Читать книгу Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5 (Артур Конан Дойл) онлайн бесплатно на Bookz (6-ая страница книги)
bannerbanner
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5
Оценить:
Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5

3

Полная версия:

Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5

“O zaman size tüm kalbimle yardım edeceğim. Mahallenizde dolaşan yabancılar olduğu hakkında herhangi bir şey duydunuz mu?”

“Hayır.”

“Sanıyorum çok sessiz sakin bir yerde yaşıyorsunuz. Yeni birinin ortaya çıkması hemen dedikoduya sebep olurdu, değil mi?”

“Evin hemen civarında görülse evet. Ancak bizim evden pek uzakta olmayan birkaç tane kaplıcamız vardır. Ayrıca çiftçilerimiz evlerine pansiyonerler alıyorlar.”

“Belli ki bu şekillerin bir anlamı var. Eğer bunlar rastgele seçilmiş resimler ise o zaman bu meseleyi çözmemiz imkânsızlaşır. Ancak diğer taraftan, bu şekiller belli bir sisteme oturtulmuş ise şüphesiz her şeyi en yakın zamanda öğreniriz. Ne var ki elimizdeki bu örnek yeteri kadar uzun olmadığı için şimdilik bir şey yapamam. Üstelik anlattığınız şeyler o kadar belirsiz ki bir araştırmanın başlatılması için gerekli temeli sağlamaya yetmiyor. Benim size önerim, Norfolk’a geri dönmeniz ve etrafı iyice gözetleyerek dans eden adamlar hakkında yeni bir şey ortaya çıkarsa mutlaka bir kopyasını almanızdır. Pencere kenarındaki tebeşir ile çizilmiş olanların bir kopyasının elimizde bulunmaması çok yazık. Mahallenizde yabancıların dolaşıp dolaşmadığı konusunda da gizli bir araştırma yapın. Yeni deliller elde ettiğinizde bana tekrar gelin. Size şimdilik verebileceğim en iyi tavsiye budur Bay Hilton Cubitt. Eğer yeni gelişmeler olursa acilen yanınıza gelip sizi Norfolk’taki evinizde ziyaret etmeye hazır olacağım.”

Bu görüşmeden sonra Sherlock Holmes derin düşüncelere daldı. Sonraki günlerde cep defterinden o kâğıt parçasını çıkarıp incelediğine birkaç defa şahit oldum. Üzerine çizilmiş ilginç figürlere uzun uzun, büyük bir ciddiyetle bakıyordu. Bu konuda pek konuşmuyordu. Ancak yaklaşık iki hafta sonra bir öğlen vakti bana laf atmıştı. Tam evden çıkacakken beni geri çağırıp:

“Kalsan iyi olur Watson.” dedi.

“Neden?”

“Çünkü bu sabah Bay Hilton Cubitt’ten bir telgraf aldım; onu hatırlıyorsun değil mi? Hani şu dans eden figürler için gelmişti bize. Saat biri yirmi geçe Liverpool Caddesi’nde olacakmış. Her an buraya gelebilir. Gönderdiği telgrafa bakılırsa önemli gelişmeler meydana gelmiş olmalı.”

Çok uzun süre beklememize gerek kalmamıştı; çünkü atlı arabayla gelinebilecek en kısa sürede gelmişti Bay Cubitt. Endişeli ve bitkin görünüyordu. Alnındaki kırışıklar, gözlerindeki yorgunluğu daha da belirgin bir hâle sokmuştu sanki.

“Bu iş benim sinirlerime dokunmaya başladı Bay Holmes…” dedi hayattan bıkmış bir hâlde koltuğa otururken, “Size kötülük yapmak isteyen, görünmeyen insanların etrafınızda dolaştığını bilmeniz yetmiyormuş gibi bir de eşinizi günbegün daha kötü bir hâle soktuklarını görmeniz… İşte o zaman tüm bunlar tahammül edilemez bir hâl alıyor… Eşim bu olanların altında ezilip tükeniyor, gözlerimin önünde eriyip gittiğini görüyorum.”

“Size hâlâ bu konudan söz etmedi mi?”

