Akyazı ve Konurya bölgeleri ile Sakarya Nehri’nin iki yakası alınmıştı. Fethedilen yerler, tımarlara taksim edilerek gazilere dağıtılmıştır.

Bursa’nın Fethi, Sultan Osman’ın Vefatı ve Orhan Gazi’nin Tahta Çıkması

Bursa ahalisi yedi yıl süren kuşatmadan hayli sıkılmış olduğu için artık fetih zamanı gelmişse de Sultan Osman Şah Gazi, yetmiş yaşında olup yakalandığı hastalıklardan yorgun düşmüştü. Oğlu Gazi Orhan Bey’i yedi yüz yirmi beş yılında orduya komutan yapıp Bursa tarafına göndermişti. Orhan Bey, önce Evrenos Kalesi’ni ele geçirdi. Harap ettikten sonra Bursa üzerine yürüdü.

Yedi yüz yirmi altı yılında dağ tarafından Bursa üzerine inip Pınarbaşı denen yerde ordusunu kurdu. Bursa tekfuruna öğüt vermek üzere Köse Mihal Bey’i gönderdi. Halk ise pek sıkılmıştı. Tekfuru barış yapmaya zorladılar. Yapılan anlaşma gereğince Orhan Gazi, kırk bin altın fidye alarak ahaliye aman verdi. Bursa Kalesi’ni teslim aldı. Tekfurunu Gemlik kıyısına gönderdi. Tekfur, oradan deniz yoluyla İstanbul’a gitmiştir.

Bursa’nın Fethi’nden dört ay önce Şeyh Edebali, yüz yirmi yaşında vefat etmiştir. Onun vefatından bir ay sonra da kızı ve Sultan Osman Şah’ın hanımı, Alâaddin Paşa ile Orhan Bey’in annesi olan Mal Hatun vefat edince Orhan Bey büyükbabasının ve arkasından anasının ölmesinden dolayı üzgün iken Allah’ın lütfu ile Bursa’yı almayı başardı. Fakat bu zaferin sevincini yaşayamadı. O sırada babası Sultan Osman Şah Gazi de vefat ettiğinden, Orhan Gazi çok üzgün olarak yedi yüz yirmi altı yılı ramazan ayının on birinci günü Osmanlı’nın bahtı yüce tahtına oturdu. Babasının cenazesini Bursa şehrindeki manastırın kubbesi altına gömdü. Bursa’yı kendisine başkent yaptı.

Cennetmekân Sultan Osman’ın Savcı Bey adında başka bir oğlu daha vardı. Gazaların birinde şehit düşmüştür. Fakat Alâaddin Paşa; akıllı, bilgili, tarikat mensubu, arif ve edip bir kişiydi. Orhan Bey, cihat ve gaza ile uğraştığı sırada o da Şeyh Edebali’nin hizmetinde bulunarak büyük cihat ile meşgul olurdu. Yalnızlığı sever fakat şeyhler ve âlimlerle oturup kalkardı. “Mûtû kable en temûtû.”1 sözünün sırrına mazhar olmuş melek sıfatlı biriydi. Bu bakımdan başında saltanat sevdası esmiyordu. Olsa bile her devletin kuruluşunda hükümdarının kılıç sahibi olması, durumun tabii bir gereğiydi. Babalarının sağlığında başkomutanı olan, cihat ve gaza işlerinde onun sırrına ermiş bulunan Orhan Bey’in tahta çıkması normaldi. Alâaddin Paşa da bu gibi hikmetleri iyi bilenlerdendi. Bundan dolayı küçük kardeşinin öne geçirilmesinden dolayı gücenmek şöyle dursun, devlet işlerini görme külfetinden kurtulmuş olmasından ötürü memnun oluyordu. Bununla beraber ilk oğul olduğu için Orhan Bey tahtı ona teklif etmişse de o buna yanaşmadı.

Şeyh Edebali, çok servet sahibi idi. Sultan Osman Şah’ın ise vefatında hiç parası çıkmadı. Ondan geri kalanlar cihat için gereken silahlar, birkaç at, bir iki takım elbise ve bir sürü koyundan ibaret idi. Sultan Orhan Gazi, bu kalan şeylerden Alâaddin Paşa’ya kardeş payını çıkarıp verecek oldu. Alâaddin Paşa, “Sen cihat ve gaza ile meşgulsün, onlar sana lazımdır. Bana malın ne lüzumu var?” diyerek mirastan kalanı da kabul etmedi. “Nişancı Tarihi”nde der ki “Hâlâ Bursa bölgesindeki otlaklarda gezen beylik koyunlar o koyunların soyundandır.”