“Hayır, Bay Holmes, hiç konuşmadı. Bazen zavallı kadıncağızın konuşmak istediği anlar oluyor ama bir türlü konuya girme cesaretini kendinde bulamadı. Ona yardım etmeye çalıştım ama doğrusunu söylemek gerekirse pek beceremedim ve onu korkuttum. Benim atalarımdan, kasabamızdaki itibarımızdan ve tertemiz şerefimizden bahsetti ve tam konuya girecek diye seviniyorken korkup başka şeylerden bahsetmeye başladı.”

“Ama siz bir şey buldunuz, öyle değil mi?”

“Hem de birçok şey buldum Bay Holmes. Size incelemeniz için birkaç tane daha dans eden adam resimleri getirdim. Ayrıca daha da önemlisi, bunu yapan adamı gördüm.”

“Ne? Bunları çizen adamı mı gördünüz?”

“Evet, onu iş başında yakaladım. Ama size her şeyi sırasıyla anlatacağım. Size olan ziyaretimden sonra eve döndüğümde ertesi sabah ilk gördüğüm şey, yeni çizilmiş dans eden adam resimleri oldu. Barakanın siyah ahşap kapısına tebeşir ile çizilmişti. Ön taraftaki pencerelerden baktığınız zaman tam gözünüzün önünde, bahçenin hemen yanında duruyor. Aynen kopyalayıp size getirdim. Buyurun.”

Kâğıdı açarak masanın üzerine bıraktı. Şekillerin kopyası şuna benziyordu:



“Mükemmel!” dedi Holmes, “Mükemmel! Lütfen devam edin.”

“Kopyasını alır almaz oradaki resimleri sildim; ama iki gün sonra aynı yerde yeni bir resim daha gördüm. Bu da onun kopyası:”



Holmes ellerini ovuşturarak memnuniyetten kıkırdıyordu.

“Malzememiz hızla birikiyor…” dedi.

“Üç gün sonra kâğıda çizilmiş bir başka dans eden adamlar resmi buldum; güneş saatinin üstündeki bir taşın altına sıkıştırılmıştı. Gördüğünüz gibi karakterler bir öncekiyle aynı. Bunun üzerine pusuya yatmaya karar verdim ve tabancamı çıkararak çimleri ve bahçeyi çok rahat görebileceğim çalışma odamda beklemeye başladım. Her taraf karanlıktı, sadece ay ışığı vardı. Saat gecenin ikisi gibi pencerede oturuyorken arkamdan gelen ayak sesleri duydum; dönüp baktığımda eşimi geceliği içinde karşımda dikiliyorken buldum. Yatağa gelmem için yalvardı. Ona açıkça bu oyunları kimin oynadığını görmek istediğimi söyledim. O da bunların, saçma sapan bir şaka olduğunu ve dikkate almamamı söyledi.

‘Eğer gerçekten bunlardan çok rahatsız olduysan Hilton, kurtulmak için bir seyahate çıkabiliriz; sadece sen ve ben.’ ‘Nasıl yani? Biri saçma sapan şakalar yapıyor diye kendi evimden mi uzaklaşacağım?’ dedim, ‘Bunu duysa herhâlde bütün âlem bize kahkahalarla güler…’

‘O zaman yatağa gel.’ dedi eşim, ‘Bunu sabah konuşuruz.’

O konuşurken, ay ışığında, renginin daha da attığını fark ettim. Omzumu sımsıkı kavramıştı. Barakanın gölgesinde bir şey hareket ediyordu. Karanlıkta sürünen bir figür gördüm, köşeden dolanarak barakanın kapısına geldiğinde çömeliverdi. Hemen tabancamı aldım ve tam yerimden çıkacakken eşim tüm gücüyle kollarını bedenime dolayarak beni sıkıca tuttu. Onu üzerimden atmaya çalıştım ama umutsuzca bana yapışmıştı. En nihayet ondan kurtulabildim; ama kapıyı açıp barakaya ulaştığımda o yaratık çoktan gitmişti; ancak bir iz bırakmıştı. Kapının üzerinde, daha önce iki defa çizdiği aynı tarzdaki tuhaf, dans eden adamların figürleri duruyordu. Sizin için kâğıda kopyaladım bunları. Her yeri inceden inceye aramama rağmen adama ait başka hiçbir iz yoktu. Üstelik işin ilginç yanı, bütün o süre boyunca orada bir yerlere saklanmış olmalıydı; çünkü ertesi sabah kapıyı tekrar incelediğimde daha önce çizmiş olduklarının altına bir sıra daha karalamıştı.”