Alâaddin Paşa, dünyadan el etek çekmiş; mevki, makam davasından kesinkes geçmişti. Sultan Osman’ın kurduğu Osmanlı Devleti ise öteki Türkmen beylerinin kurdukları hükûmetler gibi aşiret beyliği tarzında değildi. Esaslı, büyük bir saltanat şeklini almış olduğundan Sultan Orhan, kendisi gaza ve cihat ile uğraşacağı sırada devletinin muhtaç olduğu gerekli düzenlemeyi her yönüyle düşünerek yerine getirecek bir vezire muhtaç olduğu için Alâaddin Paşa’nın vezirliği kabul etmesini rica etti. Alâaddin bunu da reddetti. Fakat sonra Sultan Orhan’ın ısrar ve zorlamasına dayanamayıp geçici olarak vezirliği kabul etti. Akıllı, arif ve işlerin inceliğini bilen, övülen, büyük bir kişi olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kanunlarını ve nizamını dinî hükümlere ve hikmete uygun bir biçimde ortaya koydu. Sultan Orhan, cihat ve gaza ile uğraştığı gibi o da devlet işlerini düzene sokmuştur.

Devlet, birçok köklü kanuna bağlı bir cemiyet demek olduğundan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında Alâaddin Paşa’nın yaptığı hizmet pek büyüktür. Sultan Orhan, devlet işlerinin görülmesi endişesinden uzak olarak bütün vaktini cihat ve gazaya ayırdı. Az zamanda büyük fetihler yapmaya muvaffak oldu. Bu iki kardeş, el birliği ile işe yapışıp babalarından kalmış olan Osmanlı Devleti’ni çok iyi ve düzgün bir şekilde büyük bir saltanat derecesine yükseltmişlerdir.

Sultan Osman’ın Emirleri ve Âlimleri

Sultan Osman Gazi’nin beyleri; evlat ve akrabaları ile babasından kalan yiğitler idi. Asrının en âlimi ve en büyük şeyhi, kayınpederi olan Şeyh Edebali idi. Sultan Osman’dan evvel vefat edince akraba ve talebelerinden Dursun Fakih ders işinde onun yerine geçmiştir. Dursun Fakih, meşhur âlimlerden biriydi. Osman Gazi’nin savaşlarında gazilere namaz kıldırırdı. Osman Şah Gazi adına Karacahisar’da ilk cuma hutbesini ve sonra Eskişehir’de ilk bayram hutbesini okuyan işte bu Dursun Fakih’tir. Osmanlı Devleti’nde ilk hatip ve kadı olan odur.

Alâaddin Esved adlı fadıl da o asrın büyük âlimlerinden idi. Halk arasında Kara Hoca diye bilinirdi. Usulden “Muğni”yi ve fıkıhtan “Vikâye”yi şerh etmiştir. İran’a gidip oranın bilginlerinden ders almış ve öğrenimini tamamladıktan sonra Anadolu’ya dönmüştür.

Yine o asrın âlimlerinden biri de Hattab İbni Ebu’l-Kasım El-Karahisarî idi. Şam’da ilim öğrendikten sonra vatanı olan Anadolu’ya dönmüştü. Ömer Nesefi’nin “Hilafiyat”a dair manzumesi üzerine yazdığı şerhi yedi yüz on yedi yılında tamamlamıştı.

Şeyh Edebali’nin akrabasından Bilecik Kadısı Mevlana Çandarlı Kara Halil de o asrın büyük ulemasından olup, çok akıllı ve devlet işlerini görmeye gücü yeten, değeri yüce bir zat idi.

O asrın şeyhlerinden ve ermişlerinden, Konya tarafında Muhlis Baba diye biri vardı. Onun oğlu Âşık Paşa da keşfi açık bir adamdı. Türkçe tasavvuf yolunda bazı eserleri vardır. “Âşık Paşa Divanı” diye bilinir. Onun oğlu Ulvan Çelebi de hâl ehli ve cerbezeli biri idi.

Yine o asrın meşhur şeyhlerinden biri de Ahi Hasan diye bilinen Şeyh Hasan idi. Ahi Evren, Geyikli Baba, Kumral Abdal ve Tuğlu Baba gibi meczup şeklinde olup ermiş sanılan bazı kimseler de vardı.

Hâl Tercümesi

Cennetmekân Sultan Osman Şah Gazi Hazretleri, kara yağız, orta boylu ve değirmi yüzlüydü. Göğüs ve omuzlarının arası genişti, ayakta durduğu zaman elleri dizlerinden aşağıya inerdi. Başına kırmızı çuhadan yapılmış, Çağataylılar biçiminde horasani giyerdi. Heybetli, güzel yüzlü, tatlı dilli ve ağırbaşlı bir padişah idi. Cesur Türklerden, eşsiz bir kahramandı. Savaşta herkese hayret verecek ve ibret gösterecek şekilde, fedakârca gayret ve hareket ederdi. Devlet işlerinde bile çok alçak gönüllüydü. Silah arkadaşlarının görüşlerini dinlerdi. Okuryazar değildi. Fakat ulemayı sayardı. Aldığı şehirleri camiler, mektepler, başka hayrat ve devlet binaları ile süslerdi. Adaleti herkesçe bilinirdi. Hükümlerinde hür, bağımsız kadılar tayin ederek İslam’ın ilk zamanlarında olduğu gibi mahkemeleri beylerin müdahalesinden kurtardı. Geçmişteki salih adamlar gibi çok dindardı. Mal toplamaya eğilim göstermezdi; oysa çok cömertti. Fakirlere, dullara ve yetimlere yedirip içirmesi ve bağışı çoktu. İslam milletini düştüğü dağınıklıktan kurtaracak olan Osmanlı Devleti’ni çok kuvvetli temeller üzerine kurup gitti.

Çok alicenaptı. Evlat ve torunlarının fethedecekleri memleketlerin haritasını sanki zihninde çizmişti. Türkçenin kabalığı alınarak, incelik ve hoşluk kazanarak kendisini gösteren şirin Osmanlı lisanının onun zamanında oluşmaya başladığına, şu manzumesi yeterli bir delildir.

Sultan Osman’ın Manzumesi

(1)Gönül kerestesi ileBir yeni şehr-ü pazar yapZulmeyleme rençperlereHer ne istersen var yap.(2)Eski yeni şehri bâriİnegöl’e dek hep vârıKırıp geçirdik küffârıBursa’yı da yık, tekrar yap.(3)Kurt olup gel, gir sürüyeAslan ol, bakma geriyeÇâr olup hay de çeriyeDil geçidini hisar yap.(4)İznik şehrine hor bakmaSakarya suyu gibi akmaİznikmid de al yakmaHer burcunda bir hisar yap.(5)Osman Ertuğrul oğlusunOğuz Karahan neslisinHakk’ın bir kemter kulusunİstanbul’u aç, gülzar yap.

Eski Yenişehir, Pazar, İznikmid, Dügeçidi, İznik, İnegöl; Bursa Eyaleti’ndeki memleketlerdir. Sakarya da o civarda akan bir nehirdir. Osman Gazi’nin düşündüğü gibi Bursa, uzun süre kuşatıldığı için harap olduktan sonra bayındır duruma getirilmiş ve İznikmid, harap olmaksızın aman verilerek alınmıştır. İstanbul da fetihten sonra genişletilmiş ve bayındır hâle getirilerek bir gül bahçesini andırmıştır.

Kısacası beliğ bir şekilde söylenmiş bir manzumedir. Sultan Osman Şah, kılıcıyla birçok memleket aldığı gibi, bu manzume ile de Osmanlıcaya güzel bir çığır açmıştır. Vezni, hece sayısından oluşan parmak hesabıdır. Türkçe şiirlerin tabii veznidir. Ondan sonra Anadolu şairleri nazımda Farsça vezinlere yer vererek Türkçe şiir lehçesini değiştirmişlerdir.

Yeri Gelmişken

Aruz ilmini vücuda getiren İmam Halil bu fenni Arap şiirlerinin ara duraklarının belirtilmesi için ortaya koymuştu. Sonra İran şairleri, onun koymuş olduğu deyimleri alarak Farsça vezinler hakkında bir aruz fenni yaptılar. Fakat gerçekte Arapça aruz ile Farsça aruz başka başka fenlerdir. Arapçada kısa med ve sınırlı kısaltma uygun değildir. Fakat kafiyesi uzatılır ve doldurulur. Farsçada ise her kelimenin sonu uzatılabilir ve doldurulabilir. İki dilin vezinleri ona göre konmuştur. Ama Türkçede asla uzatma yoktur. Elif, he, vav, ancak hareke işareti olmak üzere kullanılır. Söylerken uzatma ve doldurma yapılmaz. Türkçenin özelliği budur. Bundan dolayı Türkçe şiirler, Arapça ve Farsça vezinlere uygulanamaz. Anadolu şairleri ise Osmanlı şiirlerinde Farsça vezinleri kullanarak, kelimelerin sonlarından başka, başlarını bile uzatmaya mecbur oldular.