“En son çizilen yanınızda mı?”

“Evet, çok kısa ama yine de kopyaladım. İşte buyurun.”

Yeni bir kâğıt ortaya çıkardı. Bu seferki figürler şu şekildeydi:



“Söyler misiniz?” dedi Holmes; gözlerinden ne kadar heyecanlı olduğunu anlayabiliyordum, “Bu resim, sadece ilk resme yapılan bir ilave miydi yoksa tamamen ondan ayrıymış gibi mi görünüyordu?”

“Kapının diğer tarafındaydı.”

“Mükemmel! İşte bu en önemli ayrıntıydı! Yeni ümitlerle doluyorum. Şimdi, Bay Hilton Cubitt, lütfen ilginç hikâyenize devam edin.”

“Söylenecek pek bir şey kalmadı Bay Holmes, sadece o gece beni engelleyen eşime çok kızgınım, yoksa kötü niyetle gizlenen o serseriyi mutlaka yakalardım. Eşim bana zarar geleceğinden korktuğunu söyledi. Aslında bir ara, asıl o adama bir zarar gelmesinden korktuğunu düşündüm; çünkü şüphesiz onun kim olduğunu ve o tuhaf şekillerin ne anlama geldiğini biliyordu. Ancak Bay Holmes, eşimin ses tonu ve gözlerindeki bakış böyle düşünmeme engel oldu. İşte o zaman sadece benim can güvenliğimin onun için önemli olduğunu anladım. İşte bütün hikâye bu kadar ve bundan sonra ne yapmam gerektiği konusunda tavsiyelerinize ihtiyacım var. Bana kalsa çiftliğimde çalışanların yarım düzinesini çalılıkların arasına yerleştireceğim ve bu adam tekrar geldiğinde ona öyle bir dayak attıracağım ki bizi bir daha asla rahatsız etmeye cesaret etmeyecek.”

“Maalesef böyle basit çözümler üretmek için fazla derin bir konu.” dedi Holmes, “Londra’da ne kadar kalabilirsiniz?”

“Bugün geri dönmeliyim. Hiçbir şey için eşimi bütün gece yalnız bırakamam. Çok korkuyor, bu yüzden hemen geri dönmem için bana yalvardı.”

“Çok haklısınız. Burada kalabilseydiniz bir iki gün sonra sizinle geri dönebilirdim. Bu arada o kâğıtları bana bırakın, ben de en kısa sürede yanınıza gelip bu davayı aydınlatacağımı düşünüyorum.”

Ziyaretçimiz gidene kadar Sherlock Holmes sakin ve profesyonel tavırlarını korumuştu; ama ben onu çok iyi tanıdığımdan son derece heyecanlı olduğunu görebiliyordum. Zaten Hilton Cubitt iri yarı gövdesiyle kapıdan uzaklaşır uzaklaşmaz arkadaşım masaya koştu, dans eden adam figürlerinin bulunduğu bütün kâğıt parçalarını önüne yaydı; ardından karmaşık ve ayrıntılı bir hesaba girişti.

İki saat boyunca peş peşe, sayfaların üzerlerini sayılarla ve harflerle doldurdu. Görevine kendini o kadar kaptırmıştı ki benim varlığımı bile unutmuştu. İlerleme kaydettikçe ıslık çalıp şarkılar söyledi; tıkanıp kaldığında ise uzun bir süre kaşlarını çatıp boş boş baktı. En sonunda bir memnuniyet çığlığı atarak sandalyesinden fırladı ve ellerini ovuşturarak odada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Sonra çok uzun bir telgraf yazmaya başladı. “Umduğum gibi bir cevap alırsam koleksiyonuna katacağın çok güzel bir dava olacak Watson.” dedi, “Yarın Norfolk’a gidebiliriz. Arkadaşımıza, sıkıntısının kaynağı hakkında kati haberler verebileceğimizi umuyorum.”