Başlangıçta Osmanlıcaya en güzel hizmet edenlerden biri, “Mevlid”in müellifi Bursalı Süleyman Efendi’dir. Bu menkıbesi o vakte göre pek güzel ve doğrusu kolay yazılmış gibi görünen fakat kaleme alınması çok zor olan bir manzumedir. Parmak hesabıyla her mısrası on bir heceden oluşur. Farsça aruza uygulanacak olursa fâilatün, fâilatün, fâilat veznine uyar. Fakat bu takdirde vezni ayarlamak için bu çok sayıdaki hecelerin uzatılması gerekir.

Allah adı ola her işin önüHergiz ebter olmaya anın sonun.

Bu beytin Türkçe kaideye göre vezni tamdır. Ama Farsça aruz üzere kesilecek olursa, “Allah” kelimesinin uzatılması kısaltılacaktır. “Adı” kelimesinin başı ve sonu, “işin” ve “anın” kelimelerinin evvelki hecelerinin ve “olmaya” kelimesinin sonunun uzatılması gerekir.

Bu şekilde ise Türkçenin lehçesi bozulur. Anadolu şairleri ise sonraları şiirlerinde hep Arapça ve Farsça kelimeleri kullandığından, Osmanlıca şiirler tamamen Farsça şiirler biçimine dönüşmüştür. Farsça vezinlerin çoğu parmak hesabına uyarsa da bazılarında bir beytin bir mısrasının, diğer mısrasına nazaran hareke sayısı eksik gelir.

Saklarım gonca gibi sinede dağ-ı aşkıAndelibin olamaz nâlesi hemraz bana.

Bu beytin vezni fâilatün, feilatün, feilatün, feilündür. Fakat Farsça kaide üzere feilünde “ayın” harfinin sükûn ve harekesi caizdir. Bu kaide üzere yukarıdaki beyit vezinli sayılır. Ama Türkçe kaide üzere vezinli sayılmaz. Çünkü evvelki mısrada bir hareke eksiktir.

Meşhur Şair Keçecizade İzzet Molla, Anadolu’ya sürüldüğü zaman saz şairleri onun bazı şiirlerine, vezni yok, diye itiraz etmişler. Şairin ise onlara, kendisinin Türkçe vezinli şiirler de yazabileceğini göstermek için şu şarkıyı söylemiş olduğu, güvenilir kişilerden duyulmuştur:

Zülfündedir benim baht-ı siyahımSeni sevdim budur ancak günahım.

Osmanlı şiiri İran tarzına dönüştüğü gibi, eski nesir yazan Osmanlı edipleri de düz yazılarında bile bu biçim üzere seci yolunu tutmuşlardır. Aydın tabakaya mahsus bir dil ortaya çıkarak, artık yazımız konuşmamıza uymaz oldu. Fesahat ise halk arasında kullanılan kelimelerle isteğini anlatmak demek olduğundan, nazmımız gibi nesrimiz de fesahatten uzak, tumturaklı kelimelerden ibaret bir şekil aldı. Epey zaman bu hâl üzere gitti. Nihayet cennetmekân Sultan Abdülmecid Han Hazretleri’nin devrinde, Sultan Osman Gazi’nin açmış olduğu çığıra dönülerek Osmanlıcaya önem verilmiş, Osmanlı edebiyatı parlamıştır. Söylendiği gibi fasih ve beliğ bir şekilde yazılmaya başlanmıştır.

Sultan Orhan’ın Saltanat Devri

Sultan Orhan Gazi Hazretleri, uzun boylu, güzel yüzlü, yüzünün rengi kırmızıya çalan beyaz, göğüs ve omuzları geniş, gösterişli, ağırbaşlı, babası gibi cömert ve cesur, çalışkan, adaletli, iyi huylu, affedici, benzeri az bulunur bir padişahtı. Osmanlı sultanlarının ikincisidir. Hükümdarlar gibi devlete ilk olarak çekidüzen veren odur.

Anlatıldığı üzere babasının vefatında, kırk altı yaşında iken Osmanlı tahtına geçti. Babasının zamanında başkomutan olarak her işi öğrendi. Tahta geçince babasından kalan beyleri Bursa’ya çağırdı ve onların gönlünü aldı. Onları birer tarafa gönderip hudut boylarında görevlendirdi. Akça Koca’yı İzmit’e, Konur Alp’i Gerede’ye, Akbaş Mahmud’u Karadeniz kıyısına, Abdurrahman Gazi’yi Yalova ve Gemlik tarafına gönderdi. Kendisi de uzun süre kuşatılmaktan harap olan Bursa’nın onarılması, süslenmesi ve diğer devlet işlerinin düzenlenmesi için kısa bir süre orada kaldı. Tahta çıktığı yıl bir oğlu dünyaya geldi. Kendisine Murad Bey adı verildi. Babasından sonra Osmanlı tahtına geçen Hüdavendigâr Gazi’dir. Yine o sırada Samandıra’nın alındığı müjdesi geldi.

Sultan Osman Gazi’nin son günlerinde Konur Alp Bolu, Mudurnu, Konurya ve Akyazı taraflarını; Akça Koca Kandıra, Ermeni Pazarı ve Ayan Gölü yöresini aldı. Sonra ikisi birleşip Kocaeli sancağının ortasında bulunan Samandıra Kalesi’nin fetih hazırlığı içindeyken Sultan Orhan Gazi tahta çıkınca, bu sefer o iki gazi, birlikte Samandıra Kalesi’ni kolayca ele geçirdiler. Tekfurunu tutup yüksek paha ile İznikmid tekfuruna sattılar. Bu kale, Akça Koca’nın eyaletine katılmıştır.

Sonra Akça Koca, Konur Alp ve Akbaş Mahmud birleşti. Beykoz’a kadar geldiler. Kayser, bundan dolayı telaşa düştü. Üzerlerine asker gönderdi. Askeri, Beykoz yakınında bozguna uğramıştır.

O bölgede gazilerin fethettikleri kaleler içinde en önemlisi Aydos Kalesi olup yedi yüz yirmi sekiz yılında Abdurrahman Gazi tarafından fetholunmuştur.

Şöyle ki gaziler bu kaleyi kuşattıkları zaman sağlamlığı nedeniyle fethinin epey zaman alacağı zannedilmişti. Kale tekfurunun güzel bir kızı vardı. Rüyasında bir kuyuya düşmüş ve güzel yüzlü bir yiğidin onu kuyudan çıkarıp güzel elbiseler giydirmiş olduğunu görmüştü. Uykudan uyanınca kale burçlarından savaşı seyrederken gözüne Abdurrahman Gazi ilişti. Rüyasında gördüğü şahıs olduğunu anladı. Hemen ona bir mektup yazıp Falan gece bir miktar arkadaşın ile filan yere gelesin. Kalenin fethini sana kolaylaştırayım, demiş. Abdurrahman da hemen Akça Koca ile görüştükten sonra kararlaştırılan gece bir miktar fedai ile o yere varmış. Kale duvarından ip sarkıtılmış olduğunu görmüşler.

Abdurrahman ipe yapışıp yukarı çıkarak kızla görüştükten sonra arkadaşlarını da iple yukarı alıp hemen arkadaşları ile birlikte kapıcıları öldürmüşler. Kale kapısını açınca Akça Koca da askeri sevk etmiş ve kaleyi ele geçirmişler. Bu kız, bazı ganimetlerle beraber sultanın huzuruna çıkarıldığı zaman Sultan Orhan onu Abdurrahman Gazi ile evlendirdi. Aydos Kalesi’ni ona has olarak verdi. Abdurrahman Gazi’nin bu kızdan Kara Abdurrahman adlı oğlu dünyaya gelmiştir. Yiğitlikle şöhret kazanmıştır. Rumlar, “Kara Abdurrahman geliyor!” diye çocuklarını onun adıyla korkuturlardı.

Kayser-i Konstantiniye, Osmanlılar’ın zaferlerine bakarak Konstantiniye’yi tehlikede görüyordu. Osmanlılar’ın bu yükselişlerini engellemek için asker topladı. Büyük bir ordu ile kendisi başta olarak ileri hareket etmişti. Maltepe civarında Sultan Orhan ile yapılan savaşta askeri bozguna uğradı. Kendisi de yaralandı. Artık gerek İzmit’e gerekse İznik’e karadan yardım etmeyi başaramayacaktır.

İzmit’in Fethi

Akça Koca ile Konur Alp, İzmit’in etrafını fethederek Beykoz’a kadar ilerlemişlerken o bölgenin merkezi olan İzmit’i alamamışlardı. Kalesi çok sağlamdı ve kadın olan tekfuru Balakonya adında bir prenses idi. İzmit hükûmeti ona babasından kalmıştı. Konstantiniye kayserinin akrabası olduğu için kayser tarafından kendisine asker ve silahla yardım edilmekteydi. Kardeşi Kalayon da Koyunhisar tekfuru idi. Ara sıra kalesinin civarında ve Osmanlılar’ın elinde bulunan köylere saldırmaktaydı.

bannerbanner