Merakla dolduğumu itiraf etmeliyim. Ama Holmes’un, açıklamalarını kendi istediği zamanda ve tarzda yaptığını çok iyi bildiğimden beni sırdaşı olarak kabul edene kadar beklemek zorundaydım.

Ancak telgrafın cevabı hemen gelmedi ve iki gün süren sabırsız bir bekleyiş başladı. Holmes zilin her çalışında kulak kabartıyordu. İkinci günün akşamında Hilton Cubitt’ten beklenen cevap geldi. O sabah güneş saatinin altına öncekilere benzer şekillerin bırakılması dışında her şeyin normal olduğunu yazıyordu. Figürlerin bir örneğini telgrafa eklemişti ve şuna benziyordu:



Holmes birkaç dakika bu tuhaf figürleri inceledikten sonra şaşkınlık ve dehşet nidalarıyla aniden ayağa fırladı. Yüzü, duyduğu endişeden dolayı bitkin görünüyordu.

“Bu olayın fazla ileri gitmesine izin verdik.” dedi, “Bu gece Kuzey Walsham’e bir tren bulabilir miyiz acaba?”

Tren saatlerine baktım. En son tren yeni hareket etmişti.

“O hâlde sabah kahvaltımızı erkenden yapıp ilk trenle gideriz.” dedi Holmes. “Acilen orada bulunmamız gerekiyor. Ah! İşte beklediğimiz telgraf da geldi! Bir dakika Bayan Hudson; bir cevap gelebilir. Hayır, tam beklediğim gibi… Bu mesaj, hiç vakit kaybetmeden Hilton Cubitt’e ne durumda olduğunu bildirmemizin önemini daha da vurguluyor. Norfolk’lu beyefendi benzersiz ve tehlikeli bir tuzağa düşmüş durumda.”

Gerçekten de öyle olduğu ortaya çıkacaktı. Bana çok çocukça ve garip gelen bu hikâyenin sonuna yaklaştıkça içimde biriken dehşet ve korkuyu bir kez daha hissettim. Keşke okurlarıma daha mutlu bir son aktarabilmek elimde olsaydı ama ne yazık ki gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermek ve sonraki günlerde Riding Thorpe Malikânesi’ni bütün İngiltere’nin diline düşüren bu garip olaylar zincirini anlatmak gerekiyor.

Henüz Kuzey Walsham’e inmiş ve gideceğimiz yerden bahsetmeye başlamıştık ki istasyon şefi koşturarak yanımıza geldi. “Londra’dan gelen dedektifler sizsiniz sanıyorum.” dedi.

Holmes’un yüzü sıkıntılı bir ifadeye büründü.

“Bunu nereden çıkardınız?”

“Çünkü Norwich’ten Müfettiş Martin az önce geldi. Yoksa siz beklenen doktorlar mısınız? Bayan henüz ölmedi ya da azından en son durum böyleydi. Belki onu kurtarabilirsiniz; gerçi son anlarını yaşadığı kesin.”

Holmes endişeyle kaşlarını çatmıştı.

“Riding Thorpe Malikânesi’ne gideceğiz.” dedi, “Ancak orada ne olduğu konusunda hiçbir bilgimiz yok.”

“Çok kötü şeyler oldu!” dedi istasyon şefi, “Hem Bay Hilton Cubitt hem de eşi vuruldu. Bayan önce kocasını sonra da kendisini vurmuş, en azından hizmetkârlar böyle söylüyorlar. Adamcağız öldü, kadının hayatından da umudu kesmişler. Ah, zavallılar! Norfolk’un en köklü, en onurlu ailelerinden biriydi onlar…”

Holmes tek kelime etmeden arabaya koştu ve yedi millik yolculuğumuz boyunca bir kere bile ağzını açmadı. Moralinin bozuk olduğunu çok nadiren görmüşümdür. Yolculuk boyunca huzursuzdu; sabah gazetelerini endişeyle inceledikten sonra en kötü korkularının gerçekleştiğini görmüş, derin bir hüzne kapılmıştı. Koltuğunda arkasına yaslanıp karanlık düşüncelere daldı. Oysaki etrafımızda ilgimizi çekebilecek manzaralar vardı; çünkü ne de olsa İngiltere’nin en güzel kasabalarından birinden geçiyorduk. Etrafa serpilmiş birkaç ev günümüzün yerleşimini yansıtırken; ara sıra görünen heybetli, sivri kuleli kiliseler, Doğu Anglia’nın bütün görkemini ve refah seviyesini ortaya koyuyordu. En sonunda Norfolk sahilinin yeşilliği arasında Kuzey Denizi’nin mavi kıyıları göründü ve sürücü, kamçısıyla, ağaçlarla dolu bahçelerin arasındaki üçgen çatıya işaret etti. “Orada gördüğünüz Riding Thorpe Malikânesi’dir.” dedi.

Verandası olan ön kapıya yaklaşırken ön taraftaki tenis kortunun hemen yanında ilginç hikâyemizi süsleyen baraka ile güneş saatini görüverdim. Uyanık tavırlı, bıyıklı, ufak tefek, çevik bir adam, iki tekerlekli at arabasından iniyordu. Kendisini Norfolk Polis Teşkilatından Müfettiş Martin olarak tanıttı ve arkadaşımın adını duyunca çok şaşırdı.

“Ah, Bay Holmes, cinayet sabaha karşı üç gibi işlenmiş! Peki nasıl oluyor da bunun haberini Londra’dan aldığınız hâlde olay mahalline benimle aynı vakitte geliyorsunuz?”

“Olacakları tahmin etmiş ve engellemek ümidiyle gelmiştim.”

“Bu durumda bizim bilmediğimiz önemli ipuçlarınız olmalı; çünkü çok mutlu mesut bir çift olduklarını söylüyorlar.”

“Benim tek ipucum dans eden adamlardır.” dedi Holmes, “Size olanları sonra anlatacağım. Bu arada, trajediyi engellemek için çok geç kaldığıma göre, sahip olduğum bilgiyi anlatarak adaletin yerini bulması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Soruşturmayı birlikte mi yürütmek istersiniz, yoksa benim bağımsız olarak çalışmamı mı tercih edersiniz?”

“Birlikte çalıştığımızı düşünmek benim için gurur verici olacaktır Bay Holmes.” dedi müfettiş tüm samimiyetiyle.

“O hâlde olanları öğrenip gereksiz bir gecikme yaşamadan olay mahallini incelemek isterim.”

Müfettiş Martin, arkadaşımın kendi tarzıyla hareket etmesine izin vererek oldukça sağduyulu davrandı ve sonuçları dikkatle not alıp kendi kendini hoşnut etti. Yaşlı ve beyaz saçlı olan doktor, Bayan Hilton Cubitt’in odasından yeni iniyordu ve yaralarının ciddi olduğunu ama ölümcül olmadığını rapor etti. Kurşun beyninin ön kısmından geçmişti ve kadın tekrar kendine gelene kadar büyük ihtimalle çok zaman geçecekti. Doktor, kadının, kendisi tarafından mı yoksa başkası tarafından mı vurulduğuyla ilgili sorumuza cevap veremeyeceğini belirterek, merminin çok yakından ateşlenmiş olduğunun kesin olduğunu söyledi. Belli ki tabancayla çok yakın mesafeden ateş edilmişti. Odada sadece tek bir tabanca bulunmuştu; ama içindeki iki mermi de kullanılmıştı. Bay Hilton Cubitt kalbinden vurulmuştu. Tabanca her ikisinin tam ortasında bulunduğu için Bay Cubitt’in önce eşini sonra da kendisini vurduğu iddiası daha akla yatkındı ya da tam tersi… Yani eşi suçlu olabilirdi.

“Beyefendiyi hareket ettirdiniz mi?” diye sordu Holmes.

“Yalnızca Bayan Cubitt’i yerinden oynattık. Zaten onu yaralı bir hâlde yerde bırakamazdık.”

“Ne zamandır buradasınız doktor?”

“Saat dörtten beri.”

“Burada başkası da var mıydı?”

“Evet, bir polis memuru vardı.”

“Hiçbir şeye dokunmadınız değil mi?”

“Hayır.”

“Oldukça tedbirli davranmışsınız. Sizi kim çağırdı?”

“Hizmetçileri Saunders çağırdı.”

“Olanları o mu bildirdi?”

“O ve aşçıları Bayan King.”

“Şimdi neredeler?”

“Sanıyorum mutfaktalar.”

“O hâlde olanları bir de onların ağzından dinleyelim.”

Meşe kaplamalı ve yüksek pencereli eskimiş hol, sorgulama mahkemesine dönüştürülmüştü. Bitkin hâline rağmen gözlerindeki değişmeyen parıltıyla Holmes, büyük, eski tip bir koltuğa oturmuştu. Kurtaramadığı müşterisinin öcünü, hayatını adama pahasına da olsa almak için gösterdiği kararlılığı gözlerinden okuyabiliyordum. Yakışıklı Müfettiş Martin; yaşlı, beyaz saçlı kasaba doktoru, ben ve ağırkanlı bir polis memuru, bu ilginç misafir grubunun geri kalanını oluşturuyorduk.

İki bayan olanları oldukça açık ve net bir şekilde anlattılar. Bir silah sesiyle uykularından uyanmışlar ve bir dakika sonra ikincisini duymuşlardı. Odaları yan yanaydı ve Bayan King hemen Saunders’ın yanına koşmuştu. Birlikte merdivenlerden inmişler, çalışma odasının kapısı açıkmış ve masanın üzerinde bir mum yanıyormuş. Evin beyi odanın tam ortasında cansız bir hâlde yüzüstü yatıyormuş. Pencere kenarında yere oturmuş eşi ise kafası duvara dayalı bir vaziyetteymiş. Çok korkunç bir şekilde yaralanmış ve yüzünün bir tarafından kanlar akıyormuş. Derin derin nefes almasına rağmen tek bir kelime bile söyleyememiş. Koridor ve aynı zamanda odaları duman içindeymiş ve barut kokusu varmış. Pencere kesinlikle kapalıymış ve iç tarafından kilitliymiş. Her iki kadın da bundan eminmiş. Hemen bir doktor ve bir polis memuru çağırmışlar. Sonra seyis ve seyis yamağının yardımlarıyla yaralı hanımı odasına taşımışlar. Karı kocanın yataklarında yatmış oldukları belliymiş. Hanımın üstünde geceliği, beyin üstündeyse pijamasının üzerine giymiş olduğu sabahlık varmış. Çalışma odasındaki hiçbir şey yerinden hareket ettirilmemiş. Bildikleri kadarıyla, karı koca arasında hiç tartışma yaşanmamış. Onlara hep birbirlerine çok bağlı bir çift gözüyle bakmışlar.

Hizmetkârların anlattıkları genel hatlarıyla bu şekildeydi. Müfettiş Martin’in sorusu üzerine, bütün kapıların içeriden kilitlenmiş olduğunu ve hiç kimsenin kolay kolay evden kaçamayacağına emin olduklarını söylediler. Holmes’un sorusuna ise üst kattaki odalarından fırladıklarında barut kokusunu fark ettiklerini çok iyi hatırladıklarını söyleyerek karşılık verdiler. “Bunu dikkatinize saygıyla sunmak istiyorum.” dedi Holmes profesyonel meslektaşına dönerek, “Artık odayı ayrıntılı bir biçimde inceleyebiliriz.”

Küçük olan çalışma odasının üç köşesinde birer kitaplık bulunuyordu ve bahçeye bakan pencerenin hemen önünde bir yazı masası vardı. Dikkatimizi ilk çeken, talihsiz Bay Cubitt olmuştu; çünkü iri yarı vücudu odaya boylu boyunca serilmişti. Dağınık kıyafetleri, uykusundan aceleyle uyandırıldığını gösteriyordu. Ona tabancayla ön tarafından ateş edilmişti ve mermi kalbine isabet ederek vücudunun içinde kalmıştı. Aniden ve çok acı çekmeden öldüğü kesindi. Ne giysilerinde ne de ellerinde barut izine rastlanmadı. Doktorun söylediğine göre bayanın yüzünde bu lekelerden varmış; ama ellerinde hiçbir şey yokmuş.

“Ellerinde ize rastlanmaması bir anlam ifade etmiyor; ama eğer olsaydı o zaman her şey değişebilirdi.” dedi Holmes, “İyi oturmayan bir kurşun söz konusu olduğunda barut geriye sıçrayabilir; ama aksi takdirde hiç iz bırakmadan defalarca ateş edilebilir. Bay Cubitt’in cesedini artık yerinden kaldırmanızı önereceğim. Sanıyorum doktor, bayanın yaralanmasına sebep olan mermiyi henüz çıkartmadınız.”

“Bunu yapabilmek için ciddi bir ameliyat gerekir. Ancak tabancada hâlâ dört tane mermi var. İkisi ateşlenip iki yaraya sebep olduğuna göre kullanılmış mermilere açıklık getirmiş olduk.”

“Öyle görünüyor, değil mi?” dedi Holmes, “O hâlde pencere kenarını delip geçen mermi için de bir açıklamanız olacaktır.”

Aniden dönerek uzun, ince parmağı ile pencere çerçevesinin alt kısmının yaklaşık bir inç üzerindeki mermiyle açılmış deliğe işaret etti.

“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı müfettiş, “Bunu nasıl gördünüz?”

“Çünkü onu aradım.”

“Harika!” diye bağırdı doktor, “Gerçekten haklısınız efendim. O zaman üçüncü kez ateş edilmiş; demek ki üçüncü bir kişi mevcutmuş odada. Ama o kim olabilir ve buradan nasıl kaçtı?”

“Birazdan bu problemi çözeceğiz.” dedi Sherlock Holmes, “Hatırlıyor musunuz, Müfettiş Martin, hizmetkârlar odalarından ilk çıktıkları anda bir barut kokusu duyduklarını söylemişlerdi ve ben de size bunun çok önemli bir ayrıntı olduğundan bahsetmiştim?”

“Evet, efendim ama ne demek istediğinizi pek anlamamıştım doğrusu.”

“Şu anlama geliyordu: Ateş edildiği sırada sadece pencere değil aynı zamanda kapıları da açıktı. Yoksa barut kokusu evin geri kalan kısmına bu kadar hızlı yayılmazdı. Bunun için cereyana ihtiyaç vardır; ancak hem kapı hem de pencere çok kısa bir süreliğine açık tutulmuştu.”

“Bunu nasıl kanıtlayabilirsiniz?”

“Çünkü mum akmamış.”

“Mükemmel!” diye bağırdı müfettiş, “Mükemmel!”

“Pencerenin bu talihsiz olay sırasında açık olduğundan emin olduktan sonra o açıklıkta durup ateş eden üçüncü bir kişinin varlığından şüphelendim. Bu kişiye doğru ateşlenmiş bir kurşunun pervaza çarpması beklenebilir bir şeydir. Bunun üzerine pervazı inceledikten sonra aradığım merminin izini buldum!”

“Peki daha sonra pencere ve kapıyı nasıl kilitlediler?”

“Kadının ilk hareketi içgüdüsel olarak pencereyi kapatıp kilitlemek olmuştur. Ama ah! Bu da ne?”

Çalışma masasının üzerinde bir kadın çantası duruyordu; gümüş rengi, timsah derisinden yapılmış, ufacık, süslü bir çanta… Holmes çantayı hemen açarak içindekileri boşalttı. Lastikle bir arada tutulan yirmi adet elli sterlinlik İngiltere Bankası banknotundan başka bir şey yoktu.

“Bunu koruma altına almalıyız çünkü mahkemede delil olarak kullanılacak.” dedi Holmes içindekilerle beraber çantayı müfettişe uzatarak. “Şimdi, artık ahşap pervaza bakıp odanın içinden atıldığı anlaşılan üçüncü kurşuna açıklık getirmenin zamanı geldi. Aşçı Bayan King ile tekrar görüşmek istiyorum.”

“Bayan King, çok yüksek bir patlama sesiyle uyandığınızı söylediniz. Bunu söylerken birinci sesin ikinciye göre daha şiddetli olduğunu mu ifade etmek istemiştiniz?”

“Aslında efendim, uykudan uyandığım için pek emin olamıyorum. Ama çok yüksek bir ses olduğunu söyleyebilirim.”

“Aynı anda iki farklı silahtan ateş edilme ihtimali var mıdır sizce?”

“Pek emin olamıyorum efendim.”

“Şüphesiz böyle olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum bu odada her şeyi yeterince tetkik ettik Müfettiş Martin. Eğer benimle gelme nezaketinde bulunursanız bahçenin bize sunacağı yeni ipuçlarını birlikte arayabiliriz.”

Çalışma odasının penceresinin altında bir çiçek tarhı uzanıyordu ve ona doğru yaklaşırken hepimiz, şaşkınlıktan ufak bir çığlık attık. Çiçekler çiğnenmişti ve yumuşak toprağın üstü ayak izleriyle doluydu. Garip bir şekilde uzun parmakları olan, büyük bir erkek ayağının izleriydi. Holmes çimenlerin ve yaprakların arasında, yaralı bir kuşu arayan av köpeği misali dolanıp durdu. Sonra memnun bir ifadeyle öne eğilip yerden küçük, pirinç bir silindir aldı.

“Tam düşündüğüm gibi!” dedi, “Tabancanın bir ejektörü varmış, üçüncü kovan da burada. Sanıyorum Müfettiş Martin, davamızın sonuna epey yaklaştık.”

Holmes’un araştırmalarında hızlı ve zekice ilerlemesi karşısında, kasaba müfettişinin yüzü çok yoğun bir şaşkınlık ifadesine büründü. İlk başta kendi pozisyonunu düşünüp tavır takınmıştı; ancak şimdi hayranlıkla dolup taşıyor ve Holmes’un söylediklerini harfi harfine yerine getirmeye çalışıyordu.

“Kimden şüpheleniyorsunuz?” diye sordu.

“Bunu sonra konuşuruz. Bu davanın birkaç noktasını henüz size açıklayamayacağım. Bu nedenle artık kendim devam etmeliyim ve meseleyi aydınlığa kavuşturmalıyım.”

“Nasıl isterseniz Bay Holmes, yeter ki adamımızı yakalayabilelim.”

“Gizem yaratmak niyetinde değilim ama harekete geçmemiz gereken bir anda uzun ve karmaşık açıklamalara girmem imkânsız. Bu meselenin bütün ipuçları şu an elimdedir. Bayan tekrar bilincine kavuşmasa bile dün geceki olayların ayrıntılarına inip parça parça inceleyerek adaletin yerini bulmasını sağlayabiliriz. Şimdi, ilk olarak bu civarda ‘Elrige’s’ adında bir hanın bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorum.”

Tekrar sorgulanan hizmetkârlar böyle bir yeri daha önce hiç duymadıklarını söylediler. Ancak seyis yamağı olayı biraz aydınlatarak birkaç mil ötede, Doğu Ruston tarafında, bu isimde bir çiftçinin yaşadığını hatırladı.

“Issız bir yer midir bu çiftlik?”

“Çok ıssızdır efendim.”

“Belki oradakiler dün gece olanları henüz duymamışlardır.”

“Belki efendim.”

Biraz düşündükten sonra Holmes’un yüzünü muzip bir gülümseme kapladı.

“Atı eyerle evlat!” dedi, “Senin Elrige’s Çiftliği’ne bir mesaj götürmeni isteyeceğim.”

Üzerlerine dans eden adamların çizildiği kâğıt parçalarını çıkardı cebinden. Bunları önüne sererek bir süre çalışma masasında uğraştı. En nihayetinde kâğıtları oğlana uzatarak sadece üstünde adı yazılı kişiye iletmesini söyledi ve sorulan sorulara asla cevap vermemesini istedi. Nota göz attığımda, Holmes’un her zamanki düzenli el yazısı yerine dağınık ve düzensiz harfler kullandığını gördüm. Elrige’s Çiftliği, Doğu Ruston, Norfolk’a, Bay Abe Slaney adına yazılmıştı.

bannerbanner